Erkek şiddeti, kadın bedeni ve sessizlik kültürü

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü
10.10.2025

Türkiye'de ve dünyada pek çok ülke, toplumsal cinsiyet eşitliğini anayasal düzeyde güvence altına almaya çalışıyor. Buna rağmen küresel ölçekte eşitlik hedefleri hala çok geride: Dünya Ekonomik Forumu'nun 2024 Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu'na göre mevcut ilerleme hızında, tam eşitlik için 131 yıla ihtiyaç varmış. Bu süre, bir kız çocuğunun dört kuşak boyunca eşitlik hayali kuracağı anlamına geliyor.


Erkek şiddeti, kadın bedeni ve sessizlik kültürü

Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü

Yunanistan'ın Mani Yarımadası'nda Kardamyli köyünde ayakları yere basan iki kadın - Gina Petropoulou ve Cleoni Flessa- belgesel ve sanat içerikli güçlü bir festival düzenliyor. Kardamyli, zeytin ağaçları ve ipeksi deniziyle büyülü bir tatil köyü. Karadan ve denizden ulaşımı zor olduğu için el değmemiş güzelliği var. Alman ve İngiliz emekliler keşfetmiş, bir de az miktarda Amerikalı genç. Yunanlı sanatsever kadınlar, Türkiye'den Yönetmen Eylem Kaftan ve beni festivale davet etti. Kaftan'ın son belgeseli Fısıldayan Duvarlar'ı sanat aşığı turistler ve köyün emeklileriyle zeytin ağaçları altında izledik.

Burhan Doğançay'ın sanatının evrelerini, eşi Angela Doğançay ile işbirliği içinde nasıl dönüştürdüğünü anlatan belgesel büyük beğeni topladı. Güzel sohbetler ve paylaşımlarda bulunduk. Türkiye-Yunanistan ilişkileri konuşulurken 'Onlar siyasi akıl, biz halk olarak birbirimizi seviyoruz' noktasına çok geldik. Sinema eleştirmeni Christos Mitsis sevgili eşiyle birlikte bizi Atina'ya bırakırken yolda bize souvlaki* ısmarladı. 'Türkiye'ye geldiğimizde siz de döner ısmarlarsınız' diyerek gülümsedi. Konuşmalarımızda son 20 yılda Yunanlıların Türkiye'ye bakışının değiştiğini, Türk denince eskiden yarım kalan sohbetlerin artık yerini meraka ve dostluğa bıraktığını anlattı. Genç jenerasyonun geçmişi 'atalarının hikayesi' olarak görüp öfkeyi geride bıraktığının altını çizmesi gezinin manşetiydi.

Kardamyli Sanat Belgesel Festivali kapsamında Yönetmen Ali Ray'ın Frida belgeseli ve Paloma Zapata'nın La Singla adlı belgeselleri gösterildi. Her iki yapımda kadın, beden ve sessizlik temaları üzerinde kurulmuştu. İki kadın da, hayatlarının merkezinde yer alan erkekler tarafından derin biçimde yaralanmıştı. Biri dünyaca ünlü ikon Frida Kahlo, diğeri sağır doğan İspanyol flamenko dansçısı La Singla... Her ikisi de "sevmek ve sevilmek" arzusunun mağduruydu. Ve bu evrensel bir yaraydı. Ben de bu iki güçlü karakterden yola çıkarak kadın, beden ve sessizlik ilişkisi üzerine yazmak istedim.

Erkek şiddeti, kadın bedeni ve sessizlik kültürü

Her iki kadının iç sesinin dışarı tezahürü beni uzun süre düşündürdü. Ali Ray'ın yönettiği Frida belgeseli, Frida Kahlo'nun acılarını, bedeninin sınırlarını ve erkek egemen dünyayla mücadelesini sanatı üzerinden anlatıyor. Paloma Zapata'nın La Singla belgeseli ise Antonia'nın sessizliğini ritme dönüştürüp sahnede nasıl devleştiğini hatırlatıyor. Bu iki kadın da bedenleri üzerindeki sınırlandırmalara rağmen iç seslerini sanatla dışa vurmayı başarmış; ama bedeller ödeyerek...

