Enerji güvenliğinde kim neye razı?

Faruk Önalan / Yazar
21.10.2022

Putin "Kuzey Akım sabotajlarının arkasında kim var? Elbette Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri koparmak ve pazarı ele geçirmek isteyenler..." diyor. Türkiye'nin "gaz merkezi" olması önerisi karşısında Beyaz Saray yönetimi Moskova'ya güven duyulamayacağını ve müttefiklerin enerji çeşitliliği konusunda atılımlar yapması gerekliliğini vurguluyor.


Enerji güvenliğinde kim neye razı?

Türkiye konum olarak dünyanın en karmaşık, en hareketli coğrafyasının merkezinde bulunmaktadır. İçinde bulunduğu bölge, oldukça zorlu şartların yanında stratejik çıkarlar da barındırır. Irak savaşı, Suriye, Afganistan, Kafkasya ve Ukrayna'da yaşananlar, Akdeniz'de var olan çıkar çatışması Türkiye'nin önemini daha da ön plana çıkarmaktadır. Kovid-19 salgını iki yıl boyunca dünyayı derinden sarsmış, ülke ekonomilerine büyük zararlar vurmuştur. Salgının etkisi azalsa da -ortaya çıkan sonuçları itibariyle- artçı şokları güçlü şekilde hissedilmeye devam etmektedir. Tedarik zinciri sorununun getirdiği küresel yüksek enflasyon ile mücadele etmek adına yükseltilen faiz oranları, 2023 yılında küresel resesyon (durgunluk) riskini de artırmaktadır. Salgın sonrası Rusya'nın Ukrayna topraklarına girmesi ve bazı bölgelerini ilhak ettiğini açıklaması krizi daha da içinden çıkılamaz hale getirmektedir.

Diplomasi temelli yaklaşım

ABD ve Batı ülkelerinin Rusya'ya karşı sert yaptırım kararları alması, Kiev yönetimine her türlü lojistik desteği sağlaması diplomasi masasının kurulmasını zorlaştırmıştır. Bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, savaşan iki taraf ile de etkin diyalog yürüten tek lider olarak öne çıkması, dünya kamuoyunun takdirini kazanmaktadır. Tahıl koridorunun açılması, esir takaslarının gerçekleştirilmesi, ateşkes ve barış amaçlı masaların kurulması Ankara'nın yürüttüğü diplomasi temelli dış politika anlayışı sayesinde uygulanmıştır.

Koronavirüs salgını ve sonrasında meydana gelen Ukrayna Savaşı, büyük bir enerji krizini de beraberinde getirmiştir. Enerjide büyük oranda Rusya'ya bağımlı olan Avrupa ülkeleri bu krize hazırlıksız yakalanmıştır. Oysaki Kırım'ın ilhakı, Donbass bölgesindeki (Donetsk ve Luhansk) Rus destekli ayrılıkçıların hareketlenmesi gibi hadiseler, yaklaşmakta olan büyük krizin öncüsü niteliğini taşımaktaydı. Ne yazık ki güçlü ve öngörüsü yüksek bir liderden (Merkel'den sonra bu makas daha da açılmıştır) yoksun olan Avrupa Birliği, büyüyen tehdit karşısında sonuç alıcı tedbirler alamamıştır. Yaklaşan zorlu kış öncesinde kısa vadede bulabilecekleri kapsamlı bir çözüm de bulunmamaktadır. Bunun yerine vatandaşlarına yönelik tasarruf tedbirleri noktasında, yazılı ve görsel olarak, tavsiye niteliğinde kamu spotları yayınlamaktadırlar. Türkiye ise bu süreçte enerji kaynaklarını çeşitlendirme yoluna gitmiştir. Hali hazırda Rusya, Azerbaycan ve İran'dan gerekli olan doğal gaz ihtiyacını karşılayan Ankara, Irak'ın kuzeyindeki gaz sahalarından çıkarılan gaz için de girişimlerini sürdürmektedir. Uzun bir siyasi kriz sonrasında Bağdat'ın Cumhurbaşkanı'nı belirlemesiyle sürecin hız kazanması öngörülmektedir. Bu arada 1850 kilometre uzunluğu ile Ortadoğu ve Avrupa'nın en uzun ve en büyük çaplı doğal gaz boru hattı TANAP'ın (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi) 2018 yılında devreye girmesi ile Rus gazı alımlarında belirgin bir düşüş olmuştur.

