Erdoğan karşıtları nerede yanıldı?

Birol Akgün / SDE Başkanı
2.04.2016

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’ye, ülkesinin desteğini arkasına alarak güvenle gitti ve bir dizi başarılı görüşme yaptı. Pek çok medya gurusunun atladığı şey ise şuydu: Davetçi ülke lideri olan Obama’nın Erdoğan’la görüşmeyeceğini öngörmek, baştan sonra yanlış varsayımlar üzerine oturan bir analizdi.


Erdoğan karşıtları nerede yanıldı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 53 ülkenin davet edildiği 4. Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak üzere Washington’a gitti ve ABD başkentinde bir dizi temaslarda bulundu. Dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmelerin gerçek mahiyetini anlamakta zorlanan bir kısım medya ve köşe yazarı, son zamanlarda Batı dünyasındaki bir kısım güç merkezleriyle yaşadığı tartışmalar nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD yetkililerince sanki ciddiye alınmayacağı ve özellikle Obama tarafından randevu verilmeyeceği gibi bir izlenim oluşturmaya çalıştılar. Adeta seyahat magazinleştirildi. Seçim sandığına gömemedikleri Ak Parti’yi Batı medyasını da kullanarak gayri meşru hale getirmek ve zihinlerinden geçen Erdoğan’sız bir Türkiye özleminin yakın olduğu mesajını vermek istiyorlardı. Bu amaca yönelik olmak üzere ziyaretten bir hafta önce Washington’a tam bağlı eski Türkiye nostaljisi içindeki Michael Rubin gibi neocon kalemlere Newsweek dergisinde “Gerekirse Türkiye’de Mısır gibi bir darbe yaşanabilir ve ABD bu duruma ses çıkarmaz” şeklinde yazı da yazdırdılar.

Destekle, güvenle gitti

Ama adeta Türkiye’deki orduya “Darbe yap” daveti çıkaranlara karşı, daha Rubin’in yazısının mürekkebi kurumadan TSK adına, Türkiye’de ordunun darbe heveslisi olmadığı ve demokrasiye bağlı olduğu şeklinde bir bildiri yayınlandı. Bu mesajın anlamı yurt içi ve dışındaki muhataplarınca herhalde doğru okundu ki hiçbir şey onların istediği gibi olmadı. Hatta tam tersi bir amaca hizmet ettiği bile söylenebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD başkentine, ülkesinin desteğini arkasına alarak güvenle gitti ve pek çok başarılı görüşme yaptı. Evet, Erdoğan Obama ile de görüştü. Hem de zirvenin yapıldığı otelde ayak üstü filan da değil, Beyaz Saray’da ve bir saate yakın özel bir görüşme oldu. Taraflar terörle mücadeleden bölgesel güvenliğe kadar pek çok konuda işbirliğini devam ettirme kararı aldı. Hem de boy boy resimler verilerek gerçekleşti görüşme. Bu arada Erdoğan, Başkan Yardımcısı Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry ile de görüştü. Ayrıca Brookings Enstütüsü gibi iktidardaki Demokrat Parti’ye çok yakın önemli bir düşünce kuruluşunda konuşarak Amerikan entelektüellerinden ve medyasından gelen soruları cevapladı; ABD’nin Türkiye’de en çok yatırımı olan 25 iş adamıyla bir akşam yemeği yedi; Musevi cemaatinin temsilcileriyle de görüştü. Nereden bakılırsa bakılsın son derece başarılı bir ziyaret gerçekleştirmiş oldu. Peki, Erdoğan karşıtları nerede yanıldılar?

Öncelikle pek çok medya gurusunun atladığı şey şuydu: Nükleer Güvenlik Zirvelerini 2010 yılından bu yana düzenleyen kişi bizatihi Obama’nın kendisiydi. İlk kez 2009 yılında daha iktidara geldiği yılın ilk aylarında Almanya’nın Münih şehrinde yaptığı bir konuşmada bu projesini açıklamıştı. Amacı giderek artan küresel ölçekli terör saldırıları karşısında, nükleer materyallerin daha güvenli bir şekilde korunması amacıyla uluslararası alanda ortak bir bilinç oluşturmak ve mümkünse bu konularda yeni bir uluslararası sözleşme hazırlamaktı. İlki 2010 yılında Washington’da toplanan ve yine o zaman Türkiye adına Başbakan olan Erdoğan’ın katıldığı ilk zirvede de Erdoğan, nükleer silahlar konusunda İsrail’i eleştiren bir konuşma  yapmıştı. Aynı yıl, Erdoğan ve zamanın Brezilya’nın halkçı lideri Lula’nın arabulucu olmasıyla İran’ın Batı’yla yaşadığı nükleer krizi çözecek bir anlaşma da imzalanmıştı. İkinci Zirve 2012’de Seul’de, üçüncüsü de 2014’te La Haye’de yapıldı. Bu, Erdoğan’ın katıldığı dördüncü Nükleer Güvenlik Zirvesi idi ve artık “topal ördek” haline gelen Başkan Obama’nın ev sahipliğinde yapılıyordu. Dolayısıyla, bizzat ev sahibi ve davetçi ülke lideri olan Obama’nın Erdoğan’la görüşmeyeceğini öngörmek baştan sonra yanlış varsayımlar üzerine oturan bir analizdi.