'La Singla' kadın mağduriyeti

Belgeseliyle Paloma Zapata, Flamenko da devrim yaratan ama tarihten silinen sağır dansçı Antonia La Singla'yı yeniden görünür kılıyor. Singla, Barcelona'nın yoksul Gitano mahallesinde büyümüş, daha bebekken geçirdiği menenjit sonrası işitme yetisini kaybetmiş. Henüz 8 yaşında dansla birlikte konuşmayı öğrenmiş, 12 yaşında tavernalarda sahneye çıkmaya başlamış. Paco de Lucia ve Camaron de la Isla gibi ustalarla çalışmış. Los Tarantos filminde rol almış. Avrupa'da turnelere çıkmış Almanya'da büyük başarılar kazanmıştı. Ama bu parlak başarıların ardında baba şiddeti ve sömürüsü vardı. Yıllarca ortalıkta görünmeyen baba, kızı para kazanmaya başlayınca Antonia'nın kabusu olmuştu.

Frida Kahlo acılarını resimlerine dökerek bir direniş inşa etti; La Singla ise içine kapanarak kayboldu. Her iki hikayede de erkek egemen dünyanın kadına biçtiği sessizlik sanata dönüşmüştü.

Kırılgan ilişkiler

Frida'nın Diego Rivera ile ilişkisi aşk, ihanet ve yıkım arasında gidip gelen bir döngüydü. Onun sanatında bu kırılganlık, sürekli yeniden doğan ama her defasında yaralanan bir kadın öznesi yarattı. Neden Frida kendine zarar veren bu adama izin vermişti. Aşk bu muydu? Bir mektubunda Frida şöyle yazmıştı "İki büyük kaza geçirdim Diego; Ama en kötüsü sendin."

La Singla'nın hayatında ise, toplumun işitme engelini "kusur" olarak görmesine rağmen, bedeniyle kurduğu ilişki ona sahnede benzersiz bir güç kazandırdı. Ama bu güç babasının egemenliği karşısında sönüp un ufak olmuştu. Yıllarca depresyonda kalıp yok olup gitti.

Türkiye'de kadınların aile içi ilişkilerinde kırılganlık benzer şekillerde ortaya çıkıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre 2024 yılında Türkiye'de 315 kadın öldürüldü. Dünya genelinde ise Birleşmiş Milletler'in 2023 raporuna göre her gün ortalama 133 kadın, partneri ya da aile üyesi tarafından öldürülüyor. TÜİK'in 2022 verilerine göre kadınların yüzde 38'i yaşamları boyunca en az bir kez partner şiddetine maruz kalıyor. Dünyada bu oran yüzde 27 civarında. Bu kırılganlık küçük oranda bireysellik taşısa da aslında kökte yapısal. Kadınlar ekonomik bağımsızlıklarını kazandıkça, ataerkil sistemler bunu tehdit olarak görüp baskıyı artırıyor. Bu sadece bizde böyle değil. Tüm dünya aynı sorunları konuşuyor.

Geçen yıl yine Yunanistan seyircisiyle Peloponnisos Belgesel Film Festivalinde izlediğim ve hatta o festivalden izleyici ödülü alan Eylem Kaftan'ın 'Bir Gün 365 Saat' belgeselinde, aile içi cinsel istimara uğramış iki kızın adalet mücadelesi anlatılıyordu. Bu iki cesur genç sayesinde failler hapse girmişti. Gösterim sonrası bir Yunan izleyici 'Bizde bu tür canilerin hapse girmesi mümkün değil, hukuk işlemiyor' dedi. Ardından ekledi: '10 milyonluk Yunanistan'da her yıl 200'e yakın kadın öldürülüyor.'

