Erdoğan’ın zaferi demokrasi için fırsat

Prof. Dr. Muhammed Ayoob - Michigan State Üniversitesi
5.04.2014

Seçim sandığından güç toplayarak çıkan ve kendisini daha emin hisseden Erdoğan günlük siyasetin olağan kavgalarını geride bırakabilirse, Türk demokrasisine çok ciddi katkılarda bulunacaktır.


Erdoğan’ın zaferi demokrasi için fırsat

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 30 Mart mahalli seçimlerinin kendisi ve iktidarı açısından bir referandum olduğunu bilinçli olarak ileri sürdü. Neticede AK Parti bir önceki mahalli seçimlere göre oylarını yüzde 5 artırarak seçmenlerin yüzde 45’inin desteğini almayı başardı. Bu oran ana muhalefet partisi CHP’nin almış olduğu oranın 16 puan üstünde. Öyle anlaşılıyor ki hükümete karşı ileri sürülen yolsuzluk iddialarına rağmen Erdoğan’ın Türk seçmeninin en az yarısının desteğine sahip olduğu iddiası yeniden ispatlanmış oldu. 

Bu neticeler Türkiyeli bazı yorumcuları şaşırtmışa benziyor, zira onlara göre, “başka bir demokratik ülkede olsa [Erdoğan’a] yöneltilen yolsuzluk iddialarının yarısı bile hükümeti devirmeye yeterli olurdu.” Ancak seçim neticeleri Türkiye’nin kendi siyasi ortamında değerlendirildiğinde o kadar da şaşırtıcı değil. Yolsuzluk AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar Türk siyasi sisteminin kronik bir hastalığıydı. İktidar partisi ise yakın geçmişe kadar temiz bir şekilde ülkeyi yönettiği intibaını uyandırmıştı. Bu nedenle seçmenler yolsuzluk iddialarına aldırış etmediler. Daha önceki hükümetlerle AK Parti arasındaki fark şuydu: öncekiler bir yanda yolsuzluk yaptıkları iddia edilirken, diğer yanda ekonominin yönetimi açısından başarısızlardı ve hatta ekonomiyi felakete sürüklemişlerdi. AK Parti hükümeti ise yolsuzluk iddialarıyla birlikte ekonomide başarılı bir performans ortaya koydu, ortalama Türk vatandaşının gelir seviyesini ve hayat standardını gözle görünür biçimde yükseltti.  

Ekonomik başarı avantajı

Üstelik, geçen on yıl boyunca elde edilen ekonomik kalkınmanın ortaya çıkardığı faydalar daha önce ihmale uğramış olan “Siyah Türkler” tarafından hissedilmeye başlandı. Kemalist elit tarafından idare edilen daha önceki hükümetler döneminde bu kesimin iktisadi-siyasi talep ve ihtiyaçları görmezden geliniyordu. Anadolu’nun merkezinde yaşayanlar, Kemalist seçkinleri Batı sahillerinden gelerek Cumhuriyet’in ilk 80 yılı boyunca ülkeyi yöneten “Beyaz Türkler” olarak kabul ediyor ve CHP’yi de bu kesimi temsil eden bir parti olarak görüyorlardı. Bu nedenle AK Parti destekçileriyle muhalifleri arasında çok ciddi sınıf ve bölgesel farklar bulunmaktadır. Bölgesel farklar mahalli seçimlerin sonuçları incelendiğinde de açıkça görülmektedir. Ancak iki kesim arasındaki fark sadece sınıf ve bölge farkından da ibaret değil. “Siyah” ve “Beyaz” Türk kategorileri dindar ve kimliğinden emin bir şekilde Müslüman olan çoğunluk ile kendilerini laik olarak adlandıran azınlığa atıfta bulunuyor. 

