Entellektüel asalet

Ercan Yıldırım/ Yazar
23.02.2019

Fikri, siyasi, kültürel çoraklığımızı entelektüel olana ağırlık vererek giderebiliriz. Bizi bugünlere getiren, Batı’yı, kapitalizmi dört yüz yıl gerileten nizamı inşa eden ruhu, bilinci yeniden kazanmak, geleceğin büyük Türkiye’sini, güçlü İslam dünyasını kurmak istiyorsak öncelikle entelektüel asaleti sahiplenmeliyiz.


Entellektüel asalet

Türkiye’de aydın karşıtlığı entelektüel düşmanlığına dönüşünce kadim zamanlardaki teknik, bilim, ilim, felsefe sahasında ismi olan Müslüman müte-fekkirlerini övme, kendimize sağlam entelektüel kökler bulma, hikmet arayışına bağlı mensubiyet bağları kurma girişimi de boşa çıkıyor ister istemez.

Bir yandan Biruni’den Harezmi’ye, Farabi’den İbni Sina, İbn Kemal, İbn Arabi’ye kadar isim zikrederek “medeniyetimizin sadece kılıca da-yanmadığını” ispatlamaya çalışır öte taraftan oryantalist bakışıyla aydını yererken entelektüel sahayı da, entelektüalizmi de devre dışı bırakmaya çalışırız. Entelektüel düşmanlığı büyük oranda sağın söylemine yerleşmiş durumda; sol da özellikle neoliberalizmin gündeme gelmesi, “eski tüfekler”in liberalize olmasıyla “zonta”dan “entel”e kadar ürettikleri küçültücü ifadelerle, istihzayla, özellikle karikatür tiplerle 1980 sonrasında sanki düşünce sahasında hiç gelişme olmamışçasına entelektüalizmi yerden yere vurur.

Entelektüel düşmanlığı

Türkiye’nin bir düşünür problemi olduğu kesin, ülkemizin meseleleri sayılırken ilk sıralara aydınlar yazılır. Aydın kavramıyla entelektüalizm ara-sında sınır ve mesafe koymadan doğrudan aydın başlığı altında ilim geleneğinin tümüne yöneltilen hücumlar bir biçimde Türkiye’de entelektüelin vebalı muamelesine maruz bırakılmasını sağlar. Bu Amerikan pragmatizminin, tümüyle olanı tüm mümkünlerin en iyisi sanarak pratik bilgiyi mutlak-laştıran bürokratik zihnin de bir ürünü...

Öyle bir dünyada ve Türkiye’de yaşıyoruz ki, şiir, resim, mimari, klasik müzik, sosyoloji, felsefe, mühendislik, fizik alanlarıyla aynı anda ilgi-lenme “marazi” görülüyor. Hatta bürokraside, hatta medya sektöründe özellikle de İslamcı-milliyetçi-muhafazakar cenahta farklı ilgi alanlarını bir arada bulunduranlara düşmanlık kesbediliyor. Laikleştirilmiş zihinler hayatı, dini, siyasal alanı, entelektüel ilgileri birbirine katıştırmayı “entellik” yaftasına alarak “seviyesizliği” mutlaklaştırıyor.

Bu ülkede entelektüel alan ölülerin hakkı ve uhdesinde!

İslam mütefekkirlerinden mesela Biruni’nin, Ali Kuşçu’nun, Farabi’nin fizik, tıp, kimya, felsefe, matematik, astronomi sahalarının hepsinde eser-ler vermesi ile övünmek mubah iken günümüzde pek çok disipline nüfuz edebilen “entel”lerin varlığı milli güvenliğimize tehdit görülüyor.

Modernizm sonrasındaki uzmanlaşma belki de en çok sosyal bilimlerde karşılığını buldu. Uzmanlaşma entelektüalizme düşmanlığın en önemli gerekçesi; uzmanı sadece bir alana münhasır kılarak üzerinde iktidar kurmak mümkün çünkü! Entelektüalizm düşmanlığının temel nedeni de zaten dünyaya açık, farklı ilgilere, birikime sahip entelektüelin ibra makamına dönüşmemesi. Bu açıdan uzman aranan, tercih edilen bir statü. Devlet mekanizmasında, iş hayatında farklı ilgi alanlarına sahip, entelektüel kişiliklerin tasfiyesi, entelektüalizmin genel planda kötü gösterilmesi standart, düz memur tipinin yaygınlığıyla ilgili. Bu açıdan aydın ile uzman ve memur menfi lanse edilse de onlar tercih edilir!

