Erdoğan Varna’da ne söyledi?

M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
31.03.2018

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Varna Zirvesi’nde ortaya koyduğu duruş, Gabriel’in çizdiği tablo göz önünde bulundurulduğunda anlamlı bir okuma ile neticeleniyor. Erdoğan zirve sonrası yaptığı konuşmada Avrupa Birliği’nin Türkiye’den taleplerine yönelik tek bir söz etmedi. Aksine, Türkiye’nin tezlerini ve taleplerini, Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmanın şartlarını ortaya koydu.


Erdoğan Varna’da ne söyledi?

Varna Zirvesi öncesi Almanya’nın sabık Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Tagesspiegel gazetesine yazdığı makale zirvenin nasıl bir seyirde yürüyece-ğini özetler gibiydi. Erdoğan eleştirisi üzerinden Türkiye’ye sürekli değerler dayatması yapan Avrupa’nın, geçtiğimiz iki yılda Türkiye ile ilişkilerinde değerleri altüst etmesi bir başka dilin geliştirilmesi gerekliliğini doğurdu. Bu gerçeğin farkında olan Gabriel, kopma noktasına gelen Türkiye-Batı ilişki-lerini artık değer söylemleri ile düzeltemeyeceklerinin, bu sebeple Türkiye’ye tatmin edici bir takım teklifler ile yaklaşmalarının gerekliliğini vurguladı. Gabriel’in işaret ettiği en önemli gerçeklik, hiçbir çekincesi olmadan askeri ile sahaya çıkan Türkiye’nin, bir takım çocukça aldatmalar ile kendisine dayatılan oldu bittilere artık tahammülü olmadığı gerçeği idi. Dışişleri Bakanlığı döneminde açıkça ikrar edemediği PKK-YPG ilişkisini, makalesinde açıkça kabul eden Gabriel, Türkiye açısından bıçağın kemiğe dayandığının ve her türlü riski göze aldığının altını çizdi. Tüm çabalarına rağmen Suriye denkleminin içine girmeyi başaramayan ve taraflar tarafından süreç içinde muhatap alınmayan Almanya’nın eski Dışişleri Bakanının teklifi, Batı ile Türkiye arasında arabuluculuk rolü üzerinden sürece dahil olmak oldu.  Gabriel, Türkiye’nin kendisine yönelen tehditler karşısında, her türlü riski göze alarak Batı ile köprüleri atma aşamasına geldiği yorumunu yaptı. Gabriel’e göre, böyle bir ortamda “Batı’nın Türkiye’den sorumlu komiseri” sıfatı ile Türkiye’ye yeni teklifler yapmak vazifesi Almanya’ya düşmekteydi. Yazının en dikkat çekici noktası, Gabriel’in analizini, bilinçli şekilde Avrupa’ya yahut Amerika’ya odaklamaktan kaçınıyor ve “Batı” ifadesini kullanıyor olması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Varna Zirvesi’nde ortaya koyduğu duruş, Gabriel’in çizdiği tablo göz önünde bulundurularak okunduğunda anlamlı bir okuma ile neticeleniyor. Erdoğan zirve sonrası yaptığı konuşmada Avrupa Birliği’nin Türkiye’den taleplerine yönelik tek bir söz etmedi. Aksine, Erdoğan Türkiye’nin tezlerini ve taleplerini, Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmanın şartlarını ortaya koydu. Aksi bir durumda Türkiye’nin Avrupa gibi bir önceliği olmadığını anlamak için esasen Gabriel’in yorumlarına ihtiyaç yok. Gelgelelim Gabriel, Türkiye karşısında analiz kabiliyetini yitirmiş, bu sebeple hala ezbere konuşan Avrupalı bürokrat ve siyasetçilere ezber bozmak zorunda olduklarını hatırlatıyor. Buna rağmen AB Konseyi Başkanı Tusk’ın zirve sonrası yaptığı değerlendirmede bilindik “ciddi endişelerini” sıralaması, AB bürokratlarının meseleyi henüz kavrayamadığını ortaya koyuyor. Erdoğan’ın Tusk’ın eleştirilerini ciddiye almayışı ve bu konuda tek söz etmemesi, dahası artık bir klasik haline gelen tutuklu gazeteciler sorusunu kaale alarak cevaplamayışı Gabriel’in uyarılarının haklılığını ortaya koyuyor. Türkiye’nin Batı ile arasındaki bağ her geçen gün kopuyor ve Avrupa Batı’nın bir parçası olarak Türkiye açısından bir hedef olmaktan uzaklaşıyor. 

Türkiye’nin pozisyonu

İlişkilerin eski haline dönmesi imkan dahilinde değil. Bu sebeple ilişkiler ya kökünden kopacak, yahut başka bir ilişki düzleminde bir şekilde yeniden tesis edilecek. Zira Batı’nın iyi ilişkiler olarak andığı dönem etken Batı-edilgen Türkiye ilişkisinden başka bir ilişki değil. Buna mukabil Türkiye’nin yeni kuşakları böylesi bir edilgenliğe rıza gösteren eski kuşaklardan faklı bir reflekse sahip. Bu refleks kendisini bürokraside ve diplomasi-de de ortaya koyuyor. Bu bakımdan “Yeni Türkiye” kuru bir söylemden çok öte, doğal bir arkaplana sahip bir durum tespitini ifade ediyor. Bu sebep-le Erdoğan’ın karakteri Türk toplumunun uluslararası talepleri ile bire bir örtüşüyor. Seçmenlerinin ve vatandaşlarının Erdoğan’dan talebinin “dik dur eğilme” olması, bu örtüşmenin adeta bir seremonisi.

