En uzak sınır komşumuz Ermenistan! Normalleşme yolunda

Oya Eren / Gazeteci, Yazar
6.05.2022

Ermenistan yönetimi Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmenin ülkenin çıkarına olduğunun bilincinde. Ermenistan çok taraflı bir politika ile bölgede Rusya'ya olan bağımlılığını azaltabilir. Bunun ilk küçük adımlarını attığını da görmek mümkün. Birkaç gün önce ABD ile Ermenistan arasında nükleer iş birliği anlaşması imzalandı.


En uzak sınır komşumuz Ermenistan! Normalleşme yolunda

Türkiye Ermenistan arasındaki ilişkiler, İkinci Karabağ Savaşı ve Azerbaycan'ın işgal edilen topraklarını kurtarmasının ardından yeni bir döneme girmeye başladı ve Türkiye'nin Azerbaycan'la koordineli olarak verdiği kararla Ermenistan'la normalleşme süreci için ilk adımlar atıldı. Bu kapsamda Türkiye ve Ermenistan özel temsilcileri ile iki ülke Dışişleri Bakanları bir araya geldi. Son olarak da 3 Mayıs 2022 tarihinde Türkiye ve Ermenistan Normalleşme Süreci Özel Temsilcileri Büyükelçi Serdar Kılıç ve Ermenistan Parlamentosu Başkan Yardımcısı Ruben Rubinyan üçüncü görüşmelerini Viyana'da gerçekleştirdi. Özel Temsilciler, süreci önkoşulsuz olarak sürdürmeye yönelik uzlaşılarını tekrarladılar. Normalleşme sürecinin başladığı 2022 yılının Ocak ayından bu yana üzerinde durulan net ifadelerden biri "önkoşulsuz ilişki" oldu. Ermenistan için ön koşul olarak olarak kabul edilen maddeler ise yıllardır "Ermeni Sorunu" olarak Türkiye'nin dış politika gündemine girdi ve dönem dönem de gündemde önemli bir yer işgal etti.

Ermeni sorunu, her daim güncelliğini korumasına rağmen az sayıda uzman dışında, ülkemizde konunun tüm yönlerinin bilinmediğini, anlaşılmadığını ve bu nedenle de konuya yaklaşımların farklı olduğunu ve ne yazık ki Ermeni görüşlerini olduğu gibi benimseyenlerin ortaya çıkmasıyla vahim yanılgılara da düşüldüğünü görmek mümkün.

Diaspora Ermenileri

Türkiye-Ermenistan arasında süren normalleşme sürecinin yeniden konuşulmaya başladığı bir dönemde sık sık dile gelen "Ermeni Sorunu" tabirinin ne anlama geldiğini ve içinde hangi maddeleri barındırdığını izah etmek konuyu değerlendirmede fayda sağlayacaktır.

Tarihsel süreçle ve sorunun çıkış noktasıyla başlayalım. Sevr Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'ndan Ermenistan'a toprak verilmesi gerçekleşmeyince, 1921 Moskova ve Kars ile 1923 Lozan Antlaşmalarıyla Ermenilerin toprak talepleri hukuken ortadan kalktı. 2. Dünya Savaşı'nın bitiminde ise Sovyetlerin Ermenistan'a toprak vermek amacıyla Türkiye'den toprak istemesi Ermeni milliyetçiliğini canlandırdı ardından da "soykırım" iddialarıyla beslenerek Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terörü ortaya çıktı. Ermeni terörü sona erdikten sonra ise Ermeni iddiaları siyasi mecraya geçti ve tanınma, toprak, tazminat taleplerine dönüştü. Ermenistan'ın soykırım iddialarının bazı ülkeler ve uluslararası kuruluşlarca resmen tanınması girişimleri başladı ve çarpıtılmış "1915 İddiaları", Türkiye'nin uluslararası alanda mücadele ettiği bir sorun haline geldi. Tüm bu maddelere 1990'ların başında Ermenistan'ın Karabağ işgali de eklenince iki ülke ilişkileri çözümsüz kalacak on yıllara girdi. Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsız Ermenistan'ı ilk tanıyan ülke olan Türkiye'nin, bırakın bu ülkeyle ilişkileri güçlendirmeyi, diplomatik bir zemini sağlayamamasının ardındaki sebeplerden en güçlüsü ise kuşkusuz diaspora Ermenileridir.

Ermeniler, göç eden tüm halklar gibi ikinci kuşaktan itibaren göç ettikleri ülkenin halkı arasında erimeye başladı. Ermenileri bir arada tutabilmek ve kimliği yaşatabilmek için çare arayışları başladı. Yeni nesil üzerinde etki sağlayacak bir milli arayış olarak, 1915 tehcirinin Yahudi soykırımı ile aynı nitelikleri taşıdığı ileri sürülüp bir "Ermeni soykırımı" mağduriyeti yaratılmaya çalışıldı. Ermeni gençleri bir beyin yıkamaya tabi tutularak atalarının soykırıma uğradığı iddiası ve Türklerden intikam alınması fikriyle beslendi. Kısa süre içinde bu empoze çalışması hem diasporada hem de genç Ermenistan Cumhuriyeti'nde "Büyük Ermenistan"ın kurulması hayallerini canlandırdı. Güçlendirilen soykırım iddialarıyla diasporada yeniden Ermeni bilincinin canlandırılması sağlandı. Ermeniler, kültürel değerleri temelinde değil sahte bir düşmana yani Türkiye'ye karşı birleşerek kimliklerini korumaya başladı.

