Türkiye-Mısır yakınlaşması... En büyük tepki neden Yunanistan'dan geldi?

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
25.11.2022

Türkiye-Mısır yakınlaşmasına yönelik en büyük tepkinin Atina'dan yükseliyor olması boşuna değil. Ankara-Kahire arasındaki ilişkileri jeopolitik ve realpolitik zemine oturtmak Türkiye'nin birinci önceliği olmalıdır. Her iki ülke bu konuda bir uzlaşı sağlarsa Libya krizine de birlikte çözüm getirebilir. Nitekim Libya'nın giderek daha çözümsüz hale gelip istikrarsızlaşması hem Mısır'ın hem de Türkiye'nin aleyhinedir.


Türkiye-Mısır yakınlaşması... En büyük tepki neden Yunanistan'dan geldi?

İngiltere'nin meşhur başbakanlarından Henry Palmerston Mart 1848'de Avam Kamarası'na hitaben yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "Bizim ne ebedi müttefikimiz ne de ebedi düşmanımız vardır. Ebedi olan yalnızca çıkarlarımızdır." Şüphesiz bu söz, uluslararası ilişkileri en iyi tanımlayan ifadelerden birisidir. Ulusal çıkar kavramını en güzel bir şekilde özetleyen bu tanımlama, birçok kişi tarafından ahlak dışı görülmüştür. Bilhassa uluslararası ilişkilerde moral değerlerin çokça konuşulduğu, tartışıldığı zamanlarda bu ve benzeri deyişlere ilişkin eleştirilere rastlamak oldukça mümkün. Yapılan eleştirileri kabul etmeyenlerin savunduğu teze göre, uluslararası ilişkilerde ne düzen ne hukuk ne de adalet vardır ve ahlaktan ziyade uluslararası ilişkilerde belirleyici olan güçtür.

Dünya tarihi incelendiğinde devletler arası düşmanlıkların ebedi olmadığı görülür. Bu vaziyet dostluklar için de geçerlidir. Her ikisi de gayet normaldir. Zira devletler arası ilişkiler dinamik bir alanda icra edilmektedir. Çıkarlara göre şekillenen bir ortam söz konusu olduğundan devletler pozisyonlarını değiştirmede pek tereddüt etmezler. Uluslararası ilişkilerde önemli bir husus da esnekliktir. Devletler dış politikalarını tayin ederlerken kendilerine geniş bir diplomatik manevra alanı da sağlamayı arzu ederler. Nihayetinde "pazarlık, esneklik ve uzlaşma" dış politikanın üç önemli bileşenidir. Bunlar olmaksızın dış politikada başarılı bir şekilde yol almak pek mümkün değildir. Demokratik usullerle yönetilen her devlet sakin, mantıklı, hesaplı ve esnek bir diplomasiyi ülkesinin tatbik etmesini ister.

