Suriye, Libya, Kafkasya, Doğu Akdeniz, Ukrayna ve ötesinde son yıllardaki güçlü ayak izleriyle Türkiye, bölgesinde onsuz iş yapılamayacak güçlü ve etkili bir aktör olduğunu açıkça göstermektedir. ABD ile Türkiye arasında ortak çıkarların mümkün olduğu alanlarda rasyonel işbirlikleri yapmak Türkiye'nin olduğu kadar (hatta belki daha fazla) ABD'nin de çıkarınadır.
Hakan Çopur / Araştırmacı, Yazar
Son yıllarda inişli çıkışlı bir grafik izleyen Türk-Amerikan ilişkileri, ABD'de yeni yönetimin iş başına gelmesiyle yeni bir safhaya geçti. Yapısal sorunlar ya da yapısal olmasa da ciddi düzeyde ilişkileri negatif etkileyen belli konu başlıkları Trump döneminden Biden dönemine transfer olurken, bazı bölgesel ve stratejik işbirliği alanları da yapıcı olarak işlenmeyi bekleyen başlıklar olarak listede yerini aldı.
Zirve kilit önemde
Daha çok uluslararası diplomasiye, Rusya ve Çin tehdidi karşısında NATO ittifakının birlikteliğine ve bölgesel ittifak ilişkilerine vurgu yapan Biden yönetiminin, NATO'nun en değerli ve güçlü parçalarından olan ancak son dönemde sorunlu bir dönem yaşanan Türkiye ile nasıl sağlıklı bir ilişki kuracağı konusu halen yanıtı tam olarak verilememiş bir husustu. Bu yönüyle Biden'ın ilk beş aylık başkanlık döneminde yaşananlar bir yana, Brüksel'de pazartesi günü yapılacak Cumhurbaşkanı Erdoğan-Biden zirvesinin ilişkilerin istikameti için olağanüstü önemde olduğunu belirtmek gerekiyor.
İlişkilerin yarını
Kuşkusuz iki tarafın da zirveye gelirken çantasında benzeşen ve ayrışan dosyalar bulunuyor ve iki lider de bu görüşmede kendi zaviyelerinden yaklaşımlarını en net şekilde ortaya koyacaktır. Farklılıkların ortaya konacağı ama bir o kadar da işbirliği alanlarının ve ortak çıkarların korunmasına yönelik başlıkların ele alınacağı ciddi ve uzun bir görüşme olması bekleniyor. Son dönemde Türkiye'nin NATO/Batı ittifakının neresinde durduğuna ilişkin irrasyonel bir endişe Batı başkentlerinde özellikle büyütülüyor. Türkiye'nin kendi ayakları üzerinde durması, hem Pekin hem Moskova ile derinleşen ilişkiler kurması ve de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsında biçimlendirilen lider profili, Batılı müttefiklerin Türkiye algısındaki negatif alanı (her zaman açıkça dile getirilmese de) şekillendiriyor. Örneğin, "ittifaka yakışmıyor" diye S-400 meselesini kilitleyen ABD'nin yıllardır PKK'nın Suriye uzantısına açıktan destek vermesini hangi kitaba koymak mümkün? Bu yönüyle Türkiye'nin NATO ittifakındaki yerine ilişkin kafalardaki "yönlendirilmiş" soru işaretlerinin giderilmesi hususunda Erdoğan-Biden görüşmesi önemli olabilir. İki lider arasındaki ilk yüz yüze görüşme, hangi konuların konuşarak, hangilerinin de zamana bırakılarak çözülebileceği ya da çözülemeyeceği hususunda bize önemli ipuçları verecektir.
Üstünlükçü söylem
İlişkilerdeki güven eksikliğini artıran ve S-400 üzerinden kurgulanan "müttefiklik sorgulamasının" aslında gerçek sebeplere değil, tamamen siyasi gerekçelere dayandığını görmek için ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman'ın Ankara'da S-400'lerle ilgili açıklamasına bakmak yeterlidir. Aynı yaklaşımla, Rusya'nın Avrupa üzerindeki jeostratejik etkisini çok daha fazla artıracak olan Kuzey Akım-2'ye sadece Washington'ın değil, Avrupa'daki herkesin karşı çıkması gerekirdi. Dolayısıyla ABD ile Türkiye arasındaki ittifak ilişkisi belli bir çizgide devam edecekse Biden yönetiminin neyin müttefikliğe yakışıp yakışmadığı konusundaki "üstünlükçü" söyleminden vazgeçmesi gerekiyor.
ABD'nin YPG/PKK'ya desteği
Erdoğan-Biden zirvesinde kuşkusuz S-400 meselesi ile ABD'nin YPG/PKK'ya olan desteği ve FETÖ konusunun da etraflıca konuşulması bekleniyor. Özellikle son birkaç yıldır ilişkileri tıkayan S-400 konusunda bir yol haritasına ulaşılıp ulaşılamayacağı, belki de Erdoğan-Biden görüşmesinin en merak edilen konularından biri olacak. Bu konuda yapıcı ve müzakereye dayalı bir diplomasi dili konusunda anlaşılması, sorun bugünden yarına çözülmese bile en azından ilişkileri artık tıkamayacak bir alt seviyeye indirgenmesi açısından önemli olacaktır. Dolayısıyla Washington yönetiminin S-400 konusunda kendini tamamen temize çıkarıp üstüne "istemezük" tavrına sarılmaktan ve buna çözümsüz bir konu muamelesi yapmaktan vazgeçmesi gerekiyor.