Anadolu'dan göç eden Ermeni nesilleri arasındaki farklara kısaca değinmek, diaspora Ermenilerinin yarattığı yalan algı çalışmalarının başarısını göstermesi açısından önemli olabilir.

Birinci kuşak Ermenileri, küçük bir istisnai grup hariç, Türklere karşı tamamıyla bir suçlama yöneltmeyip, tehcirden sorumlu gördükleri kişileri sorumlu tuttular. En etkileyici örneği 1954 yılında yaşanmıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar o tarihte ABD'ye resmi ziyaret gerçekleştirdiğinde Kaliforniya'daki Türkiye'den göç eden Ermeniler Bayar'ın ziyaretinin bu eyaletteki tanıtım faaliyetini üstlenmişler ve "Cumhurbaşkanımız geldi" diyerek Bayar'a çok büyük yakınlık göstermişlerdi. İkinci kuşak diaspora Ermenilerinin, göç edilen ülkede doğdukları, eğitim aldıkları ve 1915 olaylarını anlatılanlarından öğrendikleri için Türklere karşı daha ılımlı olmaları beklenirken; "beyin yıkama" ikinci kuşağın, anne ve babalarından daha fazla Türklere karşı olumsuz hisler beslemelerine neden oldu.

Üçüncü nesil ve terör

Üçüncü kuşak Ermeniler doğal olarak yaşadıkları ülkeye tamamen adapte olmuş, Ermenice bile bilmeyen bir nesildir. Buna rağmen beyin yıkama sayesinde Türklerden en fazla nefret edenler üçüncü kuşak Ermenileridir. Türk diplomatlarını katleden Ermeni terörünün aktörleri de bu nesilden çıktı.

Yukarıdaki sıralamadan da anlaşılacağı gibi diaspora Ermeni nesillerinin Türkiye nefretleri ters orantılı. Uzmanlara göre ise bu psikolojik yönden doğal olmayan bir durum. İki ülke arasındaki uzlaşma çabalarının önündeki en büyük engellerden biri de işte, sahte düşmana karşı her nesilde artırılan bu beyin yıkama çalışmaları.

Yalnızlaştıran eylemler

Bugüne geldiğimizde iki ülke, yıllar süren çözümsüzlük ve kurulamayan ilişkilerde etkisi olan tüm başlıkları bir tarafa koyarak yeniden normalleşme yolunda adımlar atıyor. Görüşmelerde üzerinde durulan "ön koşulsuz ilişki" tabiri ne demek ve iki taraf için de ön koşullar nedir biraz değinmekte fayda var. Diaspora Ermenilerinin ve özellikle Taşnakların Türkiye'ye karşı dört aşamalı bir strateji izleyerek Ermenistan'a da bu yönde bir dış politika yönü verdirmeye çalıştıkları yıllardır bilinen bir gerçek. Türkiye'ye karşı benimsenen dört aşamalı stratejinin birincisi; 1915 tehcirini soykırım olarak dünya kamuoyuna duyurmak ve resmen tanınmasını sağlamak. İkinci aşama, 1915 olaylarının Türkiye tarafından soykırım olarak kabul edilmesi ve Türkiye'nin Ermenilerden özür dilemesi.

Üçüncü aşama, Türkiye'nin sözde "soykırıma" uğrayan kişilere veya onların varislerine tazminat ödemesi.

Dördüncü aşama, Doğu Anadolu'dan Ermenistan'a toprak verilmesi. Saydığımız bu dört aşama; diaspora tarafından zikredilmesi ve tüm propaganda araçlarıyla yayılmasının yanında, Ermenistan Cumhuriyeti tarafından da benimseniyor. İktidardaki tüm Devlet Başkanları, siyasetçiler ve kuruluşlar her dönemde farklı şekillerde bu maddeleri dile getirmekten imtina etmiyor.

Elbette diaspora Ermenilerinin var oluş amacı olan Türkiye karşıtı eylemleri ve 1915 olaylarını soykırım olarak kabul ettirme çalışmaları Ermenistan Cumhuriyeti'nin yalnızlaşması veya bölgedeki ekonomik izolasyonu göz ardı edilerek devam ediyor.

Diaspora Ermenilerinin 1915 olaylarını soykırım olarak kabul ettirme çalışmaları, kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ve siyasal faaliyetler olarak ikiye ayrılıyor.

Kamuoyu hafızasını yenilemek maksadıyla Ermenilerin soykırım iddiaları çeşitli lobi faaliyetleriyle devamlı olarak tekrarlanıyor.

