Erdoğan’dan ‘kurtulma’ planı!

0
18.01.2014

Kariyer sahibi ikinci, üçüncü kuşak gençlerin tatilden tatile gelip kaldıkları Türkiye’de artık yaşamak istemeleri, iş bakıyor olmaları, gelişen Türkiye’nin sonuçlarından biridir. İşte bu sebeptendir ki, demokrasilerini korumak için, vesayete karşı durmak için, Başbakanlarına destek için konvoylar halinde, geldiler Türkiye`ye. Durdukları yerin altını çizip, “Yanınızdayız!” demek için...


Erdoğan’dan ‘kurtulma’ planı!

Güven Akıncı / İş Adamı - Zürih

Aralık 2013 tarihi, yeni Türkiye’nin önümüzdeki zamanlarda sıkça tartışacağı bir tarih olacak kuşkusuz. Sonuçları itibariyle o gün yaşananların, sıradan bir soruşturmanın ötesinde bir anlama denk düştüğünü pekala bugün dahi kestirebiliyoruz. Bu operasyonun AK Parti hükümetlerinin ekonomik atılımlarını ve oluşan makro ekonomik temelli stabiliteyi hedef aldığı aşikar. Hükümet yetkililerinin hadiseyi böyle yorumlamasının yanında muhalefetin önemli figürlerinden CHP eski milletvekili Sükrü Elekdağ’ın bu minvaldeki açıklamalarının da altını çizmek gerekiyor. 17 ve 25 Aralık komplolarını daha net anlayabilmek için biraz gerilere gitmemiz gerekiyor.

AK Parti hükümetleri döneminde ekonomide çok önemli yapısal reformlar gerçekleştirildi. Bankacılık sistemi, özelleştirme gibi konuların dışında kamu maliyesinin düzenlenmesi enerji, iletişim, tarım ve sosyal güvenlik alanlarındaki atılımlar kuşkusuz yabancı yatırımcıların da dikkatini Türkiye’ye çekti. Yine yabancı sermaye sahiplerinin önlerindeki bürokratik blokajın kaldırılması veya asgari düzeye çekilmesi, yerli yatırımcılara verilen hak ve sorumlulukların onlar için de eşitlenmesinin, yasal düzenlemeyle garanti altına alınması önemliydi. Gerçek manada rekabetçi bir piyasa ekonomisinin oluşturulması hedefiyle, son 10 yılda yaklaşık 40 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış, devletin ekonomideki rolü, büyük oranda sağlık, sosyal güvenlik, milli savunma ve temel eğitim alanlarına çekilmişti.

Türkiye’nin 2013’ü...

Dinamik Türkiye ekonomisi, geniş iç pazarı ve yetişmiş insan gücüyle beraber coğrafi konumunun da sağladığı avantajla (İstanbul’dan dört saatlik uçuşla yaklaşık 50 ülkeye ulaşabilmek) dünyanın gelişmiş yirmi ekonomisinden birisiydi artık. 2008 küresel ekonomik krizinin, gelişmiş ekonomilerde oluşturduğu resesyon, eş zamanlı olarak Türkiye’de ekonomik büyüme sağlamıştı. Sayın Başbakan’ın “teğet geçecek” sözünü hafife alıp, “komik” bulanlar, mali yılın sonunda oluşan tablo karşısında suskunluğa yattılar. Bazı AB üyesi ülkelerin krize dayanamayıp iflas (İzlanda, Yunanistan) açıkladığı, bazısının da(İspanya, Portekiz, İtalya) her an iflas edebileceği öngörülerinin yapıldığı zaman diliminde Türkiye, tarihinin en yüksek (yüzde 9.5) büyüme oranına ulaşacaktı.

Tarih, 2013’ü “yıllardan bir yıl” gibi kaydetmeyecek, büyük olasılıkla! Geçen takvim yılının, bütününe bakıldığında peşpeşe yaşananların sıradan tesadüfler olmadığı görülecektir. 30 yıllık terör sorununun çözümü konusunda en net tutumun takınılması ve müzakere sürecine geçilmesi, Cumhuriyet tarihimizin en büyük ihalelerinin yapılması, IMF’ye olan borcun sıfırlanması bütün bunlar “büyük devlet” iddiasının somut adımlarıydı. Küresel aktörler açısından bu kadarı da fazlaydı. “Bu Türkler de çok oluyor”du. Zaten hazzetmedikleri AK Parti ve onun lideri Erdoğan, ileri gitmişti. Bir kaç kez düşük yoğunlukta denedikleri “AK Parti’den kurtulma” operasyonlarından bir türlü istedikleri sonucu elde edemiyorlardı.

Derken “bir gece ansızın”ı da aşan olağandışılıkta “ağaç sevgimiz”(!) depreşti. Taksim Gezi Parkı’nda, yol genişletme çalışmaları gereği kesilen ağaçların, uluslararası bir komplonun enstürümanı olduğunu nerden bilebilirdik ki? Ne kadar yerli oldukları tartışmalı olan Türkiye’deki bazı sermaye sahiplerinin sponsorluğunda çoğunluğunu lise ve üniversite gençlerinin oluşturduğu guruplar “Tayyip gitsin!” sloganlarıyla seçilmiş hükümeti ve onun Başbakanını alaşağı etmek istiyorlardı. Tam da atılan bu sloganla, hedefin altı çiziliyordu. Oyunun uluslararası boyutunun anlaşılması, mezkur sloganla pekişti. Yüz milyonlarca dolarlık ekonomik zararın dışında, yedi genç insan da hayatını kaybetti bu olaylarda. Hasar ağırdı! Sıcak bir yazın ardından olaylar kontrol altına alındı.