Realist analizci bu gücü görür

İkincisi: Erdoğan siyasi olarak içeride oldukça güçlü ve popüler bir lider olmaya devam ediyor. Son zamanlardaki yaşadığı bazı sıkıntılara rağmen arkasındaki yüzde 50’lik halk desteği sarsılmış değil. Kamuoyu yoklamaları bunu söylüyor. Zira Erdoğan bazen muhtarlar üzerinden bazen STK’lar üzerinden geniş halk kitleleriyle temasını hep devam ettiriyor. Saraya taşınması onu tabanından koparmadı. Bilakis daha fazla halkla ilişki kurma yol ve yöntemleri geliştirdi. Anayasa gereği dört yıl sonra yeniden aday olmayı düşünen bir lider için kendisini halktan soyutlamak zaten gerçekçi de değil. Kaldı ki Erdoğan oldukça organik bir liderdir; halkın içinden geldiğini ve onların hissiyatlarını devlete taşıması gerektiğini hiç unutmadı. Diğer yandan Erdoğan Türkiye’nin son 15 yılının iç ve dış politikasının günahıyla sevabıyla hem yapıcısı ve hem de en üst aktör olarak siyasi hafızanın taşıyıcısıdır. Devletin içindeki ordu dahil temel siyasi aktörlerle ilişkisi son derece sağlamdır. Pek çok alanda kendi vizyonunu bürokratik, elit ve siyasi kurumlara da benimsetmiştir. Tüm bu nedenlerle dışarıdan ve özellikle de Washington’dan Türkiye’yi okuyanlar açısından, Erdoğan’ın siyasi gücünü realist analizcilerin anlamaması mümkün değildir.

Anahtar aktör

Üçüncüsü: Türkiye’nin yer aldığı bölgede Washington ve Batı dünyası açısından işbirliği yapılabilecek ciddi ve güvenilir aktörler yok denecek kadar azdır. İran ile ABD arasındaki buzlar çözülse de iki ülkenin ilişkilerinin hızla düzelmesi ve 1979 öncesi düzeye geri dönmesi kısa sürede mümkün görünmemektedir. Her iki taraf da oldukça ihtiyatlı ve tedbirli gitmektedir. Bu nedenle Pakistan’dan-Atlantik kıyısındaki Fas’a kadar neredeyse tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Müslüman coğrafyadaki devletlerin ya çöktüğü ya da kırılgan hale geldiği bir tarihsel konjonktürde Türkiye gibi bir ülkenin yaşanan bir takım siyasi sorunlar nedeniyle göz ardı edilebileceğini söylemek ancak birilerinin fantezisi olabilir. Avrupa’nın mülteci krizinin çözümünde, ABD’nin DAEŞ ile mücadelesinde, Transatlantik dünyanın Rusya gibi güçlerin oluşturduğu konvansiyonel tehditlere karşı korunmasında ve tüm dünyayı ilgilendiren küresel terör ile mücadele gibi konularda Türkiye eksen bir ülkedir, küresel barış ve güvenlik açsından kritik bir rol oynamaktadır. Türk-ABD ilişkilerini değerlendiren hiç kimse bu büyük resmi görmezden gelemez.

Sonuç olarak Türkiye ve ABD ilişkileri son 70 yıllık dönemde ciddi testlerden geçmiştir ve hep istikrarını korumuştur. 1945 sonrası hangi temel parametreler etrafında kurulmuşsa bu ilişki bugünlerde yine aynı gerçekler üzerinde yürümektedir. Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı yönetim sorunları ve hatta darbeler dahi bu ilişkiyi ciddi şekilde sarsamamıştır. Bugünkü küresel ve bölgesel kriz ortamında, her iki ülke de birbirlerine stratejik olarak belki de son 20 yılda en çok bağımlı olan iki ülke haline gelmiş durumda. Netice itibariyle realist bir dünyada yaşıyoruz ve birbirlerini bazı noktalarda eleştirseler de (Türkiye PYD konusunda ve ABD basın özgürlüğü gibi konularda) Türkiye ve ABD birbirleriyle sıkı işbirliği yapmak zorundalar. Cumhurbaşkanı’nın son Washington ziyaretini bu anlamda tekrar okumak gerekir. Neden bu ziyaretin baştan itibaren başarılı olmak zorunda olduğunun da anahtarı bu stratejik bakış açsısında gizlidir.

[email protected]