Erdoğan tarzı siyaset

Prof. Dr. HÜSAMETTİN ARSLAN / Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi
19.10.2013

“Erdoğanizm” terimini kullanma zamanı gelmiş olabilir. Tayyip Erdoğan’ı sevseniz de sevmeseniz de “Erdoğanizm” diye bir politik realite var çünkü.


Erdoğan tarzı siyaset

Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti yeniden kuruluyor; hem de yeni “takrir-i sükun” dönemleri yaratmadan. Erdoğanizm: sürat felakettir; behemahal değil, yavaş yavaş. Devrimle değil, reformla. Çağla hemzaman olarak; zamanın ruhunu yakalayarak. Muhayyel “sosyal sıfır noktaları”, muhayyel başlama çizgileri yaratmadan. Devrimler radikal ve keskindir. Devrim behemahaldir; devrim sürattir; devrim zamanı katliam zamanı, şeytan zamanıdır. Oysa reform sabırlı, ılımlı ve insanidir. Devrimci radikalizm aşırılıktır; Allah müfritleri, yani aşırıları, yani radikalleri sevmez. Total devrim şirk, şirk büyük iki günahtan biridir. Total devrim demokratik değil despotiktir; tarihin bütün total devrimcileri katildir. Türkiye toplum-içi ve toplumlararası kimyası itibarı ile radikalizmleri kaldıramayacak kadar hassas ve kırılgandır. Türkiye’de Tanrı zamanını, Allah zamanını beklemek gerekir. Kulların acelesi olabilir, fakat Allah acele etmez; acele eceledir.

Total devrim savunulamaz, fakat kısmi, mini devrimler savunulabilir. Total devrim etik-dışı ve despotik, mini devrim etik ve demokratiktir. Mini devrim reformdur ve Türkiye’nin ihtiyacı olan şey budur. Türkiye son on yıldır muhafazakar politik failleri vasıtasıyla ve Erdoğan’ın önderliğinde bir dizi mini devrime sahne oldu: Uluslararası ilişkiler, yargı sistemi, ekonomik sistem vb. alanlarında. Son demokratikleşme paketi hiç şüphesiz bir dizi mini devrimden başka bir şey değildir: Rutin hayatın, hayatın ya da “yaşam” tarzının dokunulmazlığı, örtülü kadınlara kamuda çalışma hakkı, andımızın kaldırılması; özel okullarda Kürtçe tedris hakkı vb.

Hangisi en önemli mini devrim? “Yaşam tarzının” dokunulmazlığı ile ilgili madde elbette; çünkü herkesle ilgili. Kimse etnik, politik, dini, seksüel farklılığından, kıyafetinden dolayı aşağılanamaz, baskı altına alınamaz, temel insani hakları gaspedilemez. Gezi aktivistleri bu mini devrimden sonra ne düşünüyorlar acaba?

Ve bu mini devrimin kaçınılmaz sonucu: Başörtülü kadınlara  ve başörtüsüz kadınlara özgürlük . “Giysi” der Levinas, “utanma yetisinin cisimleşmesidir.” Örtünme hakkı temel insani haklardan biridir. Açılma hakkı da öyle; açılma hakkı, kişi Tanrı veya doğa vergisi “doğal derisinden soyunmak” istediğinde bile temel insan hakkıdır.  

Kaldı ki mutlak çıplaklık olamaz; çünkü soyunmak, bir anlamda giyinmektir. Örtünenler ile açılanlar arasındaki temel farklılık, örtünenlerin bedenlerinin mülkiyetinin ve bedenleri üzerindeki nihai tasarruf hakkının Allah’a ait olduğuna; açılanların bedenlerinin kendilerinin olduğuna (liberalizmin ünlü tezi: bedeni bireyin kendi mülküdür) ve üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabileceklerine inanmalarıdır. Geriye kalan şeyler hayatın kendi doğal akışına ve Allah’a bırakılabilir.

Erdoğan’dan ve Erdoğanizm’den nefret edenler ve herkes şunu bilmelidir ki, mevcut şartlar altında toplumun farklı kesimlerinin taleplerini karşılayacak yegane politik güç AK Parti’dir. Tayyip Erdoğan’dan nefret etmek bu katı ve reddedilmez olguyu değiştirmez. Yapabileceğiniz en iyi şey, dilimizdeki harikulade tabirle, “adam gibi” muhalefet; Gezi Parkı’ndaki gibi, CHP, MHP ve BDP’nin muhalefeti gibi muhalefet değil. Türkiye’de Erdoğanizme muhalefet, eğer kendi kendinizi ikna etmek gibi bir saçmanın peşinden koşmuyorsanız, neden ikna edici değil acaba! Çünkü yaptığınız şey total düşmanlık ve nefret. Daha etkili bir söyleyişle totaliter düşmanlık ve nefret. Total nefret söylemi total yalan söylemidir. Hayat total söylemlerden nefret eder. Külliyen/total doğrularınız külliyen/total yalanlarınız olabilir. Rakipleri, düşmanları ciddiye almak ve saygı göstermek ve onlara “adil” davranmak gerekir.

