Erik Jan Zürcher hüsranı

ASIM ÖZ/ Yazar
26.01.2019

Erik Jan Zürcher’in esas gerçekliği ile yani Türkiye’deki gelişmeleri kavrama sürecinde ortaya koyduklarını sadece erken Cumhuriyet devri ile sınırlamayıp bugünü de içine alacak bir şekilde görmek, tarihçinin tutumundaki değişimleri anlama sürecine katkı sunacaktır.


Erik Jan Zürcher hüsranı

Uzun zamandır modern Türkiye tarihi ve tarihyazımını doğrudan etkileyen Erik Jan Zürcher’in emekliliği vesilesiyle gerçekleştirilen mühim etkinliğe Toplumsal Tarih dergisi dışında memleketteki süreli yayınlar sağır kaldı. Yakın tarihin hemen her gün, her fırsatta ve her yerde tartışıldığı bir vasattaki bu suskunluk üzerinde durulmayı hak ediyor. Leiden Üniversitesinde 23-25 Ağustos 2018 tarihleri arasında düzenlenen “Ottoman Continuities, Re-publican Inventions” adlı sempozyum, Zürcher’in Türk modernleşme tarihindeki çabasını ve çalışmalarının etkisini değerlendirmek amacıyla  “kuşak-lar buluşması” temasını benimsemişti.

Sempozyumun oturumları ise katkılarını tek bir kalemde toplamanın güç olduğu tarihçiye yakışır bir şekilde insanlar, fikirler, mekânlar ve çatış-ma olmak üzere dört alt başlık altında planlanmış. Emre Erol, Toplumsal Tarih’teki kısa değinisinde farklı fikirlerin ele alındığı oturumda edebiyatla birlikte, fikri cereyanların ve bunların güncel siyasetle ilişkilerini irdeleyen sunumların öne çıktığından söz ediyor. Aslında bu kısım edebiyatın ve düşünce tarihinin hatırlanması bakımından son derece önemli, zira Zürcher’in klasikleşen Modernleşen Türkiye’nin Tarihi çalışmasında eksik kaldığını itiraf ettiği sanatın bir alt dalı olarak edebiyat da böylelikle gündeme gelmiş.  Düşünce tarihine sosyal gerçekliklerin tasvirini engellediği için mesafeli yaklaşan Zürcher’in kendisiyle ilgili bir etkinlikte fikirlere yer ayrılması da başlı başına değerli. Ne var ki bunun ne ölçüde başarıldığını ancak sem-pozyum metinleri yayımlandığında görebileceğiz.

Siyasetçi rolü üstlenmek 

Sempozyumun son gününde kendini tüm oturumlarda tekrar eden bir tartışma konusunun belirdiği gözlemini aktaran Emre Erol, “Tarihin güncel siyasetin malzemesi olması ve bu vesileyle Türkiye’de oluşmakta olan yeni hegemonik anlatının ana malzemesi hâline gelmesi”nden söz edi-yor.  Şimdi ima yüklü bu ifadeler üzerinde biraz duralım: Sunumların güncel siyaseti ve etkilerini düşünmeyi kaçınılmaz kılması bir açıdan Erik Jan Zürcher’in son yıllardaki performansıyla da alakalı. Burada göz önünde bulundurmamız gereken çok önemli husus şu: Onun akademisyenliği boyun-ca “uzak kaldığı”  siyasi iklime ilişkin hissiyat yapılarına yaslanan yorumları.

Söyleşilerini dikkate aldığımızda esasen Erik Jan Zürcher’in modern Türkiye tarihinin geniş hatlarına dair pek de yeni bir anlayış getirmediği ileri sürülebilir. Bu bakımdan tezyif dolu 2008 tarihli Hürriyet Pazar söyleşisinden itibaren Türkiye’deki gelişmeleri sorgulama hırsı hatırlanabilir. Bu sayede tarihçinin, Türkiye’de akademik olduğu kadar, siyasi bir tartışmanın da içine girdiği son derece açık…  Gelişmelerin seyri dikkate alındığında böylesi açıklamalar, öteden beri eleştirel tarihçilerce geçmişe ilişkin bilginin günümüzdeki siyasi ve fikri pozisyonların desteklenmesi amacıyla kulla-nımına yapılan itirazın konjonktürel olduğunu akla getirir.

