En büyük sermayemiz güçlü aile yapımız

Ayşe Keşir / Ak Parti Düzce Milletvekili
13.05.2017

Ailenin varlığını “güçlü ve sağlıklı” bir şekilde sürdürmesini amaçlayan, aileyi “sorunun değil çözümün merkezi” olarak gören, “kadim doğrular ve yeni gerçekleri” dikkate alan bütüncül politikalar üretilmeli ve uygulanmalıdır.


En büyük sermayemiz güçlü aile yapımız

Sosyal ve beşeri sermayeyi güçlendirebilmek için kadim doğrular ışığında yeni gerçekleri göz ardı etmeden yeni şeyler söylemek lazım...

Ve önce aileden başlamak lazım. Çünkü aile, insan ve toplum arasında  köprüdür. Aile, hem etkileşim ağı hem de kurum olarak nitelendirilmektedir. Bu nedenle, sağlıklı ve güçlü aile aynı zamanda sağlıklı ve güçlü bireyler ve toplum demektir. 

Aile, mahiyeti ve yapısı bakımından, tarih boyunca tüm toplumlarda değişime uğramıştır. Siyasal ve ekonomik hayatın zamanla gelişimi, sosyo-kültürel değişimler,  yapısı ve kapsamı itibariyle aile olgusunda da değişimlere yol açmıştır. Hemen tüm sosyal konu ve sorunda olduğu gibi aile konusunda da toptancı yaklaşımlar çaresizdir. Aileyi, kadın ve çocuğa ait sorunların temelinde gören radikal feminist yaklaşımlar, bireyi kutsayan modernizm, kapitalizm, zamanın ruhunu tamamen göz ardı eden katı gelenekçi yaklaşımlar aynı kör noktadan bakmaktadır. Söz konusu aile olunca, özgün, gerçekçi, akıl ve gönül arasındaki bağı koparmayan bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç vardır.

Ailenin güçlenmesi ile kadın, erkek, çocuk, yaşlı bireyin güçlenmesi birbirine alternatif olmadığı gibi kadın ve çocuk haklarını savunmak ile aile bütünlüğünü savunmak da birbirinin alternatifi değildir.

Aile canlı bir sistemdir ve her ailenin yapısının farklıdır. Dolayısıyla, ailenin varlığını “güçlü ve sağlıklı” bir şekilde sürdürmesini amaçlayan, aileyi “sorunun  değil çözümün merkezi” olarak gören, “kadim doğrular ve yeni gerçekleri” dikkate alan bütüncül politikalar üretilmeli ve uygulanmalıdır.

Ne sorun tek, ne de çözüm...

Sosyal yaşama ait konu ve sorunlar bir diğerinden azade değildir. Aileye ait sorunları konuşurken, etken faktörleri, çevre durum ve şartlarını da göz ardı edemeyiz. Başkanlığını yaptığım TBMM Aile Bütünlüğünün Korunması Araştırma Komisyonu’nda 19 toplantıda, çok sayıda uzman, bürokrat, STK temsilcisi, akademisyenler, mağdur bireyler, örnek aileler ve medya profesyonellerinin görüşüne, tanıklığına, uzmanlığına başvurduk.  Komisyon üyesi ve uzmanlarımızla birlikte, yedi bölgeden dokuz il, iki yurt dışı programında da dört ülke ziyareti gerçekleştirdik. 500’ü aşkın kişi ve kurum dinledik.

Aileye ait sorunları sadece boşanma neden ve sonuçlarıyla sınırlı tutmadık. Şehirleşme, göç, ekonomik şartlar, şiddet, bağımlılık, varsa ailedeki engelli/yaşlı bireylerin durum ve şartları, sağlık-eğitim ve istihdama erişim, konut politikaları, iletişim, ulaştırma, medya vb pek çok konu, aileye ait tartışmaların tam da ortasındadır.

Yapılan araştırmalar göstermiştir ki Türk Aile Yapısı geçirdiği değişim ve dönüşümle birlikte dünyada hala güçlü, sağlıklı yapılardan biridir.

Sağlıklı aile;“sosyo-ekonomik yapısı ne olursa olsun, hak ve görev dengesi kurulmuş aileler” olarak tanımlanır. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm aile bireylerinin hakları kadar, sorumlulukları vardır. Ailenin ilk kurulduğu günden itibaren sağlıklı bir yapıda devam edebilmesi, kritik eşik ve sorunlar ile baş edebilmesi için, çözüm üretme kapasitesi önem kazanmaktadır.

Güçlü bir ailede, aile bireyleri soruna katılmasalar dahi çözümü için ortak gayret gösterirler. Aile yapısı değişiklik gösterse de bir sorunla karşılaştığında, bu sorunu çözmek için bir araya gelebilen aileler, güçlü ailelerdir.