Evrensel 'Diegolar' her yerde

Frida'nın hayatındaki Diego Rivera, sadece bir birey değildi; karşımıza her dönem çıkabilen 'evrensel bir erkek figürünün temsiliydi. Sanatta güçlü, toplumda itibarlı ama özel ilişkilerinde baskıcı ve kıskanç... Ve çoğu zaman şiddet içeren davranışlarla var olan bir erkek imgesi... Bu imgeyi yalnızca Meksika'da değil, Türkiye'de, İspanya'da, Rusya'da, İngiltere'de hatta iş dünyasında, film ve müzik dünyasında görüyoruz. Son örnek Amerikalı Rapçi nam-ı değer Puff Daddy. Şarkıcının şiddet ve baskı suçlarından aldığı 4 yıllık -hafif ceza- adaletsizliğin popüler bir örneği değil mi?

Bugün tüm dünyada ünlü kadınlar "özel hayatlarıyla" ya da "bedenleriyle" gündem oluyor; üretimleri çoğu zaman ikinci planda kalıyor. Kadının sanatsal varlığı erkeklerin gölgesinde okunuyor. Beyaz yakalılar arasında kadın yöneticiler erkeklerden daha az kazanıyor. Evrensel Diegolar, sadece ilişkilerde değil, iş dünyası, sanat ve siyaset alanlarında da karşımıza çıkıyor.

Dünya hâlâ eşitlik hedefinden çok uzak

Frida, erkek egemen sanat dünyasında "kadın ressam" olarak anılmaya direndi. Kendi bedenini çivileyerek resmettiği otoportreleriyle hem kadın hem engelli olmanın sınırlarını aştı. O, dünya kadınlarının acılarını kendi bedeniyle resmeden güçlü bir sembol haline geldi. La Singla da benzer şekilde, sessizliğe mahkûm edildiği bir dünyada kendi ritmini bularak bu düzeni tersine çevirdi. Yıllar sonra unutulmuş olsa da, bugün onun hikâyesi kadınların görünmezliğine karşı sessiz bir başkaldırı olarak yeniden parlıyor.

Türkiye'de ve dünyada pek çok ülke, toplumsal cinsiyet eşitliğini anayasal düzeyde güvence altına almaya çalışıyor. Buna rağmen küresel ölçekte eşitlik hedefleri hala çok geride: Dünya Ekonomik Forumu'nun 2024 Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu'na göre mevcut ilerleme hızında, tam eşitlik için 131 yıla ihtiyaç varmış. Bu süre, bir kız çocuğunun dört kuşak boyunca eşitlik hayali kuracağı anlamına geliyor.

Kardamyli'de zeytin ağaçları altında izlediğim bu iki belgesel, kadınların bedensel sınırlarını aşma çabasının ve erkek şiddetiyle kurdukları kırılgan ilişkilerin birer aynasıydı. Frida'nın acıları tuvale, La Singla'nın sessizliği dansa dönüşmüştü. Ama her iki hikâyenin ardında, Türkiye'de ve dünyada ortak bir gerçek var: Erkek şiddeti, hala kadınların bedenlerini, yaşamlarını ve sesini kontrol ediyor.

Sanat, bu sessizliği kırmanın en zarif yollarından biri; ama tek başına yeterli değil. Gerçek değişim politikalarla, eğitimle ve adaletle mümkün. Belki bir gün bu belgeseller yalnızca geçmişin acı hikayeleri olarak anılır. O güne kadar kadınlar bedenleriyle, sanatlarıyla, sesleriyle direnmeye devam edecek.

Kendime Notlar:

* Erkek şiddeti sadece fiziksel değil

* Kırılganlık zayıflık değildir; insan kalabilmenin tek yolu

* Evrensel Diegolar hep var ama kadınlar yalnız değil- birbirini duyan, gören, dayanışan bir kadın kuşağı var

*Souvlaki: Suvlaki, şişte ızgara edilmiş küçük et parçaları ve bazen sebzelerden oluşan bir Yunan fast food yiyeceğidir. Genellikle direkt şiş üzerinden sıcakken yenilir.