Enformasyon artarken anlam azalıyor

Hüseyin Karaca / Yazar
23.07.2021

Nefret söylemi, gittikçe yaygınlaşan yeni medya platformlarıyla kontrolün imkansız olduğu bir alana ilerledi, önünde kullanıcıların etik anlayışı ve vicdanı dışında bir bariyer kalmadı. İNGEVtarafından yapılan araştırmaya göre, toplumun dörtte birinin farkında olmadan bir parçası olduğu sosyal mecralarda siber şiddetin "normalleşmesi" gibi büyük bir tehlike mevcut.


Enformasyon artarken anlam azalıyor

Sosyal medya, insanın bilgiye ulaşmak yanında bilgi kaynağına dönüştüğü çok yönlü bir düzen getirdi. Bu noktada artık; kaynak, mecra ve alıcıdan oluşan klasik iletişim şemasından bahsetmek anlamını yitirmiş durumda. Karşılıklı bir akış söz konusu ve bu akışta taraflar birbirini sürekli değiştirip dönüştürmekte. Teknolojik determinizmin öncü isimlerinden ve iletişim kuramcısı Marshall McLuhan'ın ifadesiyle "Teknolojilerimizi biz şekillendiririz ve onlar sırası geldiğinde bizi şekillendirir". İnternet teknolojileri gerçekten insanı şekillendirmekte, talep ve davranışlarına yön vermektedir. Örneğin insanlar mektup yazmak yerine artık e-posta yazıyor, hatta anlık mesajlaşma uygulamaları üzerinden iletişim kuruyorlar. Çünkü mektubun tek yönlü yapısı ve ulaşma süresi gibi faktörler, günümüzde ulaşılan teknolojinin dönüştürdüğü insanın ihtiyacına cevap vermemektedir. Çok daha hızlı ve karşılıklı iletişim imkanı varken, insanlar artık daha düşük bir iletişim yöntemiyle tatmin olmamaktadır.

Zihnin işleyişi değişti

McLuhan'ın teknoloji ve medya incelemelerinde, yaşadığı dönemin en yeni ve etkili iletişim aygıtı olan televizyon başat bir rol oynamaktadır. "Yaradanımız Medya: Medyanın Etkileri Üzerine Bir Keşif Yolculuğu" kitabında, televizyonun gözün bir uzantısı olmadığını söyleyerek duyu organlarımız arasındaki dengenin televizyonla bozulduğunu ve artık zihin işleyişimizin tamamen değişime uğradığını belirtir. Televizyon artık duyu döngümüzü tamamlamakta, pasif olan görme eylemini aşarak tüm duyularımızı aktif bir biçimde ve eş zamanlı kullanmamızı, adeta tüm benliğimizle kendisine katılmamızı icbar etmektedir. McLuhan'a göre bu durumda artık çocuk yetiştirmede ailelerin hiçbir işlevi kalmamıştır; çünkü televizyon sayesinde gelen "enformasyon yumağı" bu imkanı ortadan kaldırmıştır. (Dikkat! İnternet değil, henüz emekleme dönemindeki televizyondan bahsediliyor.)

Biçimlenen yeni insan

İnsanın kendisi de dahil olmak üzere herhangi bir olay, olgu veya nesne bir medium (araç/aracı) üzerinden dolayımlandığı andan itibaren, o artık başka bir gerçeklik düzleminde var kılınmış olur. Bu düzlem, anlam alanları farklı da olsa her şeyi nesneleştirir ve kendi içinde soğurarak etiketler. Özge-varlık ortadan kalkmıştır artık. Örneğin yüz yüze iletişimdeki dolaysızlık, karşılıklı mesaj alışverişinin tüm duyularla algılanmasını temin eder ve bu da her duyunun kendi düzlemlerinde algıladığı kodların bir bütünlük oluşturarak "anlam" dediğimiz olguyu meydana getirmesini sağlar. Denkleme araç ya da aracı girdiğinde ise en azından bir duyu boyutu devre dışı kalacaktır. İşte bu noktada dönüşen, eksilen ya da bozuma uğrayan anlam, artık mesajı iletenin kastettiği anlam değil, araç tarafından kurgulanmış ya da yeniden forme edilmiş bir anlamdır. Enformasyonun sürekli olarak üstümüze boca edildiğini ve bir enformasyon alındığında hemen eskiyerek yerini yenisine bıraktığını söyleyen McLuhan, bu ifadeleriyle bir tahakkümü işaret etmektedir. Günümüzün yeni medya olanaklarını ve iletişim teknolojilerinin geldiği seviyeyi göz önünde bulundurduğumuzda bu tahakküm çok daha net bir şekilde anlaşılabilecektir. Sosyal medya platformlarındaki her adımımız, beğenimiz, paylaşımımız, e-ticaret sitelerinden yaptığımız her alışveriş, arama motorlarında yaptığımız aramalar; kendimizi gözetime açarak bir anlamda yeni medyanın üzerimizdeki tahakkümünü gönüllü olarak kabul ettiğimiz anlamını taşıyor. Esasında, 'gönüllü tahakküm' yeni medyaya karşı bir seçim özgürlüğümüz olduğu yanılsaması oluşturmaktaysa da durum bunun da ötesindedir. Çünkü insanın dijital platformlarda yer alması gittikçe bir zorunluluk halini almakta, yaşadığımız dünyanın gerçekliği bu 'sanal' platformlarda bulunmayı hem gündelik hayat pratikleri hem de toplumsal statü gereği adeta dayatmaktadır. Örneğin; yaşadığımız pandemi sürecinde, kamu kurumları da dahil birçok kurum ve kuruluştan sadece dijital platformlarda hizmet alabilmemiz, eğitimin online platformlara taşınması bunu en iyi şekilde göstermektedir.