Diğer yandan Ankara, ABD'nin Suriye'de halen bir terör örgütü uzantısı ve devlet dışı aktörle çalışıyor olmasının tehlikesi ve anlamsızlığını da net bir şekilde ortaya koyacaktır. Halen bir Suriye politikası ortaya koyamamış olan Biden yönetiminin, Rusya ile İran'ın da sahada olduğu Suriye konusunda Ankara ile işbirliği yapmaktan başka çaresi bulunmuyor. Bunu esasen Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın ilgili hemen tüm açıklamalarında görmek mümkün. Önceliğini Çin ve Rusya'ya vermiş olan Biden yönetimi, Suriye konusunda Türkiye'siz bir adım atamayacağının net olarak farkında. Bu da ABD'yi, "bundan sonra YPG/PKK'ya sahada ve –kurulduğunda- masada ne ölçüde destek verip vermeyeceği" konusundaki karar noktasına yaklaştırıyor.
Afganistan işbirliği alanı olabilir
Diğer yandan Afganistan'da bundan sonra nasıl bir yol haritasının çıkarılabileceği konusu da yine Erdoğan-Biden zirvesinin en önemli başlıklarından biri olacak. Bu konuda eli güçlü olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin Afganistan konusunda başından beri ortaya koyduğu samimi ve güçlü duruşunu bir kez daha dile getirecektir. 11 Eylül'den sonra Afganistan ve Irak'ı "demokrasi getirme" vaadiyle işgal eden, ancak 20 yılın ardından bu ülkelere hiçbir şey getiremediği aşikar olan ABD'nin gücünün sınırlarını gösteren önemli bir turnusol kağıdı olan Afganistan, bundan sonraki süreçte Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli bir parçası olacak gibi gözüküyor. Türkiye sadece Kabil Havalimanı'nın güvenliği konusunda değil, daha ötesinde, Afganistan'ın güvenlik ve istikrarı konusunda katkı sağlayabilecek bir ülke. Burada samimi ve güçlü bir dost ülke olarak "inşa edici" rol oynayabilir. Erdoğan-Biden görüşmesinin ana konularından biri olan Afganistan başlığı, görüşmedeki diğer konuları da etkileyebilecek bir konuma sahip.
Diğer yandan iki liderin ajandasında Libya, Doğu Akdeniz, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar, Suriye ve Kafkaslardaki durum, diğer bölgesel konular ve ekonomik işbirliği de yer alacaktır. Yunanistan'a giderek artan bir şekilde askeri destek veren ABD yönetimi, Doğu Akdeniz konusunda "diplomatik çözümden" yana olduğunu vurguluyor. Söylemiyle eylemi arasında tutarsızlık bulunan ABD yönetiminin bu konuda izleyeceği yol da görüşmenin önemli konularından biri olmaya aday. Hem uluslararası hem de bölgesel düzeyde terörle mücadele de ikilinin masasındaki önemli başlıklardan biri olacaktır. Öte yandan Biden'ın Türkiye'deki insan hakları ve demokrasiye ilişkin konuları gündeme getirmesi beklenebilir.
Sonuç olarak iki ülke ilişkilerinin gidişatını, belli başlı temel konulardaki benzeşme ve ayrışmaların nereye evrileceğini ve iki lider arasındaki dil, kimya ve anlayış uyuşmasının ne ölçüde mümkün olduğunu göstermesi bakımından pazartesi günkü zirve hayati derecede önemlidir. İki ülke rasyonel bir zeminde müttefiklik ruhuna uygun şekilde karşılıklı çıkar parametrelerini ortaya koyup maksimum işbirliğini yakalamaya çalışacaksa Erdoğan-Biden görüşmesi bu yolda çok değerli bir fırsattır. Bu iyimser senaryoda sorunlar hemen çözülemese bile en azından ilişkilerin önünü tıkayan unsurlar olmaktan çıkarılır ve pozitif ajandaya vurgu yapılır. Eğer bu senaryo gerçekleşmezse de bir şey olmaz; Türkiye de ABD de yoluna devam eder, son yıllarda konuştuğumuz sorunları konuşmaya da devam ederiz. Wall Street Journal'dan Walter Russell Mead'in de belirttiği gibi, Türkiye artık eski Türkiye değil; kendi ayakları üzerinde duran ve kendi kararlarını alan bölgesel bir güç. Suriye, Libya, Kafkasya, Doğu Akdeniz, Ukrayna ve ötesinde son yıllardaki güçlü ayak izleriyle Türkiye, bölgesinde onsuz iş yapılamayacak güçlü ve etkili bir aktör olduğunu açıkça göstermektedir. ABD ile Türkiye arasında ortak çıkarların mümkün olduğu alanlarda rasyonel işbirlikleri yapmak Türkiye'nin olduğu kadar (hatta belki daha fazla) ABD'nin de çıkarınadır. Gerisini ise tarih kitapları yazacaktır...