Aydın çağı

Aydın İmparatorluk topraklarında varlığını daha çok Tanzimat döneminde belirginleştirdi. İlmiyenin dışında, devlet mekanizmasının bir tarafın-da yer alan aydın, klasik eğitim yanında modern okullardan mezun olunca çok yönlü iktidar oyunu arasına iyice yerleşti. Aydın vasıf olarak genel gazeteci karakteri yansıtır; her malumatı sahiplendiği gibi sınırlı uzmanlık alanları bulunur. Özellikle matbuat piyasasında, gazetecilikle beraber orta-ya çıkan aydın sınıf, modernizmin araçlarından bir ayağında yer bulunca güçlü Avrupalı devletlerle yakın ilişkiler kurdu.

Aydınlara yönelik sert eleştirilerin meydana gelmesinde “paşalar dönemi” Tanzimatı’nın genel atmosferi etkilidir. Sadece gazete merkezli aydın-lar değil devlet mekanizması içindeki aktif paşalar bir elçilikle bağlantılı olup kendilerince “reform paketleri” öne sürmeye başlayınca kerim devletle karşı karşıya geldi. Devleti kurtarma düşüncesi ittihatçılıktan evvel ulema-aydın arası yeni sınıfın uhdesinde gelişti, klasik devlet düzeninin, düşünce ve kurumların döneminin kapandığını öne süren bu matbuat çevresi, Batı’da kotarılan projeleri, ıslahat tekliflerini, Avrupa’daki modelleri ülkeye taşımaya girişti. Sert devlet çekirdeğini aşabilmek için “ittifak” düşüncesi paşalar dönemiyle aydın etrafında gelişti.

Bir an önce Batı’yı yakalama, köhne, kağşayan İmparatorluk çarklarını yenileme, geleneksel düşüncenin ataletini sona erdirme tutkusu, bilinci, iradeyi körleştirdi, matbuatın, fonlamanın getirdiği destek fütursuz erki tetiklediği için aydın kendini bırakın vezirleri, Padişah’ın yanına yerleştirecek bir statüye kavuşturdu. Artık modern okullarda, Batı’da okuyan, Fransızca konuşup, gazetede hükümler veren aydın değişimin, dönüşümün öncü güçlerinden biri oldu. Aydın enikonu bir sınıftı artık.

Başat karakteri operasyonculuktu, duyduğunu, okuduğunu, gördüğünü süzgeçten geçirmeden farklı dinamikleri kullanmadan doğrudan İmpara-torluk’ta fiiliyata geçirme aceleciliği içindeydi. Aydınların zamanı başlıyordu İmparatorluk topraklarında da... İttihatçılık da bir nevi aydın hareketi-dir.

Stalin hiçbir yönetimin sınıf ve aydın olmadan ayakta kalamayacağını söyler. Aydın bir grubun, partinin, odağın, ideolojinin sözcüsüdür.

Bir dönemin ürünü olduğu için, o söylemle gelir o söylemle misyonunu tamamlar. Aydının doğruları olmaz, ilkeleri, değerleri de... Zamanın ruhu neyi gerektiriyor, politbüro hangi argümanları geliştiriyor, ideoloji hangi değerleri öne sürüyorsa onları savunur.

Aydın en başta modernizmin çocuğu olarak doğduğu için her dönemde gelenek düşmanlığı yapar, yeni bir dünya doğduğunda yeni bir kadro iş başına geldiğinde evvelce kendisinin de orada bulunmasına takılmadan önceki geleneği düşmanlaştırır.

Pozisyon almak!

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’da aydını koyun sürüsüyle birlikte tarif etmesi üreten değil tüketen, tasfiye aparatı olmasından ileri gelir. Ay-dın bu açıdan özne değildir, güç merkezi de olamaz, söylem de üretemez sadece bu odakların propagandisti rolünü oynayabilir. Her yeni güç merkezi, siyasi birim, ideoloji yeni bir insan teşekkül ettirme derdindedir. Aydın yeni insanın mürebbiyesi, psikoloğu, yol göstericisi vazifesini icra eder.