Erik Jan Zürcher, sol liberallerin diskurunu andıracak biçimde sarf ettiği ifadelerle BBC’den BirGün’e çeşitli mecralarda gündeme geldi. İlkin “muhafazakâr, milliyetçi ve Sünni Müslüman bir dünya görüşüne sahip yüzde 60’lık bir çoğunluğun” yol açtığı uzun vadeli krizlere dair ileri sürdüğü iddiaları üzerinde durulabilir. İlginç bir şekilde Zürcher, derin tarihi kökenleri bulunan sosyal ve kültürel gerçeklere vurgu yapmasıyla İdris Küçükö-mer’in Düzenin Yabancılaşması kitabındaki tezlerden haberdar olduğunu da “itiraf” ediyor.  Böylece yüzeysel okurun tavrından farklı olarak, müelli-fin metnine dikkatle, merakla ve ısrarla bakan Kurtuluş Kayalı’nın 2001’de başka bir bağlamda sorduğu “Zürcher, İdris Küçükömer’i okudu mu?” sorusu da cevabını bulmuş oluyor. Ama bu kadarla da sınırlı değil. Zürcher,  çok temel bir mücadelenin safhaları şeklinde değerlendirilmesi mümkün olan 2007 süreci, Gezi Parkı olayları, 17/25 Aralık veya başarısız 15 Temmuz darbe girişimi gibi gelişmeleri hafife aldığını hissettirir. Hal böyle olun-ca kendisinin sıkça altını çizdiği vakaları mesafeli ele alabilme tutumunu büsbütün terk ettiği görülür. Aslında Türk modernleşmesinin derinlikli bir proje olduğunu vurgulayan Zürcher’in, “liberal, şehirli, seküler bir siyasi akım” beklentisiyle yanıp tutuştuğu mutlaka zikredilmelidir.

Erik Jan Zürcher, son zamanlarda Türkiye’de sadece siyasi görüşler arasında değil, dünya görüşleri arasında yaşanan kutuplaşmalara da odak-landı. Bu doğrultuda açıklamalar yapmak suretiyle tarihçilikten siyasete adım attığı için hitap ettiği kitle önemli ölçüde daraldı.  Artık bundan sonra, dikkatler başka noktalara kaydı. Daha da ileri giderek Kurtuluş Kayalı’nın Türk Düşüncesinde Yerlilik ve Millilik Sempozyumu’ndaki tespitlerini hatır-lamak şart.  Kemalizm’in liberal sol başta olmak üzere elitlerin zihniyetlerinde varlığını koruduğunu ve başkalarına da sirayetini işaret eden satırlardan hareketle bazı gözlemler yapılabilir: “Zürcher’in Türkiye’nin resmi kurumlarından aldığı ödülü reddetmesi ve bunu açıklama gerekçesi liberal sol çevrelerin Kemalizm’e yönelik daha mülayim tutumlarının tetikleyicisi olmuştur.” Anladığım kadarıyla bu ifadeler, Kemalizm’in soldan aldığı eleştiri-lerin paranteze alındığı hatta Kemalizm’in mirasında yer alan bazı ana unsurları günümüz Türkiye’si için geçerli bulan yaklaşımların güçlendiği bir vasatta daha da önemli hâle geliyor. Türkiye’deki gelişmeler,  pek çok aydının kendisini tehdit altında hissederek orijinal Kemalist modernleşme modeline geri döndüğü bir kutuplaşmaya dolayısıyla cepheleşmeye de yol açtı. O zaman son 10 yıllık gelişmeler analiz edildiğinde, varılacak sonuç-lardan biri Zürcher’in son kertede modernleşme sürecini değerlendirmesinin Bernard Lewis’e yaklaştığıdır. Böylesi bir paralel okumanın iki tarihçiye ilişkin yeni düşünme biçimleri ortaya çıkaracağı öngörülebilir.