Sözün gelişi geziciler savundukları “yaşam” tarzının en iyi yaşam tarzı olduğundan eminler. Bunun egemen yaşam tarzı, egemenlerin yaşam tarzı olduğunu unutmuş görünüyorlar. Muhafazakar için “büyük meselenin” Cumhuriyet jakobenizminin getirdiği yasaklar değil, bir uygarlık hesaplaşması olduğunu göremiyorlar. Nitekim, takanlar farkında olmasalar bile, başörtüsü otantik uygarlığımızın kültür emperyalizmi karşısındaki “çaresizliğinin” tecessümüdür. Egemen uygarlıktan başka hiçbir şeyimizi kurtaramadık, kadınlarımızı ve dolayısıyla insanımızı bari kurtaralım anlamına gelebilir. Yani bir hayat tarzı olarak  “örtü”  sivil haklar sorunundan daha fazla bir şeydir ve sadece bir giysi sorunu olarak tartışılamaz. Bunu bir tek TV moderatörleri yapabilir; çünkü onlar her şeyi bilirler (!). Aslında net ve açık olan şey şudur: Batılı muhafazakârlardan farklı olarak, Türkiye’de muhafazakârlar egemen güçlerin ve onların yaşam tarzlarının yeni Kızılderilileri ve Aborjinleri olabilirler. İnanmak inanmamaktan, örtünmek açılmaktan daha zordur. Bunun sebebi egemen hayat tarzlarına ve fikirlere katılmanın kolay olmasıdır.

Eşitleme-homojenleştirme

Ve sözün gelişi Türkiye’nin “eşitlik” fikrinin “homojenleştirici” olduğunu bilmediği için “Türkiye halkını eşitlik özürlü ve hasta” ilan eden (ne görkemli bir jakobenizm)  anlı-şanlı sosyalist ağabeylerinden biri Başbakan’ın “Ruhban Okulu”nun açılışını erteledik; çünkü Yunanistan ve AB’den  Batı Trakya Müslümanlarına müftülerini seçme hakkı vermelerini bekliyoruz” mealindeki açıklamasını kendi vatandaşlarının hakkını çiğnemek ve bunun da “ayıp” diye niteledi. Televizyon ekranının karşısında utancımdan kızardım. Bu ünlü ağabeyin sosyalist ahlakı mı daha derin Erdoğan nefreti mi acaba?

Hangisi daha etiktir? Sadece Türkiye’deki Hıristiyanların haklarının verilmesi mi yoksa hem Yunanistan’daki Müslümanların hem de Türkiye’deki Hıristiyanların eşzamanlı haklarını elde etmeleri mi? Kendi yurttaşlarımız olmayan insanların temel haklarını elde etmeleri için de mücadele etmek neden ayıp olsun! Hani insanlığı seviyorduk! Türkiye’nin Hıristiyanlarının Batı Trakya’daki Müslüman talepleri için Yunan hükümetine ve AB ‘ye baskı yapmalarını bekleyemez miyiz? Gezi ruhundan (!) ilhamla Yunan ve AB rejimlerinin dikta rejimleri olduklarını söyleyemez miyiz? Meselenin politik boyutuna girmeye bile gerek yok.

Ve yine sözün gelişi, demokratikleşme paketi Kürtlere (Kürtlere mi Kürtçülere mi) yeterince hak getirmiyor gerekçesiyle eleştirilemez; çünkü bu eleştiri Birleşik Kürdistan rüyasına dayanan bir eleştiridir. Otantik Kürtlerin, bağımsız, birleşik Kürdistan rüyası görmeyen Kürtlerin Türkiye’nin politik pratiğinin tarihine bakarak Tayyip Erdoğan’ın bir mini devrim yaptığını düşündüklerinden eminim. Kürdistan neresidir? Kürdistan artık İran, Türkiye, Irak ve Suriye sınırının kesiştiği yer değildir; Kürdistan İstanbul’dur. Kürtlerin Türklerden ve diğer Türkiyeli halklardan daha iyi kardeşleri. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dahili olmaksızın Kürtçü elitler Ortadoğu’da tek adım atamazlar.

TV moderatörleri Gezi protestolarını şirinleştirerek “prestij” devşirme mücadelesi veriyorlar. Egemen entelektüel çevre bir entelektüel terör ortamı yarattı. Gezi’yi eleştirenler anında infaz ediliyorlar. Protestonun demokratik hak olduğunu iddia edenler, bu protesto kendilerine yöneltildiğinde totaliter despotlara dönüşüyorlar. Politik iktidara muhalefet demokratik bir haktır elbette; fakat entelektüel iktidara muhalefet de demokratik bir haktır. Protesto hakkı kimsenin tekelinde değildir. Gezi aktivistlerinin iktidar algısı bir realitedir. Doğru; fakat başkalarının Geziciler algısı da bir realitedir. Ve yegane realite de bu iki algı realitesi değildir. Gezi eylemlerinin yanında olmak normalse, karşısında olmak da normaldir. Ve Gezi protestosunun zannedildiği gibi “masum” kısmı başlangıç kısmı değildir; aksine bütün mesele ilk Gezi hamlesinin masum olmamasıdır. Planlanmıştır ve planın hedefi Tayyip Erdoğan ve AK Parti’dir.

[email protected]