Engin Özkoç’a haddini bildirin!

Dr. Tacettin Kutay / Türk-Alman Üniversitesi Öğretim Üyesi
24.11.2019

Kocasına çay getiren kadın filmi için dünyayı ayağa kaldıran feministler neredesiniz? Özlem hanımın itibarını korumayın. Kendisi koruyor zaten. O çok meraklı olduğunuz diskur tartışmasına davet ediyorum sizleri. Buyurun, önünüzde Engin Özkoç. En iyi bildiğiniz şeyi yaparak çaçaronluk yapmaya ve Engin Özkoç’un başının etini yemeye davet ediyorum sizleri.


Engin Özkoç’a haddini bildirin!

Bir ahbabımla aramda geçen bir hikayeyi anlatacağım. Yirmidört Tv’de yorumculuk yaptığımız dönemdi. Beni sık sık o şoför abi evimden alır evime bırakırdı. Altın kalpli bir adam. O sebeple adına Ahmet diyeyim. Ahmetler iyi olur. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor. Hani şu neticede serlevhasını Muharrem İnce’nin astığı seçim: “Adam kazandı!”. O seçim. Ahmet abiyle sık sık dünyayı kurtarıyoruz yolculuklarımızda. Beykoz’dan İkitelli’ye çok yol var neticede, o yol dünyayı kurtarmadan geçmez. Ahmet abi demkeş, bana iyi rakının nasıl olacağını falan anlatıyor, eski taksici esnafı olarak sektörün zorluklarından bahsediyor. Bir gece çıktık, eve götürüyor beni “Ahmet abi kamuoyu araştırması yapıyorum şu anda. Seçimler ne olur? Temenni değil analiz lütfen. Bana seçim tahminini söyle” dedim. “Hocam bir değişim şart” dedi. Yani “Erdoğan kaybedecek?” dedim. “Allah korusun hocam” dedi. “E değişim?” dedim. “Yani yirmi yıldır hep aynı adam yönetti ülkeyi, bir başkası gelse iyi olur” dedi. “He anladım, Muharrem İnce kazansın o zaman” dedim. “Yok hocam yedi düvel yüklenmiş durumda. Erdoğan kaybederse biteriz” dedi. “Değişim istiyorsun ya Ahmet abi”. “Evet hocam değişse aslında Cumhurbaşkanı, yeni bir nefes gelse memleket de nefes alacak belli oranda” dedi. “Ahmet abi, başım dönüyor” dedim. “Hayırdır hocam bir hastaneye çekeyim mi?” dedi. “Abicim Erdoğan gitsin mi kalsın mı?” dedim. “Allah başımızdan eksik etmesin” dedi ve ben bu hayır dua üstüne Ahmet abiye başka bir şey söyletmek istemedim. Fakat içim içimi yiyor. Beykoz’a vardık ve ben Ahmet abi ile bir centilmenlik anlaşması yaptım. Her kul gibi onun da tenakuza düşebileceğine, ancak intervallerin en azından bir yarım saat-kırk beş dakika olması gerektiğine ikna ettim Ahmet abiyi. Otuz saniye aralıkla yoyo gibi olmaz. 