Sabotajları kim yaptı?

Batı ülkelerinin yaklaşan kış öncesinde enerji sorununa alternatif çözümler bulmaya çalıştığı bir anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin stratejik bir hamle ile Türkiye'yi "gaz merkezi" haline getirme önerisini yapmıştır. Moskova'da düzenlenen "Enerji Haftası" etkinliği toplantısında oldukça önemli bir açıklama gerçekleştirmiştir. "Baltık Denizi'nde Kuzey Akım (1-2) hatlarında kaybedilen hacimleri Karadeniz'e yönlendirebiliriz. Böylece, Avrupa'ya yönelik yakıt ve doğal gaz kaynaklarımız için ana rotayı Türkiye üzerinden sağlayarak, Türkiye'de doğal gaz merkezi kurulabilir." Putin bu çıkışına gerekçe olarak, Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2 doğal gaz boru hatlarına yönelik terör saldırıları gerçekleştirildiğini ve bu hatların sürekli tehdit altında olduğunu göstermiştir. –Ki Putin, pek de haksız sayılmaz zira yaklaşık dokuz ay önce ABD Başkanı Biden, Kuzey Akım-2 hattını yok etmekle tehdit etmiştir. ABD'nin bu noktadaki amacı Avrupalı dev şirketlerin yönünü Washington'a dönmesini sağlamaktır. Putin de bu doğrultuda sözler sarf etmiştir: "Kuzey Akım sabotajlarının arkasında kim var? Elbette Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri koparmak ve pazarı ele geçirmek isteyenler..." Türkiye'nin "gaz merkezi" olması önerisi karşısında Beyaz Saray yönetimi, Moskova'ya güven duyulamayacağını ve müttefiklerin enerji çeşitliliği konusunda atılımlar yapması gerekliliğini vurgulamaktadır.

Fransa, akaryakıt ve enerji krizi sebebiyle günlerdir yoğun protestolarla karşı karşıya. Buna rağmen Macron, "gaz merkezi" meselesinde Ankara ve Moskova'ya ihtiyaç duymadıklarını dile getirmektedir. "Rusya ve Türkiye daha fazla gaz ihraç etmeye karar verebilirler. Ama bu, Avrupa Birliği'ne olamaz." Paris yönetimi, enerji transit hattının tam ortasında yer alan Türkiye ile işbirliği yapmak yerine Yunanistan'a arka çıkmakta, Atina'nın haksız tezlerine destek vermektedir. Bu yüzdendir ki, -özellikle Doğu Akdeniz'de- Türkiye karşıtlığında ön saflarda yer almaktadır. Türkiye'nin, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan, meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yapmış olduğu "Deniz Yetki Alanları" anlaşması Atina yönetimi ve onun arkasındaki Paris'e büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştır. Çünkü Akdeniz'de elde edilen enerji kaynaklarını Kıbrıs ve Girit üzerinden Yunanistan'a oradan Avrupa'ya taşımayı amaçlayan Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi (EASTMED) işlevselliğini yitirmiştir. Akdeniz'de Türkiye'nin dışlandığı bu hat, -Ankara'nın yaptığı hamleler sayesinde- artık bir anlam ifade etmeyince ABD de desteğini çekmek zorunda kalmıştır. Tüm bunların üstüne, Türkiye ve Libya arasında yakın zamanda imzalanan hidrokarbon alanında mutabakat muhtırası başta Yunanistan olmak üzere Avrupa Birliği'nin tepkisini çekmektedir.