Gelgelelim Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 1990’lardan bu yana Türk modernleşme sürecini değerlendiren eleştirel tarih anlayışını koruyan tarih-çiler ve okurlar üstünde belirleyici etkisini hâlâ sürdüren adeta rota çizen birkaç başvuru kaynağı arasındadır.  Bugün bile siyaseten Zürcher’i yerenler, genellikle yakın tarihe yaklaşım konusunda onun kısa sürede kendi alanında bir klasik hâline gelen eserine dair eleştirel cümle kurmaktan imtina ederler. Şüphesiz bunun sebebi yakın tarihle ilgili bir dizi konuya önemli açılımlar getirmesidir; özellikle tarihsel süreklilik, Millî Mücadele ve Tek Parti devri hakkında yazdıkları düşünülürse etkinin derinliği daha iyi anlaşılır.

Tablonun detayları

Hollanda’da Türkoloji çalışmalarının da “kurucu babası” sayılan Erik Jan Zürcher, kendini sadece bir alanda çalışmaya adamakla kalmadı, aynı zamanda alışıldık normlara karşı gelerek diğer sahalara girmeye de hazır bir merak geliştirdi.  Kimlik politikaları, asker emeği, işçiler, sosyalizm, milliyetçilik ve etnik çatışma gibi toplumsal meselelere ilgi duydu.  Buna karşın Türkiye’deki tanınırlığını Nutuk eksenli tarihyazımına itiraz eden ve alternatif bir çerçeve sunan Milli Mücadelede İttihatçılık, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kitaplarına borçlu. Zira Zürcher’in ne derlemeleri ne müşterek çalışmaları ne de Türkiye tarihinde bir geçiş dönemi şeklinde tanımladığı 1908-1928 dönemi üzerine çeşitli makalelerini bir araya getiren Savaş, Devrim ve Uluslaşma kitabı pek bilinmez. Hâlbuki Zürcher’in modernleşen Türkiye’yi özel uzmanlık alanı olarak seçme kararını doğrudan etkileyen Bernard Lewis’in Modern Türkiye’nin Doğuşu kitabının tahlili yanında pek çok meseleye dair eleştirel ve birincil kaynaklara dayanan makaleleri diğer çalışmalarını tamamlar. Dolayısıyla onu sadece Modernleşen Türkiye’nin Tarihi ile hatırlamak okuma ufkunu genişletmek yerine daraltan, kısıtlayıcı bir yaklaşımdır. 

Makaleleri, Mustafa Kemal’den Kazım Karabekir’e, İstanbul’daki Hollanda Büyükelçiliğinin siyasi istihbaratından 31 Mart’a pek çok konu için ayrıntılı bir bilgi madeni olduğu kadar yazıldıkları dönemin hâleti ruhiyesini de yansıtır. Erik Jan Zürcher, Türkiye’de İslâmcılığın daha çok tartışıl-maya başlandığı 1990’lardan itibaren erken Cumhuriyet dönemine ilişkin sorgulamaların aşırı uçlardaki akımlarca yapıldığını ifade etmişti. Ona göre modern Türkiye tarihi üzerinde çalışan tarihçiler, geçmişe gerçekçi yaklaşımın herkese faydalı olacağını düşünseler bile,  Kemalizm’in güncel hayatta-ki rolü konusunda daima bilinçli olmalıdır.  

