Erdoğan neden çözüm istiyor?

Adnan Boynukara / Yazar
16.03.2013

Ülke ve bu ülkede yaşayan insanların menfaatleri konusunda sorunlu ilişkilere sahip kesimler ve sivil siyaseti yönetme ve yönlendirme kanallarını yitirmiş olanların çabalarını boşa çıkartmanın yolu kararlı bir biçimde çözüm iradesinin arkasında olmaktır.


Erdoğan neden çözüm istiyor?

Çözüm süreciyle birlikte farklı kesimler, Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki kararlılığının arkasında değişik sebepler olduğunu varsayıp, irrasyonel bir niyet okuma yapıyorlar. Analize dayanmayan, tarihsel perspektiften yoksun ve konjonktürel söylemlere dayanan bu değerlendirmeler, dört farklı amaç içeriyor. Çözüm süreci konusunda oluşmaya başlayan toplumsal desteği sınırlamak, örgütün derin unsurlarına ‘terörü sürdürün’ önermesinde bulunmak, Kürt meselesi üzerinden Türkiye’yi ‘hizaya getirmek isteyen’ yabancı devletlere “bu mesele çözülürse Türkiye’nin önünü kesemezsiniz” mesajı göndermek ve süreci engellemek için toplumsal ayrışma noktalarını harekete geçirmek... Başbakan Erdoğan’ı çok iyi tanıdığı bilinen bazı isimlerin de bu kervana katılması, karşı çıkışların pek de masumane fikir beyanından ibaret olmadığı tezini güçlendiriyor! Çözüm sürecini anlamak için “Erdoğan neden çözüm istiyor” sorusunu sormakta yarar var. Bu sorunun cevabını ise Erdoğan’ın yetiştiği düşünce iklimi, sahip olduğu tarihsel perspektif ve AK Parti’nin 11 yıllık iktidar sürecinde hayata geçirdiği demokratikleşme çalışmaları üzerinden aramak yerinde olacaktır.

Tarihsel birliktelik...

İktidarın da içinde bulunduğu muhafazakar dünyanın düşünce yapısı, bulunduğumuz coğrafyanın ana arteri olan din ekseninde kümelenen tüm farklılıkların aralarında kurdukları tarihsel ilişkiyle şekillenmiştir. Bu doğrultuda dönüp tarihe bakıldığında karşımıza çıkan Türkler ve Kürtlerin bu coğrafyadaki kader birliğidir. Örnek vermek gerekirse; Alparslan’ın Anadolu’ya gelişi, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı, Abdülhamit’in yıkılışı önleme çabaları ve Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongreleri üzerinden geliştirdiği ilişkiler... Bunlar; Türkler ile Kürtler arasındaki ilişkinin ortak kader temeline oturduğunu gösteren birkaç örnek. Aslında bu ilişki yaşadığımız coğrafyada var olan tüm toplum kesimleri ve farklılıklar için de doğru! Bu durumu ortaya koyan en somut ifade ise Türkiye’yi bir aile olarak tasavvur eden Başbakan Erdoğan’ın; “kardeş aile içinde eşit olunma durumudur’, ülkedeki bütün etnik yapıları kardeş biliyoruz...” ifadesidir. Bu; devleti, vatanı ve milleti birlemenin ve korumanın yolunun, tekçi mühendislik politikaları değil, “Adem’in eşit çocukları” ilkesi ile mümkün olduğunu ortaya koyan bir perspektif. Dolayısıyla; Türkiye Cumhuriyetinin 21’inci asırda ‘büyük devlet’ ve ‘küresel aktör olmak’ gibi bir derdi ve hedefi var ise Kürt meselesini, kardeşlik, demokratik dönüşüm ve insan hakları zemininde çözmek istemesinden daha akılcı ve daha doğru ne olabilir ki? İşte Başbakan Erdoğan’ın yapmak istediği de bundan farklı bir şey değil.

Başbakan’ın kararlılığını anlamak için AK Parti iktidarının demokratikleşme ve devletin demokratik dönüşümü kapsamında hayata geçirdiği çalışmalara bakmak gerekir. İktidarın geçirdiği süreci izleyenler, devletin demokratik dönüşümü için yapılanların farkındadır! Bununla birlikte hükümete göre demokratikleşme, dinamik bir süreçtir. Bir yandan ötelenmiş demokratikleşme sorunlarına, diğer yandan da gündelik hayatta ortaya çıkan problemlere çözümler üretilmektedir. Taleplerin giderilmesi noktasında Kürt meselesinin çözümü için yapılanlara bakıldığında ise mesele daha net anlaşılır. 1991’de “çözüm için acil talep” olarak dile getirilen 23 talebin 19’u hayata geçirildi. Hiçbir pazarlığa girilmeden, sadece insan olmaktan kaynaklı hakların teslimi bağlamında, yasal düzenleme gerektiren taleplerin 19’u karşılandı. AK Parti iktidarı sürecinde hayata geçirilen demokratikleşme adımlarının tümünün; hükümete yönelik darbe girişimleri, parti kapatma tehdidi ve terör atmosferi üzerinden sivil hükümeti kuşatma çabalarına rağmen hayata geçirildiğini akılda tutmak lazım. Bu arada karşılanamayan taleplerin ise anayasa değişikliğini gerektirdiği biliniyor. Yapılanları, hepimize ait olanın tekrar hepimize ait kılmak şeklinde özetlemek mümkün. Başbakan’ın “ben elimden geleni yaptım” sözü süreci demokratikleşme, müzakere ve terörün olmadığı bir zemine çekme çabasının altında yatanda bu...