Rasyonel yol işbirliği

Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye ile Mısır arasında normalleşme sürecinin başlaması, her iki ülkenin menfaatini karşılayan rasyonel bir karar olacaktır. Mısır ve Türkiye Doğu Akdeniz'in iki önemli ülkesidir. Bu iki ülke arasında çok sıkı tarihi bağlar söz konusudur. İki ülkenin karşılıklı bir şekilde aralarındaki çatışmayı keskinleştirmesi veyahut körüklemesi zarardan başka bir fayda sağlamaz. Her iki ülke için en rasyonel yol iş birliği yapmaktır. Nitekim Doğu Akdeniz'de barış ve istikrarı tehdit eden olaylara her geçen gün bir yenisi daha eklenmektedir. Ne Türkiye'nin ne de Mısır'ın tek başına bu tehditlerle başa çıkması olasıdır. Dolayısıyla "Mısır'ın Türkiye ile iş birliği yapmakta hiçbir çıkarı yoktur" varsayımı kökten yanlıştır. Benzer durum, "Türkiye'nin Mısır'la iş birliği yapmakta hiçbir çıkarı yoktur" önermesi için de geçerlidir. Her iki söylemin kökeninde ideolojik saiklerin bulunduğu çok açıktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi'ye başlangıçta gösterdiği tepkinin nedeni, Sisi'nin askeri darbe yoluyla Mısır'da iktidarı ele geçirmesinden ileri geliyordu. Dolayısıyla Erdoğan'ın tepkisi demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi önde gelen moral değerlerden kaynaklanıyordu. Türkiye gibi askeri darbelerden çok çekmiş bir ülkenin liderinin askeri darbeyle iktidara gelen birisine zeytin dalı uzatması beklenemezdi. Bu yüzden Erdoğan uzun bir süre, Sisi üzerinden uluslararası sistem eleştirisi yaparak tepkisini göstermeye çalıştı. Esasında Erdoğan'ın tam olarak yapmak istediği, darbeci zihniyetin bölgeye egemen olmasını önlemekti. Bu yönüyle haklı olan bu tepkiye, uluslararası toplum ve diğer aktörler tarafından ciddi bir destek verilmedi. Aslında Erdoğan'ın başını çektiği bu tepkiye yeterli düzeyde destek verilmemesi uluslararası sistemin ve onun üyelerinin moral değerlere bağlılığın ne kadar zayıf olduğunu göstermesi bakımından bir hayli önem arz ediyordu. Batı'nın tüm dünyaya dayattığı demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere Mısır'da kendisinin sırt dönmesi ve darbenin moral yanını terk etmesi, Türkiye'nin omuzlarındaki yükü ziyadesiyle artırmıştır. Bu arada Mısır'daki darbeye karşı Türk kamuoyunun gittikçe artan tepkisi de hükümetin esnek davranma olasılığını azaltmıştır. Türkiye ile birlikte Batılı ülkelerin Mısır'daki demokrasi mücadelesinin moral destekçileri olmaları en doğal beklentiydi. Buna rağmen Batılı ülkeler kendi moral değerleriyle çelişen ve çatışan darbe rejimiyle iş birliği yapmakta herhangi bir beis görmediler. Batılıların böyle hareket etmelerinin temel nedeni, ulusal çıkarlarını ahlaki sorumluluklarının üzerinde tutmalarıydı. Esasında tüm bunlar modern uluslararası ilişkilerin doğasına ters düşmeyen eylemlerdi.

Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan kriz ve dünya ölçeğinde iyiden iyiye güçlenen jeopolitik, Türkiye'nin moral ve jeopolitik hedeflerini uyumlaştıran yeni bir dış politikaya yönelmesine yol açtı. Bu bağlamda önceki yıllarda sorun yaşadığı İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır gibi ülkelerle yumuşama sürecine girdi. Aslında sadece Türkiye değil pandemi koşulları nedeniyle Doğu Akdeniz krizinin içerisinde yer alan birçok devlet, genel bir yumuşama havasının oluşmasına ihtiyaç duyuyordu. Türk hükümeti, Doğu Akdeniz'de çeşitli görüşmeleri birbiriyle ilişkilendirirken, Doğu Akdeniz'de yumuşama politikasını, Yunanistan'ın politik etkisini azaltma sürecinde bir güvenlik ağı olarak kullandı. Yunanistan, gerginliğin yumuşatılmasından yararlanmak istiyorsa, onun da yumuşamanın yaşamasına yardımcı olması gerekiyor.

Yunanistan'ın sorunu

Tüm bunlara rağmen Yunanistan ne Doğu Akdeniz'de ne de Ege Denizi'nde yumuşamadan yanadır. Bu konuda Yunanistan'ın ileri sürdüğü birtakım görüşler vardır. Öncelikle Yunanistan, yumuşamayı bir zaaf ve zayıflık olarak görmektedir. Buradan hareketle Atina, yumuşamayı Türkiye'nin Yunanistan üzerinde siyasi bir üstünlük kurması şeklinde değerlendirmektedir. Yine Atina'ya göre yumuşama, Yunanistan'ın Türkiye'nin tezlerini kabul etmesidir. Benzer şekilde Atina, yumuşamanın Amerikan ve Yunan kuvvetlerinin Ege Denizi'nden çekilmesi anlamına geleceğini varsaymaktadır. Yunanistan bakımından gerçek sorun, yumuşamanın Türkiye'nin amaçlarına hizmet edip etmeyeceğinin bilinmemesiydi.