Oyun kurucu, durmaya niyetli değildi. Bu sefer çok içerden, başlattı operasyonu. En kullanışlı manivela olarak, bir süredir rahmine alıp beslediği Fetullah Gülen gurubunu seçti. Pragmatik gelişiminde, ümmet bilincine itibar etmemiş bu “cemaat”, coğrafyamızın tarihindeki en büyük ihaneti yapmaktan imtina etmedi. “Dershanelerimiz” diyerek başlattıkları saldırıyı, yolsuzluk kılıfıyla popülerleştirip yargı darbesiyle de tamamlamak istediler. (Yolsuzluk vurgusu, bu yazının konusu degildir. Yazı, önemine binaen ihanet ekseninde çerçevelenmiştir. G.A)

“Dersane krizi” Türkiyeli bazı ailelerin aylık bütçelerinde oluşturduğu kara delikten bildikleri ancak, bir sistem krizine dönüşebilecek kadar önem atfetmedikleri bir konuydu. Asıl eğitimin, yardımcı unsurları sayılan bu kurumların düzenlenmesinin “teklif dahi edilemeyeceği”ni dikte ettirmek isteyen bir yapı vardı karşımızda. Milli iradenin üzerindeki bütün vesayet odaklarına karşı verdiği mücadeleyle sınanmış bir iktidarın, geri adım atması doğal olarak beklenemezdi. Ne pahasına olursa olsun Mart ayındaki yerel secimlerde, AK Partiyi tartışılacak bir sonuçla yüzyüze bırakmak kısa vadeli amaç olarak benimsenmiş görünüyordu. Alabildiğine sinsi yürütülen operasyon, iç ve dış şer odaklarının hamiliğinde hoyratlaştıkça çirkinleşiyor, kadirşinas Anadolu halklarının, mütevazi yardımlarıyla büyüttükleri medya aracları birer silah olup, kin kusuyordu. Ihalesini aldıkları “iş”in hakedişine kilitlenmiş bu menfaat şebekesi, bütün sabitelerinden sıyrılmıştı. İşverenine layık olmaya çalışan modern zaman tetikçisi, ilk zaferini yerel seçimlerde almak istiyordu.  

Seçmeninden yüzde elli oy almış bir iktidarı, önümüzdeki yerel seçimleri işaret ederek korkutmak nasıl bir akıl tutulmasıdır ki?

Türkiye değerleniyor

Geçen 11 yıllık süreçteki ekonomik ve siyasal gelişim, sosyal hayatta yapılan düzenlemeler, özgürlüklerin önünün açılması, Avrupalı Türklerin ülkelerine dair yitmekte olan umutlarını, tekrar yeşertti. Göçmen sosyolojisinin bütün özelliklerini yansıtan Avrupalı Türkler, kökleriyle kurdukları güçlü aidiyet bağının gereği, Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ediyorlar. Sağlıktan sosyal güvenliğe, ekonomiden insan haklarına, demokratik gelişime kadar insanı ilgilendiren alanlarda gelinen noktayı memnun edici buluyorlar. Olaylara dışardan bakıyor olmanın sağladığı vasatta ülkelerini, pratikte yaşadıkları toplumsal standartlarla mukayese etmenin avantajını da kullanıyorlar. Batılı okur/yazarların, son yıllarda kendilerini daha bir dikkatle dinliyor olmalarının, ülkelerindeki olumlu seyirle ilgisi oldugunu düşünüyorlar. Avrupalı Türkler, Avrupa’nın ortak geleceğinde önemli bir bileşen olduklarını ilk kez farkettiler.

Güçlü lobicilik hedefinin,  toplumsal özgüvenle yakından alakalı olduğunu kaydetmeliyiz. Hamasi söylemlerle şişirilmiş, zamanın ruhuna ters bir boş bir miliyetçilik yerine, potansiyelinin farkında olan kompleksiz bir toplumdur, sözü edilen. Arkasında güçlü bir Türkiye’nin varlığının bilincinde olan Türkiye kökenli toplum büyük bir özgüvenle, sosyal hayattaki yerini sağlamlaştırıyor.

Bir başka “yeni durum” ise, kariyer sahibi ikinci, üçüncü kuşak gençlerin tatilden tatile gelip kaldıkları Türkiye’de artık yaşamak istemeleri, iş bakınıyor olmaları. Bu yeni durum, gelişen Türkiye’nin sonuçlarından biridir. İşte bu sebeptendir ki, demokrasilerini korumak için, vesayete karşı durmak için, Başbakanlarına destek için konvoylar halinde, geldiler Türkiye`ye. Durdukları yerin altını çizip, “Yanınızdayız!” demek için...

[email protected]