‘Erkek ve aile’yi tartışmanın zamanı gelmedi mi?

NAZİFE ŞİŞMAN / Yazar
23.02.2013

Bireyciliğin, cinsel özgürlüğün bu kadar baskın bir dille vurgulandığı bir ortamda, ahlaki bir değer olarak erkeğin aile reisliğinin yeniden ve özellikle vurgulanması gerekiyor. Çok basit bir akıl yürütme ile bile anlaşılabilecek yüksek ahlaki bir tavırdır bir erkeğin aile reisliğine talip olması. Halifelik gibi kavvamlık da bir tekliftir insana. Aksi tavır hayvanlardan da aşağı olan için, esfelisafilin için geçerlidir.


‘Erkek ve aile’yi  tartışmanın zamanı gelmedi mi?

Geçen yıl aile sayısı çıkaran bir dergi “kadın ve aile” konusunda bir yazı talebinde bulununca “Erkek ve aile” başlıklı bir yazı yazmıştım. Tahminimin aksine bu provokatif başlığa rağmen yayınlamakta tereddüt etmediler. Bir yazı yazdım,ama dünya değişmedi. Ne yazık ki erkek kimliğinin sorunlarını, aile açısından taşıdığı riskleri konu alan çalışmalara ve değinilere hala rastlayamıyoruz. Ailenin karşılaştığı problemler söz konusu olduğunda kısa yoldan kadınların çalışma hayatı ve aile içi rollerde yaşanan zorunlu değişim dile getiriliyor.

Elbette bunları dile getirmenin haklı gerekçeleri var. Zira geçen bir kaç yüzyıl, kadınların daha fazla sosyal hayatta yer almalarına yol açan iktisadi ve kültürel değişmelere sahne oldu. Kadınlar yeni bir toplumsal kategori olarak kendilerine alan açma mücadelesi verdiler hep. Onların bu mücadelesi erkeklerde bir geri çekilme ve yerini kaybetmişlik hissi ile karşılık buldu. Bu nedenle kadınların dişleriyle tırnaklarıyla hayata tutunduğu -ki bu anneliğin verdiği koruma içgüdüsünden de güç alıyor- bir ortamda, erkeklerin yarıştan çekildiği, vazgeçtiği bir dönemi tecrübe ediyoruz. Şu an bunları çok net göremiyoruz, ama önümüzdeki yıllarda daha bariz hale gelecek. 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak derken kastedilen de bu.

Kadınlar toplumsal hayatta artarak, ekonomiden siyasete her alana dahil olarak bir kimlik kurarken erkeklerin aile içindeki rolleri giderek zayıflıyor ve sadece ekonomik bir işleve indirgeniyor.Tüketim kültürünün baskısı altında şekillenen beklentiler evlilikteki ekonomik talepleri artırdığından erkeklerin “evlilikten kaçış” olarak niteleyebileceğimiz bir davranışa meyletmesine neden oluyor. Günümüzde daha çok sayıda genç erkek evlenmekten uzak duruyor. Bu uzak duruşta ekonomik zorluklar kadar sorumluluktan kaçış duygusunun da etkisi olmalı. Uzatılmış bir çocukluk ve ergenlik tavrı, erkeklerde daha yoğun gözlemleniyor.

Çağdaş cinsiyet kültürü

Diğer taraftan çağdaş cinsiyet kültürünün baskısı da evlilikle ilgili anlayışları etkiliyor. Modern ve geç modern dönemde cinsiyet kültüründe yaşanan değişimler, hem kadınların hem erkeklerin konum arayışını, ailenin dışına yönlendiren bir işlev gördü. Çağdaş kültürde evlilik, gün geçtikçe daha yaygın bir şekilde bir bağlılık ve bağımlılık ilişkisi olarak görülüyor. Nikah akdi ile birine bağlanmak, sadakat ve vefa göstermek, çocuk yetiştirmek için aile hayatına itina göstermek... Bunlar ideal tavır ve davranışlar değil artık.

Oysa bağlanmak, bir sorumluluk belirtisidir. Bağlandığınız varlığa karşı sorumlu olursunuz. Yani bağlanmak bizatihi sorumlulukla alakalı bir kavramdır. Modern dönem, sorumlulukların değil, hakların vurgulandığı bir dönem. Bu da evlilik gibi, aile gibi, haklara riayeti göz ardı etmese de daha ziyade sorumlulukları vurgulayan kurumların zayıflaması anlamına geliyor. Zayıflatan unsur, aileyi bir taraftan özgürlük karşıtı, diğer taraftan ise baskıcı bir kurum olarak imlemektir. Ki feminist söylem, medyadaki ezilen kadın imajlarını da arkasına alarak bu yargıyı fazlasıyla kitleselleştirdi.