“Siyah Türkler”in 2002’ye kadar Türkiye’yi yöneten eliti oluşturan “Beyaz Türkler”e karşı duyduğu kızgınlık aşikardır. 30 Mart günü bu “Siyah Türkler”den birinin ifadesiyle, “AK Parti’ye oy vereceğim çünkü CHP iktidara gelirse neler olacağından korkuyorum. Onlar yönettiği zaman biz köylü olarak yaşıyorduk, yollardaki çöpleri topluyorduk, eşlerimizi başörtüsü taktıkları için evlerin içinde saklıyorduk. AK Parti de mükemmel değil ama onların yönetiminde torunlarımın geleceği daha parlak.” Erdoğan bu parçalanmanın bir neticesi ve temsilcisidir. Onun sekülarist elit tarafından bu kadar nefret edilmesinin ve bütün hatalarına rağmen Anadolu taşrasının çocukları tarafından bu kadar sevilmesinin nedeni de budur. Ancak onun mütedeyyin kimliği kendisine verilen desteğin yegane sebebi değildir. Asıl neden Erdoğan’ın savaşçı karakteri. Erdoğan imtiyazlı seçkin sınıfa ve küresel güçlere karşı kavgaya girişmekten kaçınmıyor ve bu özelliği partisinin tabanının hoşuna gidiyor. Türk halkının çoğunluğunun arzusu da bu şekilde: hem içeride, hem de dışarıda adamdan sayılmak ve bağımsız aktör olmak istiyorlar. 

Aslında Erdoğan’ı Türk İslami akımının Fethullah Gülen tarafından temsil edilen diğer eğiliminden ayıran da bu özelliği. Gülen Türk İslam’ının “cici” tarafını temsil ediyor ve İslam’ı dinler arası diyalog ve eğitim faaliyetlerine yoğunlaşarak aslen Batılı bir din olarak takdim ediyor. O nedenle Pennsylvania’da yaşayan Gülen’in Batı’da popüler olmasına rağmen, Erdoğan’ın aynı Batı tarafından “Kasımpaşalı kabadayı” olarak görülmesi aslında şaşırtıcı değil. Fakat ülke içinde Gülen’in yumuşak imajı kendilerini Hizmet hareketine adamış Gülenci bir kadro dışındaki Anadolu seçmeninin damarını yakalayamıyor. Gülen Cemaati’nin AK Parti’nin önemli müttefiki olduğu ve son üç genel seçim boyunca partinin elde ettiği başarılarda büyük payı olduğu farz edilirdi. Oysa son neticeler gösteriyor ki hareketin katkısı şimdiye kadar çok fazla abartılmış. Son bir yıl boyunca parti ve Cemaat arasında sert bir şekilde yaşanan kavga patlak verince, bunun AK Parti’nin muhafazakar ve mütedeyyin tabanında destek kaybına neden olacağı sanılıyordu. Böyle bir gelişme yaşanmadı. Aksine son mahalli seçimlerde aldığı neticelerle mukayese ile, AK Parti’nin oyları yükseldi. Böylece Gülen hareketinin Türkiye siyaseti açısından hemen hemen hiçbir etkisinin olmadığı ortaya çıktı. 

Halk çözüm sürecine inandı

AK Parti’nin etkileyici başarısına katkıda bulunan bir diğer faktör, rakibi CHP’nin ülkenin Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinde hiçbir varlığının olmamasıdır. Etnik bazlı bir analiz yapmak mümkün olmasa da Kürt seçmenlerin oylarını büyük ölçüde AK Parti ile Kürt milliyetçisi BDP aralarında paylaştıkları ortadadır. Öyle anlaşılıyor ki AK Parti Abdullah Öcalan ve PKK ile müzakere yoluyla Kürt sorununa bir çözüm bulmaya çalışmasından dolayı Kürtler arasındaki desteğini artırdı. Gülen hareketinin AK Parti’ye muhalefeti de Kürt seçmenleri motive etmiş olabilir, zira bu hareket Kürt otonomisi ve hatta Kürt kültürel haklarına karşı olarak algılanıyor. AK Parti’nin yerel seçimlerdeki zaferi partinin ve ülkenin karşı karşıya olduğu temel soruya cevap bulmaya yetmeyebilir: İfade özgürlüğünü garanti altına alan liberal demokratik ilkeler, otokrat eğilimli fakat güçlü ve sevilen bir liderin mevcudiyeti ile nasıl bağdaştırılacak? Bazı yorumcular bu seçim zaferinin Erdoğan’ın müstebit eğilimlerini güçlendireceğini ileri sürüyorlar. Bu doğru olmayabilir. Eğer, seçim sandığından güç toplayarak kendisini daha emin hissettikten sonra, Erdoğan günlük siyasetin olağan kavgalarını geride bırakabilirse, Türk demokrasisine çok ciddi katkılarda bulunacaktır.  

(The Guardian, 31 Mart 2014)