Başbakan Erdoğan’ın çözüm kararlılığını temellendiren diğer argüman ise bugüne kadar yürütülen çabaların, Turgut Özal’ın çalışmaları hariç, yukarıda bahsettiğimiz tarihsel perspektiften yoksun olmasıdır. Başbakan Erdoğan’ın 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşma ve sürekli yinelediği “kardeşlik” vurgusu, bu tarihsel perspektifi somut bir biçimde ifade etmektedir. AK Parti tarihsel gerçeklik penceresinden meseleye bakmış, resmi devlet ideolojisi haline gelen politikaları ve devletin Kürt meselesine ilişkin temel paradigmalarını değiştirmiş ve meseleyi insan hakları ve demokrasi sorunu olarak ortaya koymuştur. Mesele, devletin en üst organlarında konuşulmuş ve sorun alanı olarak kabul edilip masaya yatırılmış, tartışılmış ve üç temel paradigma değişikliğine imza atılmıştır. Yok saymaya dayalı geleneksel devlet paradigması yerine, meseleyi ortaya koyan, yüzleşen, tanımlayan ve çözmeye yönelik adımları atan bir siyasi irade hayat bulmuştur. Süreci güvenlik bürokrasisine havale etmiş olan geleneksel devlet refleksi terk edilmiş, sorumluluk sahibi ve topluma hesap veren bir iktidar olarak, süreci yönetme tercihi ortaya konulmuştur. Türkiye için oldukça önemli olan Kürt meselesinin çözümü, yabancı aktörler veya ‘arabulucular’ olmadan gündeme alınmış ve gerekli adımlar atılmaya başlanmıştır... Meselenin tarihsel süreci ve geleneksel devlet reflekslerinin katılığı hakkında bilgi sahibi olan herkes, bu paradigma değişikliğinin ne kadar zor ve irade gerektirdiğini bilirler! İşte bu, Başbakan Erdoğan’ın meseleyi çözme ve bunun için gerekli riskleri alma konusundaki kararlılığını kavramaya yeterlidir...

Devletin geleneksel siyaseti

Cumhuriyet tarihi ile yaşıt olmasına rağmen sürekli ötelenen, yok sayılan ve güvenlik bürokrasisine havale edilen meselenin çözümü için hayata geçirilen “milli birlik ve kardeşlik projesi”, iktidarın meseleyi çözme kararlılığının somut ilk girişimidir. Temel hakların karşılanmasının ve Habur girişiminin yanı sıra, projenin en önemli özelliği, meselenin tarafı olan aktörlerle konuşmaktan kaçınmamadır. Oslo görüşmelerinin de aynı dönemde yapıldığı ve siyasi aktörlerin konuyu iç siyasete malzeme etme çabaları dikkate alındığında, meselenin çözümü konusundaki irade ve göğüslenen riskler daha net görülür! Başbakan Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme kararlılığının somut son adımlarından birisi de halen içinde bulunduğumuz çözüm sürecidir. Farklı deneyimlerden ve çözüme yönelik projelerden dersler çıkararak başlatılan bu süreç, Türkiye’nin planladığı, beklediği ve hayata geçirdiği çözüm iradesidir. Yapılanlar, değiştirilen temel paradigmalar, kararlı bir biçimde takip edilen çözüm çalışmaları ve bu kapsamda alınan siyasi riskler dikkate alındığında Başbakan Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme kararlılığının arkasında yatan temel motivasyonun ne olduğu görülür. Demokratikleşme, insan haklarına saygı, devletin demokratik dönüşümü, devleti insana hizmet etme aracı olarak gören perspektif ve sivil siyasete yüklenen anlam, Başbakan Erdoğan’ın takip ettiği çizginin ana unsurlarıdır. Terör saldırılarıyla birlikte ortaya çıkan kimi duygusal değişimlere rağmen, Başbakan Erdoğan bu konudaki kararlılığını hep diri tuttu. Bahsettiğimiz süreçleri izlemelerine rağmen, Başbakan Erdoğan karşısında serbest seçimle kazanma olanakları bulunmayan kesimlerin önyargı, vehim ve duyumlara dayalı suçlamalarının herhangi bir karşılığının olmadığı biliniyor! Ülke ve bu ülkede yaşayan insanların menfaatleri konusunda sorunlu ilişkilere sahip kesimlerin çabalarını boşa çıkartmanın yolu kararlı bir biçimde çözüm iradesinin arkasında olmaktır.

[email protected]