Entegrasyon değil ‘egemen eşitlik'

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
29.08.2023

AB'nin Kıbrıs Türklerine sunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal fırsatlar, Kıbrıs Türk halkının Türkiye'ye duyduğu güveni ve bağlılığı zayıflatmaktadır. Günümüz itibariyle Kıbrıs Türklerinin dünyayla entegrasyonunun, AB veya İngiliz vatandaşlığı üzerinden kolay bir şekilde gerçekleştiği hatırdan çıkartılmamalıdır. Bu, AB'nin ve İngiltere'nin KKTC'deki en önemli yumuşak güç aracıdır.


Entegrasyon değil ‘egemen eşitlik'

Kıbrıs'ta Türkler ile Rumlar arasında uzun süredir devam eden bir bölünme ve anlaşmazlık durumu söz konusudur. Tarihsel süreç içerisinde bu vaziyet ziyadesiyle pekişmiştir. Adadaki bölünmenin ve iki ayrı siyasi ve toplumsal düzenin ortaya çıkmasının temel nedeni, Kıbrıslı Rumların adanın tarih boyunca Yunan etkisi altında kaldığını ve antik dönemden beri Yunan kültürünün bir parçası olduğunu ileri sürmeleridir. Bu düşünceden hareket eden Rumlar, Kıbrıs'ın Yunanistan'a katılmasını ifade eden Enosis fikrine dört bir koldan sarılmışlar ve nihayetinde onların bu iflah olmaz arzuları yüzünden ada kalıcı bir şekilde ikiye bölünmüştür. Dolayısıyla iddia edildiği üzere, Kıbrıs'ın bölünmüşlüğünün müsebbibi Türk askeri müdahalesi olmayıp Kıbrıs'ın Yunanistan'a katılmasını milli bir hedef olarak gören ve hatta bu uğurda kan dökmeyi bile göze alan Enosis taraftarı Rumlardır. Nitekim Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos'un Eylül 2021'de yaptığı bir açıklamada, "Kıbrıslı Türkler Rum çoğunlukla aynı haklara sahip olamaz" şeklinde sarf ettiği sözler, adadaki Türk varlığına tahammülü olmayan Rum zihniyetinin hiçbir şekilde değişmediğini göstermesi bakımından dikkat çekici bir örnektir.

Kıbrıslı Rumların çoğunluğuna göre Kıbrıs, Yunan kimliğiyle, kültürüyle özdeşleşmiş bir adadır ve bu nedenle Kıbrıs'ın tamamında kendilerinin söz hakkı olmalıdır. Bu, Kıbrıs Türklerini yok sayan bir tavırdır. Oysa Kıbrıs'ın tarihi, adada yaşayan Kıbrıs Türklerinin de önemli bir etnik grup olduğunu ve tarihsel olarak farklı deneyimlere sahip olduğunu gösterir. Dahası Kıbrıs, asırlar boyunca Türk egemenliğinde kalmıştır. Bu, göz ardı edilemeyecek tarihi bir tecrübedir. İşte bu, iki toplumun bir araya gelememesinin en temel nedenlerinden biridir. Tarihin hiçbir evresinde Kıbrıs adasının geleceği ve yönetimi konusunda Rumların tek taraflı bir karar verme yetkisi veya otoritesi bulunmamıştır. Kıbrıs adası, yaklaşık altı asırdır iki toplumlu bir karaktere sahiptir. Bundan dolayı Kıbrıs'ın tamamı üzerindeki otorite ve yönetim, iki toplum arasındaki uzlaşmaya dayanmalıdır. 1960 yılında kurulan siyasi ortaklık (Kıbrıs Cumhuriyeti) bu tarihi gerçekliği referans almıştır. O nedenle Rum hükümetinin adanın tek yasal otoritesi olma iddiası, yasal açılardan sakat olduğu gibi meşruiyet bakımından da tutarsızdır.

Amaç entegrasyon

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) için adadaki en ideal çözüm modeli, Rumların egemenliğine dayanan üniter tek devlet formülüdür. Bu formülde Kıbrıs Türklerine reva görülen azınlık haklarıdır. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran uluslararası antlaşmalar böyle bir çözüm şeklini yasakladığından Rumların gönülsüz bir şekilde iki bölgeli, iki toplumlu federasyon modeline rıza gösterdikleri söylenebilir. Rum tarafının federasyon istemediği çok açıktır. Fakat uluslararası toplumun isteği bu yönde olduğu için kendisi de bu noktada saf tutmak zorunda kalmıştır. Rum tarafının bu gönülsüzlüğü özellikle 2004 yılında AB üyeliğini elde etmesiyle daha da belirginleşmiştir. Bunun nedeni, Rum tarafının üyelikle birlikte Türklere karşı tarihi bir fırsat yakaladığını düşünmesidir. Peki nedir bu tarihi fırsat? Bu durum, AB'nin cazibesi üzerinden Kıbrıs Türklerini GKRY'ye entegre etmek şeklinde özetlenebilir. AB'ye göre Kıbrıs için en ideal çözüm iki bölgeli, iki toplumlu federasyondur. Bu doğrultuda AB, Kıbrıs'ta iki toplumu bir araya getirebilecek projelere yoğun bir destek sağlamaktadır. Bununla birlikte AB bu projeler yoluyla, Kıbrıs Türk toplumunun AB'ye yakınlaşmasını, AB vatandaşlığına geçmesini ve nihayetinde adanın genelinde AB'ye yönelik güçlü aidiyet bağlarının kurulmasını beklemektedir.