Ahmet Mithat Efendi örneğinde olduğu gibi aydın halkı eğitme, yeni döneme alıştırma, uyum sağlama vazifesini yerine getirir. Adab-ı Muaşeret kitabındaki gibi Paşa’nın, “medeni ülkeler”de nasıl davranılması gerektiğine dair didaktik tavrı, üstten bakışı aydının emarelerinden. Aslında onun görünürlüğü kullanışlılık düzeyine, eklektizmine, propagandist vasfına, ikna kabiliyetine göre değişir.

Aydın için kullanılabilecek en belirgin davranış biçimi “pozisyon almak”tır.

Yeni bir konjonktüre, söyleme uyum sağlama kabiliyeti aydınlarda yüksektir. Bu manada Cumhuriyet kendi aydınlarını üretme başarısını gös-terdi. İmparatorluk’ta hem modern hem geleneksel eğitim alan pek çok ulema-mütefekkir, Babanzade Ahmet Naim Efendi, Ferit Kam, İsmayıl Hakkı İzmirli, Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi Yazır aşama aşama en nihayetinde 1933’te tümüyle tasfiye edildi. Onların yerine Türk Tarih Tezi gibi mühim projeler için Reşit Galip gibi hüdayi nabitler, vasıfsız tipler ihdas edildi.

Aydının entelektüel birikimi ne kadar düşükse çığırtkanlığı, savunma ve öne atılma potansiyeli o kadar yüksektir!

Münevver Ayaşlı anılarında Yakup Kadri’nin kendisine “Cumhuriyet olmasaydı ilkokul muallimi bile olamayacaklarını” söylediğini anlatır.

Kin, nefret, hırs, şiddet aydın benliğinde yükselir, ilişkilerle varolduğu için ezikliğini, yabancılığını, düşünceden sürgünlüğünü görünmenin baskın-lığıyla örtmek ister. Kıyıcılığı hakkı olan yer ile gözünü diktiği arasındaki mesafenin büyüklüğünden ileri gelir!

Aydın klasik dönemde yasa koyucu kimliğini de icra etti. Fakat belki de neoliberal dönemle beraber tamamıyla geldiği yere araçsal karakterine geri döndü. Bunu belki de en net Francis Fukuyama ve Tarihin Sonu, Samuel Huntington ve Medeniyetler Çatışması tezleriyle görmek mümkün. Bu ikisi ABD karargahlarında üretilen tezleri ve projeleri kamuya aktaran stratejisyen/aydına örnektir. Belki bir felsefeleri, metodolojileri, geniş bakış açıları olsa da Amerikan işgalini “Afgan kadınların peçelerini çıkarırsa başarılı olduğu anlaşılır” diye destekleyen Baudrillard veya Batı medeniyeti-nin  tüm defolarına rağmen Türk-Osmanlı tehlikesini bertaraf ettiği için savunulması gerektiğini dile getiren Arnold Toynbee entelektüellikten çok aydına yakındır. Aynen etnik kimliğini merkeze alarak ilmi yetkinliğinin içine yediren Bernard Lewis gibi...

Aydının savunusu ahlak, etik, dini hassasiyet üzerine değildir. Türkiye’de siyaset gibi düşünce hayatı da bir anlamda merkez-çevre ilişkisine da-yanır. Merkezde olmak için gerekli şartları yerine getirenler gözdelik vasfını kazanır.

Maddi beklenti entelektüel ilgilerin her zaman üstünde yer alır aydın için; öyle olmasa Humeyni’yi savunan yazılar yazarken bir anda ara du-raklardan FETÖ aydını olmaya geçiş yahut büyük vakıf fonlarıyla Avrupa’da okuyan bir sosyalistin yalıda oturmaya başlamasını FETÖ toplantıları dışında izah etmek mümkün mü? Cari matbuat halkasının içindeyken siyasi refleksleri kullananların çevreye itildikten sonra ahlak, değer diye söze başlamalarının başka türlü bir izahı da olmaz zaten!