Çözümün anahtarı

Gerek ABD gerekse AB ülkeleri enerji nakli konusunda Türkiye'nin öneminin farkındadır. Ancak bunu değerlendirme konusunda gerekli girişimleri yapma konusunda fazla istekli görünmemektedirler. Türkiye'nin bir gaz dağıtım merkezi olmasının uzun vadede çok önemli bir getirisi vardır. Üstelik bu durum sadece Türkiye'ye değil Avrupa ülkelerine de büyük katkı sağlayacaktır. Gaz merkezinin hayata geçirilmesi noktasında iki tarafın yetkili makamları hızlıca çalışmalara başlamıştır. Alt yapı konusunda zaten bir sıkıntı bulunmamaktadır. Öte yandan Rus gazına bağımlılık azaltılmak isteniyorsa, çözümün anahtarı yine Ankara'dadır. 2018 yılında hizmete giren TANAP'ın Avrupa'ya bağlantı kısmı olan TAP (Trans Adriyatik Boru Hattı) 2020 yılında sonunda hizmet vermeye başlamıştır. Gerekli çalışmalar yapılacak kapasite artırımı ile TANAP / TAP üzerinden Avrupa'nın ihtiyacı önemli derecede karşılanabilir. Diğer yandan Akdeniz'de elde edilecek kaynakların da en uygun şartlarda sevk edilmesi Türkiye ile mümkündür. Ankara'yı devre dışı bırakarak yapılacak hamlelerin bir getirisi bulunmamaktadır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da yapılan çalışmaların hem Avrupa hem de Türkiye'nin yararına olacağını belirtmiştir. "Avrupa'nın enerji krizinin hafifletilmesinden yanayız çünkü Avrupa'nın her bakımdan zayıflaması Türkiye'nin çıkarına değildir, tam tersi aleyhimizedir. Avrupa'nın bu sorunlarının aşılmasında biz katkı sağlıyoruz ve sağlamak da isteriz."

Şartlar ağırlaşıyor

İngiltere ve Avrupa gaz ihtiyaçlarının bir kısmını Norveç'ten karşılamaktadır. Yaşanan enerji krizi sebebiyle Norveç, AB'ye tedarik ettiği gazı yüzde sekiz oranında artırmasına rağmen soruna kesin bir çözüm getirememektedir. Ayrıca Oslo, AB'nin tavan fiyat getirme önerisine karşı çıkmaktadır. Tankerler aracılığı ile sıvılaştırılmış gaz (LNG) sevkiyatları da yaraya merhem olmaktan oldukça uzaktır. Şartlar ağırlaştığı için kömür ve nükleer enerjiye yönelim daha fazla olacaktır. Fransa, Ocak ayına kadar 45 nükleer reaktörün aktif hale gelmesi için çalışmalara başladı. Ancak grevler nükleer santrallere sıçramış durumda olduğu için bu amacına planladıkları süre içinde ulaşmaları mümkün görünmemektedir. Almanya ise, yıl sonunda kapatılması kararlaştırılan üç nükleer santralin faaliyetini, enerji krizi nedeniyle uzatma kararı almak zorunda kalmıştır. Bu süreçte nükleer enerji karşıtı "çevreci" örgütler, nükleerin faydaları konusunda demeçler vermeye başlamışlardır. Mersin Akkuyu Nükleer santralinin yapılmaması için propaganda faaliyetleri yürüten,- Türkçe yayın yapan- yabancı medya organlarında, kendi ülkelerindeki nükleer santrallerle ilgili ardı ardına olumlu makaleler yayınlanması oldukça dikkat çekici bir durumdur.

Rus, İran, Azeri gazının yanında Irak gazının da eklemlenmesi, kendi kıta sahanlığında ya da ikili anlaşmalarla arama yaptığı sahalarda çıkardığı ve -kuvvetle muhtemel- çıkaracağı kaynaklarla Türkiye, ilerleyen dönemlerde zaten bir "gaz merkezi" haline gelecektir. Ukrayna Savaşı er ya da geç bir şekilde sona erecektir. İşte o zaman Türkiye'nin pozisyonu çok daha net anlaşılacaktır. Hal böyle iken; ön yargılar, küçük hesaplar üzerinden hareket etmekten vazgeçilir, "kazan-kazan" ve "eşit ortaklık" temelinde hareket edilirse eğer Türkiye ile yapılacak işbirliğinin faydaları kısa sürede görülecektir.

[email protected]