Öğrenme iştiyakı

Sosyal medya platformları, gitgide bir toplumsal statü göstergesi haline de gelmektedir. Eğitim ve gelir düzeyi, meslek gibi kriterler toplumsal açıdan birey için nasıl bir ölçüt vazifesi görüyorsa kişinin sosyal medya platformlarındaki varlığı da bu bağlamda belirleyici bir unsur halini almaktadır. Öyle ki, neredeyse sosyal medya platformlarının her biri, ayrı birer habitus durumundadır. Dolayısıyla, pratikte bu dünyaya dahil olmama gibi bir seçenek bulunmamaktadır. Gelinen durum, McLuhan'ın bahsettiği kişinin mahremiyet gereksinimi ile ötekinin öğrenme iştiyakı arasındaki ikileme işaret etmektedir. Çünkü sosyal medya platformları mahrem ve mahremiyet anlayışını bütünüyle dönüştürerek adeta panoptikon bir düzlem oluşturmaktadır. Üstelik bu panoptikonda bireyler hem gözetlenen hem de gözetleyen olabilmektedir. Doç. Dr. Bengül Güngörmez'in bu sayfalarda geçtiğimiz yıl kaleme aldığı "Uzaktan eğitim, dijital kültür ve dikizleme çağı" başlıklı yazısında ifade ettiği gibi "Fotoğraflarını ve videolarını sosyal hesaplarına yükleyenler dikizlenmek istiyorlar, onları izleyenler de dikizlemek. Dikizleyenlerle dikizlendiklerini bilenler bir bütün."

Teknolojik imkanların gelişmesine, iletişim olanaklarının artmasına karşın günümüz insanının artan iletişimsizliği, bir yandan da Jean Baudrillard'ın tespitini doğrulamaktadır. Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon'da "Haber enflasyonu ile anlam deflasyonu arasında, anlamın haber tarafından yok edildiği zorunlu bir ilişki vardır." diyerek, artan enformasyonun insanları tepkisizleştirmesine dikkat çekiyordu. Gerçekten de tüm medyalardan yoğun bir enformasyon akışı karşısında bireyin hiçbirine odaklanma ve dolayısıyla anlama, anlamlandırma imkanı olmamaktadır. İnsanın algısını körelten ve duyarsızlaştıran bu enformasyon ortamı, psikolojik yönden bir ihtiyaç olan iletişimin karşılanamamasını beraberinde getirmektedir. İnsanların birbirleriyle iletişim kurmaları için yeni yollar olduğu iddiasındaki sosyal medya ve modern iletişim teknolojileri, pratikte bu iddianın tam aksi yönde bir misyon ifa etmektedir. Bu düzlemde birey de kalabalıklar içinde bir yalnızlığa, anlam boşluğuna düşmektedir. Richard Tarnas'ın, Batı Düşüncesi Tarihi adlı eserinde insanın ve anlamın algılanan nesneden koparıldığını ifade etmek için kullandığı "ontolojik evsizlik" halidir bu. Yani anlamla nesnesi arasında, dolayısıyla insanla nesne arasındaki bağın, alakanın, münasebetin ortadan kalkması durumu. Kendisinin bu dünyadaki varlığını doğru konumlandıramayan insan, diğer nesnelerle, olaylarla, kişilerle münasebetini de doğru kuramamaktadır. Yeni medya teknolojileri, hangi toplum ve kültürün üyesi oldukları farketmeksizin tüm insanları aynılaştırarak onların görme biçimlerinin tektipleşmesine, derinlikten yoksun yüzeysel bir algıya sahip olmalarına yol açmaktadır. Sosyal ağlar tarafından neyi beğenmemiz, neye nasıl tepki vermemiz gerektiği, adeta farkında olmadan bize dayatılmakta ve estetik algılarımız dönüştürülmektedir. Bu durum aynı zamanda düş ve düşünce bağının ortadan kalkmasına yol açmakta; bu bağın ortadan kalkması da dil sorununu doğurmaktadır. Çünkü teknolojinin biçimlendirdiği duyuş, görüş ve algılama biçimimiz kaçınılmaz olarak kullandığımız dilin daralmasını da beraberinde getirmektedir.