Entelektüel vasıfları

Osmanlı klasik döneminde devlet yönetici ailenin dışında ilmiye, seyfiye, kalemiyeden teşekkül ederdi; buradaki üyelerin pek çoğu yine ilmiye-de yetişmiş, entelektüel vasıflara haiz kişilerdi.

Belki geleneksel sistemin özelliği, halk merkezli olmasına karşın halkın kısa vadeli çıkarlarını uzun dönem menfaatlerine, popülizmi genelin ya-rarına değişmeyecek şekilde kotarabiliyordu.

Fatih dönemiyle uç beyleri, Cumhuriyet idaresinde hususen İzmir İktisat Kongresi’nden sonra aydınlar bürokrasiye eklemlendi. Bu eklektik bir çözüm olsa da zaman içinde idealle pratik arasındaki mesafenin kamu yararına açılmasına neden oldu. Entelektüel birikim bir yönüyle dünyaya açık, operasyonları, yaklaşmakta olan yeni dünyayı, felsefeyi, varlığı öngörebilir kılar. Entelektüel ile klasik dönem mütefekkir arasında “moder-nizm” farkı vardır. Kendinden önceki bilgiyi alıp üzerine kattıktan sonra aktarmanın yanında alim veya mütefekkire ek olarak günümüzün entelektü-eli dünya sistemini, kapitalizmi de gözetmek mecburiyetinde.

Zaten mütefekkir ile entelektüel geniş bir donanım, ince ve derin bir duyarlık, estetik bakış, tarih, insan şuuru ile gerçekliğin tümüne vukufiyet kesbeder.

Entelektüel ile aydın arasındaki fark sadece bir grubun, ideolojinin sözcülüğünü üstlenme, övme, yargılama, operasyon ve propaganda yapma ile sınırlı değil...

Entelektüel toplumun, devletin, dünyanın gidişatını, kültürün, evrenin, varoluşun, insanın yönelimlerini takip edebilir, görür, kalbiyle akleder, ye-tersizliği, eksikliği belirleyebildiği gibi “yeni” olanı ikame etme becerisi gösterir.

Entelektüelin meselesi şahıslarla, ideolojilerle, gruplarla değil varoluşla, dünyayla, insanlıkla, siyasal alanla, fikirlerledir.

Buhrandan çıkış için ezber bozan, insanların ezberleriyle, dogmalarıyla yüzleşmesini sağlayan entelektüel bir manada kişiyi, toplumu kendine getirir!

Entelektüel için kullanılan inziva kavramı tasfiye araçlarından biri olarak işlev görür; entelektüel bırakın inzivayı toplumun içinde, kavganın göbeğinde yer alır. Zamanın ruhuna karşı olduğu kadar dönemini yenileyen kişidir; aynen İmam Maturidi, İmam Gazali gibi...

Günümüzde ise aynen Aliya gibi... Bosnalı Müslümanların önderliğini yürüten bir “komutan”dan bahsetmiyorum, Aliya metinleriyle dünyanın kaybolan anlamının, İslam düşüncesinin yenilenmesinin, varlığın aldığı şeklin, insanın arayışının peşine düşen, eleştirileri, teklifleri, önerileri bulunan bir entelektüel olarak trol diline mahkum günümüz için önemli bir örnek, modeldir. Entelektüel kendi düşünce geleneği içinde kalsa da eleştirel bakışı-nı bozmaz, zamanın ruhuna mesafelidir, zihni, benliği aidiyet kesbettiği yurt ve ümmet topraklarına değdiği gibi dünya sistemince de bulunduğu atmosferdeki gruplar tarafından da düşünceleri, duruşu hazmedilemez... Hakikatin cephesinde yer aldığı, sözcülük yapmadığı, bir özerk alan ve maddi menfaat için değil fikirleri nedeniyle kavga verdiği için saygındır.  

Fikri, siyasi, kültürel çoraklığımızı entelektüel olana ağırlık vererek giderebiliriz. Bizi bugünlere getiren, Batı’yı, kapitalizmi dört yüz yıl gerileten nizamı inşa eden ruhu, bilinci yeniden kazanmak, geleceğin büyük Türkiye’sini, güçlü İslam dünyasını kurmak istiyorsak öncelikle entelektüel asaleti sahiplenmeliyiz!

@Ercnyldrm1