‘Mikroskobik’ ilgi

Öte yandan Zürcher’i Lewis’e yakın kılan değerlendirmeleri de yok değildir. Mesela Cumhuriyet Türkiye’sine Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan mirası “emperyal geçmiş” yahut “emperyal gurur” çerçevesinde ele almaları her iki tarihçinin meselelere bakışlarındaki müşterekliği yansıtır. Denilebilir ki, Zürcher’in çalışmaları Cumhuriyet devrindeki Kemalist tarih anlayışının mantığını ortaya koyduğu için sadece ilgiyle karşılanmadı aynı zamanda tahkir edildi. Esasında bu durum eserlerinin akademik ve siyasi sonuçlar doğurmasından kaynaklanır. Çünkü Milli Mücadelede İttihatçıların rolünü vurgulamakla Kemalizm’in tarih anlatısını ters yüz etmişti. Bu nokta,  Zürcher’in şu sözlerinde görülebilir:  “Erken dönem çalışmaların bizzat Ata-türk’ün kendisi tarafından yaratılan ve Cumhuriyet’in orijinalitesini vurgulayan tarihin anlayışını çözümleme amacı taşıyordu. Bu Kemalistler için yutulabilmesi kolay bir şey değildi. Günümüzde ise, benim İmparatorluk ve Cumhuriyet arasındaki devamlılığa ve Milli Mücadelenin İslâmî karakte-rine yaptığım vurgu, İmparatorluğu yücelten ve Türkiye’yi İttihatçı/Kemalist geçmişinden kurtardığını düşünen kişilerce suiistimal edilebiliyor.” Görül-düğü gibi Zürcher, okunma biçimlerinden duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etmekten çekinmiyor. Ama devamında peşin hükümlere yaslanan duygu-sal bir faktör de var. “Esas kötü olan budur.” diyerek ikinci okumayı daha alt bir konuma yerleştirmekten geri durmaz. Gündemden uzak kalamayan Zürcher 2012’de günümüz Türk siyasetine dair neredeyse hiçbir şey bilmediğini, kimlerin bakan olduğundan habersiz olduğunu inandırmaya dönük izahlar getirir. Siyaseti uzun boylu düşünmekten uzak kalışı sayesinde makro bir yaklaşımla “büyük resmi daha iyi görebildiğinin” altını çizer. Ne var ki 2012’den üç yıl önce söylediklerini unutur; çünkü gündelik siyasi tartışmalara siyasiler düzeyindeki “mikroskobik” ilgisi dış politika yorumcularını aratmayacak ölçüde fazladır. Dolayısıyla dergi sayfalarında kalan bu cümleler çerçevesinde kendisinin “büyük resimde” ne anlama geldiğini, neleri değiştirdiğini yeniden gözden geçirmenin yararına değinip geçmekle yetinmeli şimdi.

Erik Jan Zürcher’in görüşleri ve Türkiye’deki Kemalist tarihyazımına yönelik eleştirileri birçok kişinin erken Cumhuriyet devrine ve Osmanlı mo-dernleşmesine yaklaşımını değiştirdi. Ne var ki zamanla mesele farklılık kazandığı için erken döneme yönelik eleştirileri tavsadı.  Sol liberaller hatta ondaki  “özü” anlayan Kemalist çevreler bu yüzden söyleşilerinden hayranlıkla söz eder. Buna mukabil Türkiye’deki üniversite ders kitapları, kimi zaman değişik sözcüklerle, kimi zamansa doğrudan olmak üzere sık sık Modernleşen Türkiye’nin Tarihi’nden alıntı yapar. Popüler ve hatta akademik tarihyazımında da daima temelde bu çalışma takip edilir. Ama bir o kadar önemlisi, baskıları tükendikçe yayımlanan, yeni okur kuşakları için ulaşı-labilirlik kazanmaya devam eden esere rakip, kalıcı bir eser bunca yıldır kaleme alınamamıştır. Hâlâ açıklanmayı bekleyen sebeplerden dolayı ken-disine dönük birkaç tekdir dışında etkisinin “düşüncelere tahakküm edercesine” güçlü olduğu belirtilmelidir. Gelgelelim çok ilgi görüp Türk tarihinin modernleşme veçhesinin yazılmasında büyük rol oynayan bir tarihçinin üniversitelere yönelik olarak hazırlandığı Dünyada Tarihçilik adlı derlemenin dışında tutulması ilginçtir.

Velhasıl, Erik Jan Zürcher’in esas gerçekliği ile yani Türkiye’deki gelişmeleri kavrama sürecinde ortaya koyduklarını sadece erken Cumhuriyet devri ile sınırlamayıp bugünü de içine alacak bir şekilde görmek, tarihçinin tutumundaki değişimleri anlama sürecine katkı sunacaktır.  Bu anlamda üzerinde pek konuşulmayan ama peş peşe okununca da insana nedamet getiren söyleşileri onun çalışmalarına damgasını vuran temel tarih vizyonu-nu kavramayı mümkün kılacak netliktedir. Abartısız söylenebilir ki,  geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair analizlere girişmek için Zürcher’in çalışmala-rındaki ayrıntılara, sorunlu bölgelere, söylenen kadar söyleme tarzına, neyi ne zaman, hangi bağlamda söylediğine bakmaktan imtina etmemek gerekir.

[email protected]