İletişim değil, yıkım süreci

Görünürde iletişim imkanlarını genişleten ve çeşitlendiren yeni medyadaki zorbalık ve nefret söylemi, insan için bir ihtiyaç olan iletişimin bu teknolojilerle karşılanamadığını, aksine psikolojik ve duyusal düzeyde insan için bir yıkıma yol açabileceğini göstermektedir. Zira nefret söylemi; gittikçe yaygınlaşan yeni medya platformları sayesinde kontrolün neredeyse imkansız olduğu bir alana kavuşmuş; önünde kullanıcıların etik anlayışı ve vicdanı dışında bir bariyer kalmamıştır. Yeni medya platformlarındaki paylaşımlarda yer alan nefret söylemine ilişkin en tehlikeli ve üzerinde durulması gereken özelliklerden biri de aşırı uçlarda yer almayan bireylerin de zamanla bunu içselleştirilebilmesidir. Bir yandan yukarıda Baudrillard'in ifade ettiği, artan enformasyonun anlamı ortadan kaldırması ve tepkisizleşme diğer yandan bir tür mahalle baskısı diyebileceğimiz bir gruba aidiyeti göstermek için kişinin diğerini ötekileştirmek zorunda hissetmesi neticesinde yaygınlaşan nefret söylemi ve sanal zorbalıklar gitgide doğal ve kabul edilebilir bir görünüm kazanmaktadır. Nitekim bu durum araştırmalarla da doğrulanmaktadır. İnsani Gelişme Vakfı Toplumsal Araştırmalar Merkezi (İNGEV) tarafından 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre "Toplumun dörtte birinin farkında olmadan bir parçası olmaya başladığı bu ortamda siber şiddetin "normalleşmesi" gibi büyük bir tehlike içindeyiz. Yeni medya platformları, bilginin demokratikleşmesi, farklı seslerin ve fikirlerin ifade edilebilmesi ve toplum yararına kamuoyu oluşturulması gibi hususlarda önemli bir işleve sahiptir. Fakat farklı toplumsal kesimlerin seslerini duyurmasına zemin teşkil eden sosyal ağlar, bir yandan da "öteki"ne, toplumun farklı kesimlerine yönelen nefret söyleminin yaygınlık kazanmasını ve normalleşmesini beraberinde getirmektedir.

Etik ve estetik kaygılar

McLuhan'ın ifadesiyle artık bir "uzvumuz" haline gelen iletişimdeki bu teknolojik aygıtları kesip atmanın imkanı olmadığı bir zeminde, mücadelenin en etkili aracı yine yeni medyanın kendisi ve bu medyanın kullanımına dair bilinçlendirme çalışmaları olabilecektir. Özellikle bu medyanın içine doğan 2000 sonrası kuşağın; etik, estetik ve kültürel değerlerinin büyük ölçüde yeni medya eliyle şekillendiği gerçeğini düşündüğümüzde, yapılması gerekenlerin aciliyet ve önemi sanırım anlaşılabilecektir. Dolayısıyla, adeta bir seferberlik başlatılarak özellikle ilköğretim ve liselerde etkin ve kuşatıcı bir yeni medya eğitimi sürecine girilmelidir. Bu da karşımıza bu eğitimi verecek eğitmen problemi çıkarmaktadır. Çünkü bu eğitimin mevcut uygulamadaki medya okuryazarlığı gibi verilmesi maalesef hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bunu aşmanın yolu da alan akademisyenleri ve özellikle sektör profesyonellerini sürece dahil etmekten geçer. Bu gruplarla iş birliği neticesinde oluşturulacak eğitim formatı, yine teknolojinin imkanlarıyla interaktif olarak ülkemizdeki tüm seviye eğitim kurumlarına ulaştırılabilecektir. Pandemi sürecindeki uzaktan eğitim deneyimi ve TRT eba uygulamaları bu anlamda bir ön hazırlık işlevi görmüş durumdadır. Üstelik bu şekilde çok spesifik bir alan olduğu için, nitelikli eğitmen yetiştirme ve ülkenin her köşesindeki yeni medya eğitiminin nitelik sürekliliğini sağlama gibi uygulamada aşılması güç bir problem oluşmayacağı gibi zaman ve maddi kayıpların da önüne geçilebilecektir.

Artık hayatımızın her alanını kuşattığı için sosyal, kültürel ve eğitim alanlarındaki tüm emek, mesai ve harcamaların heba olmasına yol açabilecek büyük bir tehdit ve tehlikeyle karşı karşıyız. Sanal, gerçeği yutuyor ve ayağımızın altındaki zemin kayıyor!

[email protected]