Büyük mali boyutları olan bu faaliyetlerin yapılması için talepte bulunan bir kitle var. Bu da ortada bir "Ermeni Soykırım Endüstrisi" bulunduğunu gösteriyor. Bu endüstrinin varlığı, soykırım iddialarının devam ettirilmesinin ikincil de olsa, sebeplerinden birini oluşturuyor. Siyasal faaliyetler ise diaspora Ermenilerinin ülke parlamentolarının ve uluslararası kuruluşların soykırım iddialarını destekleyen kararlar almasını sağlamaya çalışmak.

Bu kararların Türkiye açısından hukuksal bir sonucu bulunmasa da tarihi gerçekler çarpıtıldığı ve ecdadımıza leke sürülmeye çalışıldığı için Türkiye soykırım iddialarına karşı hem yurt içinde hem de yurt iç dışında 1915 olaylarını belgelerle anlatmaya devam ediyor. Türkiye konuyu anlatırken teknolojiyi ve tüm modern propaganda araçlarını kullanmalı ve iftiralara karşı hukukçu, tarihçi ve medya mensupları gibi tüm ehil kişilerden yararlanmalı.

Görüldüğü gibi Ermenistan'la normalleşme sürecinde "ön koşul" olarak kabul edilen tüm maddelerin tarafı Ermenistan ve bu koşulları her yıl körükleyerek lobi çalışmalarını devam ettiren diaspora. Türkiye ise şimdiye kadar ön koşul olarak kabul edilebilecek tek maddeyi Karabağ'ın işgali sürecinde dile getirmiş ve işgal bitmeden Ermenistan'la diplomatik ilişki kurulamayacağını ve kara sınırının açılmayacağını çok net ifade etmişti. Şu anda da Türkiye'nin beklentisi yine Azerbaycan'ın sınırlarına ve toprak bütünlüğüne saygı.

Normalleşme süreci temkinli de olsa devam ederken ve bu kapsamda Viyana'daki görüşmenin gerçekleştiği sırada, Ermenistan'ın başkenti Erivan sokaklarında gösteriler sürüyordu.

Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak Partisi) öncülüğünde düzenlenen gösterilerde Başbakan Paşinyan karşıtı sloganlar atıldı. Eyleme katılanlar, "Türksüz Ermenistan" sloganları ve pankartlarla protestolara katıldı.

"Nikol'suz Ermenistan" diye bağıranlar da yine Karabağ hezimetinin ardından Türkiye'yle kurulan ilişkilerden rahatsız görünüyor.

Ermenistan'da hükümet karşıtlarının gösterileri hem aşırı milliyetçi Taşnak hem de diaspora tarafından destekleniyor. Ermenistan Cumhuriyeti hükümeti ise bölgedeki yalnızlığına son vermek konusunda bu sefer daha kararlı görünüyor. Türkiye ile başlayan normalleşme sürecine de zarar gelmesini istemiyor. Bunu 24 Nisan açıklamalarında da hissettiğimizi söylemek yanlış olmaz. Bu seneki 24 Nisan mesajlarında Ermenistan hükümet yetkilileri klasik demeçler dışında daha sert ifadeler kullanmaktan kaçındı. Ardından gelen Viyana görüşmesinde de Özel Temsilciler, iki ülke arasında bu süreç yoluyla tam normalleşmenin sağlanmasına yönelik daha önce ilan edilen hedefi teyit ettiler. Somut ilerleme için atılabilecek olası adımları ele aldılar ve süreci önkoşulsuz olarak sürdürmeye yönelik uzlaşılarını tekrarladılar. Bu açıklamalar ümit vadetse de, Ermenistan yönetimi ve Ermeni halkı üzerinde hala söz sahibi olan Ermeni diasporası, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde olumsuz bir faktör olmaya devam ediyor.

Çok taraflı politika

Ermenistan yönetimi Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmenin ülkenin çıkarına olduğunun bilincinde. Ermenistan çok taraflı bir politika ile bölgede Rusya'ya olan bağımlılığını azaltabilir. Bunun ilk küçük adımlarını attığını da görmek mümkün. Örneğin birkaç gün önce ABD ile Ermenistan arasında nükleer iş birliği anlaşması imzalandığı bildirildi. Denize çıkışı olmayan Ermenistan'ın istikrarı için Türkiye ile normal diplomatik ilişkileri geliştirmesi ekonomik ve politik olarak gerekli.

Azerbaycan'ın Karabağ Zaferinin ardından, yıllardır yürüttüğü uzlaşmaz tavrını bırakma yönünde adımlar atması Ermenistan'ı yavaş yavaş diaspora güdümünden çıkarabilir. Bu süreç Ermenistan için zorlu ve dengelerin değişebileceği karışık günleri beraberinde getirebilir. Ermenistan'ın özellikle Azerbaycan'la bölgedeki uzlaşı zeminini oturtması ve ateşkes ihlallerinden uzak durması, Türkiye'ye karşı yürüttüğü saldırgan çıkışlardan kaçınması ve diaspora destekli kronik Türk düşmanlığının esaretinden çıkması hayalini kurduğu istikrarlı bir ülkeye kavuşma yolunda büyük bir atılım olacak.

[email protected]