Türk tipi çekirdek aile ağı

Diğer yandan, şehirleşme ve göç başta olmak üzere geniş aile yapımız yerini çekirdek ailelere bıraksa da Türkiye’de Kuzey Avrupa ülkelerindeki gibi atomize bir çekirdek aileden bahsedilmemektedir. Ülkemizde sosyo-ekonomik yapısı ne olursa olsun, çekirdek aileler arasında ‘hizmet alışverişi’ hala devam etmektedir (torun bakma vb). Uzmanların ‘çekirdek aile ağı’ dedikleri bu yapı, aslında değişimi yönetmenin Türk modelidir.

Evlenme ve boşanma verileri

TÜİK 2016 verilerine göre evlenmeler de boşanmalar da azalmaktadır. 2016 yılında evlenen çiftler, bir önceki yıllara göre yüzde 1,4 oranında, boşanan çiftlerin sayısı ise 2016 yılında, 2015 yılına göre yüzde 4,3 azalmıştır.Şunu unutmamak gerekir, yıl içindeki boşanmalar o yıl içinde evlenenler değil yıllara sari toplam evlenenlerdendir. Bundan dolayıdır ki Kaba Boşanma Hızı hesaplanır. Kaba boşanma hızı, 2015 yılında binde 1,69 iken 2016 yılında 1,59 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye boşanma oranları açısından OECD ülkeleri içinde en düşük olan beşinci ülkedir.

2011 yılında yapılan Boşanma Nedenleri Araştırmasına göre; Boşanmış erkekler ve kadınların yüzde 27’si en önemli boşanma nedeni olarak sorumsuz ve ilgisiz davranmayı ifade etmişlerdir. Bu oranı boşanmış kadınlarda yüzde 21 ile dayak ve kötü muamele, yüzde 16 ile aldatma ve yüzde 14 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama takip etmektedir. Boşanmış erkeklerde ise sırasıyla yüzde 11 ile eşlerin ailelerine karşı saygısız davranması, yüzde 8’lik oran ile eşin ailesinin aile içi ilişkilere karışması şeklinde devam etmektedir. En az boşanma nedeni olarak ise yüzde 2,7 ile çocuk olmaması, yüzde 0,9 hırsızlık, dolandırıcılık, gasp taciz gibi suçlar, yüzde 0,6 ile aile içi cinsel taciz nedenleri ile boşanmaları ifade etmişlerdir.

Ülkemizde boşanmalar özellikle mal paylaşımı ve velayet konularından kaynaklı olarak çoğunlukla çekişmeli geçmektedir. Boşanma davaları neticelense bile, velayet ve mal paylaşımı davaları bazen 10 yılı aşkın sürelerle devam etmektedir. Türkiye’de, velayeti alamayan tarafın, bazen çocuğunu icra dairesi marifetiyle görebildiği ve ‘çocuk icrası’ denen uygulama ne yazık ki hala devam etmektedir. Diğer yandan Türkiye olarak evlenmeye meyilli bir toplumuz, Türkiye’de 2015 verilerine göre 130 bin çiftin boşanmış olduğu ve boşananların yüzde 73’ünün yeni bir evlilik yaptığı bilinmektedir. Bu yüzde 73’ün, yüzde 12’si ise boşandığı eşiyle evlenmektedir.

Dünya ve Türkiye yaşlanıyor

Tıp alanındaki gelişmeler vb nedenlerle ortalama yaşam süresinin artmıştır. Ölüm oranları düşmekle birlikte, doğum oranlarının da düşmesi yaşlılık sınırını yukarıya çekmektedir.

TÜİK 2015 doğum istatistiklerine göre; doğurganlık hızı (bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı) 2,14 çocuk oldu.

Bu oran, 2014 yılında 2,18 çocuk olarak gerçekleşmişti. Bu durum, nüfusun yenilenme düzeyindeki (2,1) doğurganlık seviyesinin üzerinde kalındığını gösterdi. Henüz kritik eşikte değiliz ama hızla yaklaşıyoruz. Cumhurbaşkanımızın her fırsatta çocuk sayısına vurgu yapması, bu konuda büyük bir sorumluluk duyulduğunu göstermektedir.

En çok aile mutlu ediyor

2016 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre, 18 ve üzeri yaştaki bireyler arasında, kendilerini en fazla ailelerinin mutlu ettiğini belirtenlerin oranı yüzde 70,2 oldu. Aile kalemiz hala çok sağlam, huzur dolu ve sıcacık. Ama tehditler de devam etmiyor değil, kimileri ideolojik olarak saldırıyor aileye, kimileri de modern araç, gereçlerle. Aile demek sadece sayı, grafik, istatistik demek değildir. Bu veriler bize genel durum ve projeksiyon hakkında bilgi verebilir. Aileyi ait değerleri kadim doğrular ışığında muhafaza etmeye çalışırken, yeni durum ve şartları, ortaya çıkan sorun ve beklentileri de göz ardı edemeyiz.