Açık hava dershanesi

Çok değil bir hafta oldu, memleketi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı sosyal içerikli bir film üzerinden yangın yerine çevirdiler. Sosyal medya, haber kanalları, gazeteleri. Zaten emirber nefer gibi bekleyen niceleri var, gündeme argüman gelse de bizi de sahaya sürsünler diye. Destur demeden kavga yine başladı. Efendim, filmde kadın eşine çay servisi yapıyormuş da bu kadının falancalaştırılmasıymış da filancalaştırılmasıymış. Nasıl böyle bir film çekermiş Diyanet? Bana kalırsa zaten baştan aşağı saçmalık, tartışmasına dahi girmeyeceğim ama mesele önümüze düşüyor bir şekilde ve sorunun muhatabı haline geliyoruz ister istemez. Zaten Türkiye’de feminist talepler saçma bir diskur tartışması üzerinden yürüyor. Her şey iyice allak bullak ve anlaşılmadık hale geliyor. “Kız” demeyecekmişiz efendim örneğin bundan kelli. “Kadın” diyecekmişiz. “Yahu ağzı lolipop kokuyor, ayağında Sünger Bob çorabı var ne kadını? Ufacık çocuk bu.” diyorsun ya, deme onu da zira bir anlamı yok. Adam kilitlenmiş bir defa. İkna edemezsin. Dahası nerede yaşadığından da haberi yok. Bayan da demeyecekmişiz efendim. Tek izah da erkeklere bay demiyor oluşumuz. Demediğimiz de bir kabul. Yani yine bir whataboutism ile muhatabız. Baylara bay demiyormuşuz da bayanlara bayan diyormuşuz. O sebeple o günden sonra bayan demeyecekmişiz. “Ben erkeklere de bay diyorum” dedim yine bir toplum terbiyecisine. “Yalan söylüyorsun” dedi ve konu orada kesildi. Sanayide “bujiler meme yaptı” derler ya. Onun nasıl bir şey olduğunu orada gördüm.   

28 Şubat bitmedi mi?

Hepimiz ikrah ettik, illallah dedik bu eski zaman ideolojilerinin artıklarının bütün cemiyeti terbiye etme çabalarından. Öyle ahlaki bir kanon üzerinde anlaşmaya varmaktan falan bahsetmiyorum, yahut sigara gibi bir sağlık sorunundan. Hemen “Erdoğan da memleketi liseye çevirdi ona desene bu sözleri” demeyin. Farkındayım whataboutism hevesinizin. Ben bir başka şeyden bahsediyorum. Küçük bir çocuktum, kadın denmezdi kadınlara, zira Kemalist devrim muhafızı teyzelerimiz ağzımıza biber sürerdi. “Bayan deyin oğlum. Nazik konuşun”. Seksen ihtilali yeni olmuş zaten, memleket açık hava dershanesi gibi. Evren, esnafa siyah yahut lacivert çöp kovasını kapının önüne koymayı ve muntazaman dükkanın önünü süpürmeyi talim ediyor. Esnafın ekserisi muntazam tıraşlı. Öyle müşteriye saygısından yahut hatundan korkusundan değil. Dedim ya, memleket açık hava dershanesi gibi. Lisede benim başıma gelen başına gelse ve “git tıraş ol gel” diye geri gönderilse dükkanı açamayacak, sonra anlatsın dursun pastacı Sami, aslında dükkanından böcek çıkmadığını, tek fazlalığın bir milimetrelik dünden kalma sakal olduğunu. İşte böyle bir ortamda kendisini açık hava dershanesinin mürebbiyesi zanneden Kemalist teyzelerimiz tembihleye tembihleye bize “bayan” demeyi öğretti. Yoksa hangimiz ne bilirdik bayan kelimesini. Hanım denirdi bizim evde. Frau Rotenmayer kılıklı o teyzeler öğretti. Fırça ata ata, eze eze onlar öğretti. Heh o nalet kelime var ya, o tedavülden kalkmış, zira Türk solunun en gözde komikliği olan neo bilmem ne feministler yeni bir tartışmada bayan denmemesi gerektiği sonucuna ulaşmışlar. Daha doğrusu huylarını biliyoruz. İçlerinden birisinin ses, fazla çıkmıştır, avaneleriyle birlikte diğerlerinin kafasına vura vura bu fikri kabul ettirmiştir. Sol hangi konuda oy birliği ile karar almış ki bu konuda alsın? Hulasa memleketimiz solunun nerede yaşadığına dair bir kanaati hiç bir zaman olmamış. Bugün de yok. 1990 yapımı Raziye filmini mideniz bulanana kadar izleyin lütfen. Kimle muhatap olduğumuzu ve jakobenizmin iğrenç hudutlarını bir kez daha hatırlayın. Hatta mümkünse ayda bir izleyin o filmi. Diri tutsun, dinç tutsun sizleri. 