Rum tarafının beklentisi ise tamamen farklıdır. O, AB maskesi altında Kıbrıs Türklerinin kimliklerini ve aidiyetlerini azaltma veya değiştirme peşindedir. Bu sayede Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti'ne entegre edilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Son günlerde GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis'in "Kıbrıslı Türklerin cumhuriyetteki kazanımlarına ilişkin tedbir paketi" adı altında Kıbrıslı Türklere dönük olarak 14 maddelik tek yanlı "güven yaratıcı önlem" şeklinde bir hazırlık içerisine girmesi, bu düşüncenin somut bir yansımasıdır. Çünkü güven artırıcı önlemlerin amacı taraflar arasındaki iletişimi kuvvetlendirmektir. Bu yöntemle taraflar ekonomik ve sosyal konularda iş birliğine yönelerek aralarındaki diyalog kanallarını güçlendirirler. GKRY'nin yaptığı ise siyasi muhatabını aşarak onun temsil ettiği halkla doğrudan temas kurmaya çalışmaktır. Dolayısıyla burada taraflar arası bir ilişkiden söz edilemez. Bu, düpedüz Kıbrıs Türklerini kendi yönettiği devletin çatısı altına alma girişimidir.

AB'nin eşitsizliğe karşı tutumu

AB nazarında KKTC toprakları, "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin" etkin kontrol sahibi olmadığı topraklar statüsündedir. Buna göre bu topraklar, AB'nin gümrük ve mali alanının dışında kalmakla beraber AB vatandaşları olarak görülen Kıbrıs Türklerinin kişisel haklarını etkilememektedir. Farklı bir ifadeyle Kıbrıs Türkleri, KKTC topraklarında yaşıyor olsalar dahi bir AB ülkesinin vatandaşları olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu kural, tüm KKTC vatandaşları için geçerli değildir. Mesela bu uygulamadan 1974 sonrasında Türkiye'den Kıbrıs'a gelip yerleşen ve evlilik yoluyla yeni bir hukuk meydana getirmeyen insanlar faydalanamaz. Bu kişilerin Kıbrıs ile kurduğu ilişkisi, KKTC devletinin veya selefi Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin verdiği haklara dayandığından Rum makamlarınca ve dolayısıyla onun kararlarını benimseyen AB otoritelerince "yasa dışı" olarak kabul ediliyor. Bu bakış açısından dolayı bu insanlara ara bölgenin dışında adanın güneyine geçme izni, Rum otoriteleri tarafından verilmiyor. Dolayısıyla AB'nin KKTC'de yürürlük kazandırdığı ve Rum hükümetinin de desteklediği iki toplumlu projelerin hedef kitlesinde 1974 öncesi Kıbrıs Türkleri bulunmaktadır.

Haliyle bu durum beraberinde birçok problemi getirmektedir. Her şeyden önce, KKTC'nin Kıbrıs kökenli halkının AB'ye, Anadolu kökenli halkının da Türkiye'ye yönelmesini sağlayarak KKTC'ye duyulan aidiyet bağlarını çift yönlü zayıflatmaktadır. İkinci olarak KKTC'de "Türkiyeli-Kıbrıslı Türk" ayrımcılığını körüklemekte ve böylece KKTC'de siyasal bir uluslaşma sürecini baltalamaktadır. Son kısımda ise AB'nin Kıbrıs Türklerine sunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal fırsatlar, Kıbrıs Türk halkının Türkiye'ye duyduğu güveni ve bağlılığı zayıflatmaktadır. Günümüz itibariyle Kıbrıs Türklerinin dünyayla entegrasyonunun, AB veya İngiliz vatandaşlığı üzerinden kolay bir şekilde gerçekleştiği hatırdan çıkartılmamalıdır. Bu, AB'nin ve İngiltere'nin KKTC'deki en önemli yumuşak güç aracıdır.

Türkiye'nin rolü

Türkiye'nin Kıbrıs'taki politikaları, adada yaşayan Kıbrıs Türk toplumunun haklarını ve kimliğini korumaya yöneliktir. Bu amaçla Türkiye, her türlü uluslararası baskılara rağmen uzun yıllardır Kıbrıs'taki eşitsizliğe karşı durmaktadır. Bununla birlikte Kıbrıs Türk toplumunun daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi ve haklarının korunması için uluslararası toplum nezdinde özel bir çaba sarf etmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz yıl BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, uluslararası toplumu bir an önce KKTC'yi resmen tanımaya davet etmesi, Türkiye'nin bu çabalarına gösterilebilecek en güzel örnektir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik ve kültürel kalkınmasına da önemli destekler sunmaktadır. Bu bağlamda ekonomik kuruluşların yanı sıra Yükseköğretim Kurulu'nun KKTC'deki üniversitelere verdiği destek azımsanmayacak niteliktedir. Tüm bu desteklerin nihai amacı, Rum toplumunun karşısına daha güçlü ve eşit bir Türk toplumu çıkarmaktır. Türkiye ancak bu suretle adada adil, kalıcı ve eşit bir çözümün ortaya çıkabileceğini düşünmektedir.

Maalesef Türkiye dışında hiçbir aktör şimdiye kadar adada yaşanan eşitsizliklere ve haksızlıklara dikkat çekmemiştir. Aynı şekilde Türk medyası dışındaki uluslararası medya, adadaki durumu tarafsız bir şekilde yeterince ele almamıştır. Bu vaziyet, uluslararası kamuoyunun adadaki eşitsizlikleri tam olarak anlamasını zorlaştırmıştır. Son tahlilde Türkiye, bir taraftan Kıbrıs'taki Türk toplumunun yaşadığı zorlukları, maruz kaldığı eşitsizlikleri ve haksızlıkları uluslararası medya ve diplomasi yoluyla dünya kamuoyuna duyurmaya devam ederken diğer taraftan da Kıbrıs Türklerinin Türkiye'ye ve KKTC'ye olan aidiyet bağlarını güçlendirecek yeni formüller üretmeyi ihmal etmemelidir.

[email protected]