Erdoğan’ın Varna Zirvesi sonrası açıklamalarına “Türkiye olarak sözümüzü yerine getirdik ve mülteci anlaşmasına sadık kaldık. Şimdi sıra siz-de, vize serbestini bir an evvel hayata geçirin; ki Türk halkının size olan güveni yıkılmasın.” şeklinde başlaması Avrupa kamuoyu tarafından bek-lenmeyen bir çıkıştı. Kopma noktasına gelen ilişkileri yeniden tamir edip etmemeyi tartışan Avrupa, Türkiye’nin en olmaz talebi ile karşılaşmayı ummuyordu. Bu sebeple Zirve sonrası yapılan yorumlarda Erdoğan’ın uzlaşmaya gelmediği değerlendirmesi yapıldı. Evet Erdoğan uzlaşmaya gitme-miş, aksine Türkiye’nin pozisyonunu dayatmaya gitmiş, bunu da “işinize gelirse..” tonlamasıyla yapmıştı. Gabriel’in “Türkiye yönünü gerçekten çevirdi çeviriyor” uyarısının haklılığı bu noktada gözle görülür hale geliyor. Zira bundan evvel yapılmış olan Türkiye’nin eksenini Rusya-Çin ittifakına çevirmekte olduğu değerlendirmeleri Türkiye’nin blöfü olarak okunmuş, bir yere kadar ciddiye alınmıştı. Buna mukabil Türkiye’nin askeri ile sahada oluşu ve Amerikan askeri ile olası bir çatışma potansiyeli taşıyan Münbiç hedefinden kat’iyen vazgeçmediğini, dahası Kuzey Irak’ta da benzer bir operasyon yapabileceğini ortaya koyması, sadece Amerika’dan değil Avrupa’dan da uzaklaşma olarak okunabilecek bir refleksi ortaya koyuyor. Türkiye sadece tehdit etmiyor, sahaya inerek ikaz ettiği noktaya doğru hareket de ediyor. Bir Alman atasözü “Müteyakkız kirpinin her yeri kabarır” der. Türkiye’nin sadece Suriye sorununa karşı bir teyakkuz ortaya koyduğu yorumunu yapacak olanlara ise Erdoğan, Kıbrıs konusunda da bir oldu bittiye izin vermeyecek bir Türkiye olduğu mesajını verdi. Suriye meşguliyetinin Türkiye’ye Kıbrıs ve Balkanlar’ı unutturmadığı ve bu bölge-lerde de çıkarını koruyacak bir Türkiye ile muhatap olduklarını ortaya koydu. Dahası, bir oldu bitti ile AB’ye aldıkları Güney Kıbrıs’ın meseleyi daha da çözümsüz bir hale getirmesine atıfta bulunan Erdoğan, böylesi bir AB’nin Kıbrıs sorununda söz söylemeye hakkı olmadığının, söz hakkının garantörlerde olduğunun altını çizerek Birliği Kıbrıs denklemi dışına itmekte bir sakınca görmüyor. Teröre karşı mücadelesinde afaki değerlendirmelerle muhatap olan Türkiye’nin artık somut destek görmek istediğini dile getiren Erdoğan Avrupa Birliği’nin şartları, tamamlanmış fasıllar, tamamlanacak fasıllar üzerinde ise hiç durmadı. Bir AB-Türkiye zirvesi alışıldık gündemin çok dışında bir seyir ile kapandı.

AB’den taleplerimiz

“Avrupa Birliğin’den taleplerimizin neler olduğunu bir kağıda yazdık ve kendilerine ilettik. Artık bundan sonra bu kağıdı kendi aralarında değerlendirsinler ve Avrupa Birliği kendi muhasebesini yapsın” diyen Erdoğan, Türkiye’nin yeni oyalamalara, yeni vaatlere ayıracak zamanı olmadığını ortaya koydu. Kendisine yönelen tehdidin kaynağı olan Batı’ya karşı çekilmiş en güçlü rest “bizimle devam etmek istiyorsanız bizim istediğimiz şekilde olacak” resti idi. Zira edilgen Türkiye ile muhatap olmaktan kalma alışkanlıklar ile değerler dayatmasına, Türkiye’nin konumunu ve pozisyo-nunu sorgulamaya yeltenen Birlik üyelerine Türkiye treninin kaçtığı hatırlatıldı. Bu tren uzun yıllar Türkiye açısından kaçtı kaçacak denilen AB treninden başkası değil. Türkiye bu treni bir tercih sebebi ile değil, bir varlık kaygısı ile Batı rayından çıkartıyor. Avrupa Birliği bu noktada Türkiye’ye “Kaygılarınızı anlıyoruz ama..” dan başka bir şey söylemek durumunda. Erdoğan, Türkiye’nin taleplerini kağıda yazmış, teslim etmiş bir kimse olarak muhataplarına “Artık ne söyleyecekseniz söyleyin yoksa gidiyorum” demenin rahatlığı içinde. Zira Türkiye, Kıbrıs harbi de dahil olmak üzere tarihinin hiç bir döneminde Batı’dan yüzünü dönmeye bu kadar yaklaşmamış, kamuoyu Batı’dan uzaklaşmaya bu denli ikna olmamıştı. Dolayısıyla Gabriel’in tespitleri, Erdoğan’ın elinin kendisi açısından ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Karar verme pozisyonunda olanın Erdoğan değil, Avrupa başta Batı olduğunu gören Gabriel, asıl mesajını bize değil Batı’ya veriyor: Türkiyesiz olmayı göze alabiliyorsanız aynı minval üzere devam edin!

@Taceddin_Kutay