Diyanet’in filmi üzerinden giriştiğimiz tartışmalar henüz gündemimizden düşmüştü ki, CHP grup başkanvekili Engin Özkoç, Gazi Meclis çatısı altında senaryosu oldukça belli bir piyes sergiledi. Öyle ki, kahvede pişpirik oynayan amcalar “ulan böyle grup başkanvekili mi olur?” dediler. Ak Parti grup başkanvekili Özlem Zengin’e, öyle sanıyorum ki makam itibariyle kendi dengi görerek, “ulan, kadın, had bildirmek” diyerek saldırdı. Denkliğin ancak tabelada olabileceğini gösteren bir şey işte. Özlem hanım bunun üzerine bir konuşma yaptı. Hemen hepimiz mütehassis olarak izledik. İhale mutemedleri hariç hepimiz “keşke orada biz de olsaydık” dedik. İhale mutemedleri demediler. Şükür ki demediler. Şahsen parazite tahammül eşiğimi aşalı çok oldu, kavgaya girerken bir de asalak dengeciliğine gelemem. Ama dedim ya, Özlem hanım asalakların da itibarını kurtaran, biz acizlerin de haysiyetini temizleyen bir konuşma yaptı. Avukattır, vekaletim onda olsun. Engin Özkoç’a haddini bildirdi. Şimdi bir başka şeyi konuşalım. Engin Özkoç’a haddini Özlem hanım bildirdi, terbiyesizliğini yüzüne vura vura özür de diletti. Engin Özkoç’a, bin yıl sürecek sandıkları 28 Şubat’ın henüz bitmediğini sandığı için de haddini hepimiz bildiririz. Peki “Bu kadına haddini bildirin!” diyen Engin Özkoç’a haddini kim bildirecek? Bayan değil de kadın dediği için diskuru kurtardı. O konuda Özlem hanımdan daha layık feministlerce savunulmaya. Fakat, bir kadını isimsizleştirerek, ‘kadın’ haline getirmek; tahsilini, geçmişini, kimliğini, statüsünü yok saymak? Peki bir kadının had bildirilecek bir kimse olduğunu düşünmek ve bunu broşları titrercesine, ulan diye başlayan cümlelerle dile getirmek? Yahu kocasına çay getiren kadın filmi için dünyayı ayağa kaldıran feministler neredesiniz? Özlem hanımın itibarını korumayın. Kendisi koruyor zaten. 

Diskur tartışması

O çok meraklı olduğunuz diskur tartışmasına davet ediyorum sizleri. Buyurun, önünüzde Engin Özkoç. En iyi bildiğiniz şeyi yapmaya, çaçaronluğa ve Engin Özkoç’un başının etini yemeye davet ediyorum sizleri. Ütmeye de gerek yok. “Bu kadına haddini bildirin!” cümlesini sakallı takunyalı bir amca etmişçesine gramer, irab vb bir tahlil yapın ve bir şeyler söyleyin. Bakın daha bir hafta önce kadının yüceliğinden bahsederken ona buna “çiçek babandır” diyordunuz. Ben şoför Ahmet abiyi ikna ettim. Tenakuzlarının arasında sindirilebilir bir aralık olacak. Ne olur sizlerin de olsun. Tamam, 28 Şubat günlerinde konuşmak cesaret gerektiren bir şeydi ve o dönemde Ecevit’in kurduğu o cümleyi eleştiremediniz. Şimdi neredesiniz ya hu? Frau Rotenmayer gibi ortalarda gezinen, çanımıza ot tıkayan ablalar ve o ablalardan daha feminen toplumsal cinsiyet kuramcısı arkadaşlar. Sizlere soruyorum. Kadın had bildirilecek bir obje midir? Kadının kadın olarak isimsizleştirilmesi ve bir obje derekesine indirilmesi kabul edilebilir bir şey midir? Bu sorulara cevap verebilmeniz için Özlem hanımın YPJ’ye, Engin Özkoç’un da Ak Parti’ye mi katılması gerekiyor? İnsafınıza falan havale etmiyorum. Olmayan, kadük insafınıza. Gururunuza ve onurunuza, her değerinizi araçsallaştırdığınız gibi onları da araçsallaştırdığınız gururunuza ve onurunuza havale ediyorum: Engin Özkoç’u size bıraktım. Lütfen bu adama haddini bildirin!

@Tacettin_Kutay