Modernizm, aile ve annelikle barışık mı? Modern dünya bireyi kutsarken, ‘biz’i göz ardı ediyor. Modernizm, tüketim, yaşam alışkanları bireyi sadece kendi konforu üzerinden kurguluyor. Ne yazık ki kapitalist dünya, sadece reklam malzemesi olduğunda aile sıcaklığını hatırlıyor. İyi bir ev kadını aynı zamanda iyi bir anne midir? Katı geleneksel kabullerde annelik ile ev kadınlığı iç içe geçmiş kümeler gibidir. Annelik bazen bembeyaz tüller, ütülü gömleklerin gölgesinde kalabilmektedir.

Ebeveyn olmak iki kişilik bir sorumluluk değil midir? Çalışan kadın olmak anneliğe halel getirmeyeceği gibi çocuğu, ailesi için yemek yapmak da kariyeri çizmez. Diğer yandan,bazı sabahlar çocuğuna kahvaltı hazırlamak, çocuğu servise bindirmek de erkekliğe zeval getirmez.

Büyük şehirlerde çocuklarımızı dede ve ninelerinden mahrum etmedik mi? Yaşlıların sadece bakıma muhtaç ya da torun bakacak bireyler olarak algılanması kadim doğrularımızın hala anlaşılamamasındandır. Anadolu irfanının (irfan sadece komşumuzun adı değildir) son temsilcisi dedeler ve nineler, torunlarına hatıralarını anlatırken dahi hayatı öğretirler.

Aile olmak, sadece ihtiyaç analizi üzerinden tanımlanamaz. Bulaşığı, çamaşırı, makinelerin yıkadığı, kadınların kendi ekmeklerini kazandığı bir çağda nesnel ihtiyaçlar üzerinden aile olmayı tanımlayamayız.

Sadece bir evi, bir bütçeyi, ev içi görevleri paylaşmak değildir aile olmak... Artık, yeni kavramlar ve kodlarla konuşmalıyız. “Kendimiz için istediğimizi diğeri için de istemedikçe” her evliliği aile yapamayız.

Çözüm üretemesek de bazen, hatta anlamasak da dinlemek, dert ortağı olmaktır aile olmak... Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, bir masada yemek yemek, “ayaktayken bir çay da bana koy” diyebilmektir aile olmak... Araya yollar, şehirler girse de ayrı olmamaktır aile olmak. Haklarımızı kutsarken (!), görevlerimizi de unutmamaktır...

Ne Yapabiliriz?

Madem ki, aile yapımız, hizmet alışverişi devam eden  ‘Çekirdek Aile Ağı’ndan oluşuyor. Öyleyse ilk olarak ‘Çekirdek Aile Ağı’nı güçlendirmekten başlayabiliriz.  Ailenin, aile bireylerinin kullanımına, ihtiyaçlarına yönelik üretilen bu amaçlı ürün ve hizmetleri (konut, iletişim, ulaşım, spor, kültür vb)  ‘Çekirdek Aile Ağı’ için etkin ve kolay erişilebilir hale getirebiliriz. Bugün akıllı telefon kullanan kaç kişinin mesaj gruplarında aile grupları yok ki? Teknoloji, medya, modern iletişim araçları çağın gerçekleridir, bu araçları ‘aile dostu’ hale nasıl getireceğimizin formüllerini konuşabiliriz.

Dünya örneklerinde olduğu gibi, (şiddet şikayeti olmayan davalarda) mal paylaşımı ve velayet konularında ‘Aile Arabuluculuğu’ mekanizması oluşturarak, boşanma ve sonrası süreçleri daha sağlıklı yönetebiliriz.

Engellilere yönelik politikalardan, madde ve teknoloji bağımlılığına, evlenme ve ilk doğum yaşının yükselmesinden, iletişimsizlik, çözüm üretme kapasitesinin düşüklüğüne kadar, kadın istihdamı, şiddetle, yoksullukla mücadele vb tüm konularda bütüncül politikalar üretecek bir

paradigma değişimine ihtiyacımız var. Sosyal yaşama ait sorunları daha etkin çözmek için kamu ve özel sektör kurumları, eşgüdümlü ve yatay çalışma kültürünü bir an evvel edinmelidir.

Öyleyse; şimdi yeni şeyler söylemek lazım…

[email protected]