Şurası çok açıktır ki Doğu Akdeniz ülkeleri arasında başlayan normalleşme süreci yalnızca bölgesel tansiyonu düşürmekle kalmayıp aynı zamanda Yunanistan'a da bazı jeopolitik kısıtlamalar getirecektir. Zira Atina'nın uzun zamandır takip ettiği Türkiye'ye karşı blok oluşturma siyaseti önemini büyük ölçüde yitirecektir. Dahası Atina, stratejik ve taktik manevralarını doğudan batıya çekmek durumunda kalacaktır. Bu nedenle Türkiye-Mısır yakınlaşmasına yönelik en büyük tepkinin Atina'dan yükseliyor olması boşuna değil. Ankara-Kahire arasındaki ilişkileri jeopolitik ve realpolitik zemine oturtmak Türkiye'nin birinci önceliği olmalıdır. Her iki ülke bu konuda bir uzlaşı sağlarsa Libya krizine de birlikte çözüm getirebilir. Nitekim Libya'nın giderek daha çözümsüz hale gelip istikrarsızlaşması hem Mısır'ın hem de Türkiye'nin aleyhinedir. Bu bağlamda Doğu Akdeniz'deki barış ve istikrar düzenini Kuzey Afrika ile birlikte düşünmek son derece önemlidir. Mesele sadece Yunanistan'ın maksimalist politikaları olmamalı. Küresel ekonomik kriz çağında sorunların birlikte ele alınıp rasyonel bir çözüme ulaştırılması hayati önem arz ediyor. İçe kapanıklık, yalnızlaşma veyahut yüksek maliyetli bir dış politika takip etmenin yorucu etkisi şüphesiz çok fazla olacaktır. Bundan dolayı jeopolitik ve realpolitik gerçekliğin yanında iş birliği, yönetişim ve kazan-kazan formülünü önceleyen yeni bir ilişki yöntemine ihtiyaç duyulduğu da çok açıktır.

Başlangıçta Abdülfettah Sisi'nin temel önceliği kendi meşruiyetini sağlamak ve böylece darbenin etkilerini unutturmaktı. Bu dönemde Sisi'ye en fazla destek İsrail, Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerden geldi. Hatta Yunanistan Sisi'nin meşruiyet krizini Doğu Akdeniz'de bir koza dönüştürmek için fazlasıyla mesai harcadı. Günümüzde ise durum artık çok farklı. Sisi'nin öncelikler listesinde dış politika, ekonomi ve güvenlik ilk sıralarda yer alıyor. İşte bu noktada Türkiye'ye büyük işler düşüyor. İki ülke sorunlar üzerinden değil de iş birliği alanları üzerinden hızlı bir şekilde yol alabilir. İlişkilerin dosyalara ayrılması ve ayrım üzerinden diplomasinin işletilmesi bir hayli önemli. Türkiye bu konularda ziyadesiyle tecrübeli. Rusya ile yürüttüğü ilişkiler bu duruma en iyi örnek. Kaldı ki devletlerin her konuda birbirleriyle tam bir uzlaşı içerisinde olması beklenen bir hal değildir. Muhakkak bir anlaşmazlık alanı olacaktır. Bu nedenle bütüncül ya da topyekûn bir ilişki kurma dönemi artık geride kalmış bir uygulamadır.

Mısır şüphesiz bölgesel etki bakımından güçlü bir ülkedir. Bu yüzden bir bütün olarak Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesini neyin beklediğini düşünmesi gerekiyor. Bu bağlamda bölgesel güç kaymalarını doğru bir şekilde okuması ve bu doğrultuda Türkiye'yle ilişkiye geçmesi, yeni iş birliği alanları geliştirmesi hayati önem arz ediyor.

[email protected]