Evliliğin aşk ve özgürlüğü baskılayan bir kurum olduğu şeklindeki kanı, aslında Batı’da 1960’lı yıllarda yaşanan cinsel devrim esnasında en açık ifadesini bulmuştur. Genel olarak, cinselliğin evliliğe, tek eşliliğe, heteroseksüelliğe ve çocuk doğurma eylemine indirgenmesine karşı çıkar. Kültürel görüntüsü, romantik cilasından soyulmuş, yükümlülükten arındırılmış, tamamen hazza dayalı bir erotik aşk şeklinde ortaya çıkan bu gelişme, ZygmuntBauman’a göre “aile ocağı”nın tedricen, fakat hiç durmadan dağılması anlamına gelmektedir. Zira modern gebelikten korunma yöntemlerinin de yardımıyla, cinsellikle üreme arasında, yani cinsellikle neslin devamı arasında varolan bağ koparılmış ve AnthonyGiddens’in tabiriyle  bir ‘plastik cinsellik’ yaratılmıştır.

Özgür ve sorumsuz cinsellik!

Bauman’a göre bugün cinsiyetle aile arasında bir boşanmaya tanıklık ediyoruz. Yani cinsellik artık aile dışında yaşanan, evlilik dışında yaşanması gereken bir deneyim olarak görülüyor. Sorumluluk gerektirmeyen ‘aşk/cinsellik’in merkeze yerleşmesinin bir sonucu bu boşanma. Erken modernleşme döneminde ev ya da aile, buna benzer başka boşanmalara da sahne olmuştu. Bunlardan en önemlisi, Weber’in terminolojisiyle aile-iş yaşamı arasında yaşanan boşanmaydı. Bu seferki boşanma, yani cinsellik ve aile arasındaki boşanma, evliliğin temel dayanaklarından birini ortadan kaldırarak aile ocağının dağılmasını hızlandırdı. “Aile içi tecavüz” terminolojisinin tedavülde oluşu bile evlilik ve cinsellik arasındaki bağın zayıflamasıyla bağlantılı olarak değerlendirilebilir.

Adalet ve merhamet nosyonu

Bu bahsedilenler Batı toplumları ile ilgili; “İslam’da böyle şey olmaz” denilebilir. Doğrudur. İslam’da böyle şey olmaz. ‘Nikah’ı bir akit olarak tanımlayan, kadınla erkeği birbirinin elbisesi olarak niteleyen, adalet ve merhameti varoluşsal kıymet hükmü kabul eden, nesli dinle birlikte korunması gereken beş husus arasında sayan, zinayı en büyük günahlar arasında sayarken insanın cinsel ihtiyaçlarını helal yoldan gidermesini ibadet hanesine kaydeden bir dinde, yani İslam’da elbette bunlar olmaz. Peki Müslümanlar bir vakumda mı yaşıyorlar da ortamdan hiç bir şey onlara bulaşmasın? Onların da her fani gibi yaşadıkları atmosferin havasını teneffüs etmekten başka seçenekleri yok. Bu sebeple de zamanın getirdikleri, Müslümanlar için de söz konusudur. Amma velakin onların arasından bu imtihanları kazananlar olacaktır. İmtihan metaforuyla başladık, onunla devam edelim. İmtihanı kazanmaksa neyle imtihan olunduğunu bilmek ve o konuya çalışmakla mümkün.

Prof. Hayrettin Kara, erkeklerin cinsel sınırlanmaya rıza göstermelerinin medeniyeti mümkün kıldığının altını çiziyordu bir röportajında (Star, 4 Ocak 2009). Bilinen bütün toplumlarda cinsel sınırlamalar, aileyi mümkün kılmak üzere uygulamaya konulmuştur. Ve erkek bu sınırlamalara rıza gösterdiği için medeniyet mümkün olmuştur. Erkeğin ailedeki rolünün ahlaki sorumlulukla bağlantılı oluşunu izah eden bir tespittir bu.

Bilindiği gibi kadınların çocuklarıyla ilişkisi daha biyolojiktir, fizyolojik ve hormonel bir temel vardır annenin çocuğuyla arasındaki bağda. Halbuki erkeğin çocukla bağının fıtri boyutu çok zayıftır. Genetik açıdan değil elbette. Dokuz ay bedeninde taşıyan, iki yıl sütüyle besleyen anneye göre sorumlulukla desteklenmediğinde kopuverecek bir bağ vardır baba ile çocuk arasında. İşte bu yüzden erkeğin kavvam oluşu vurgulanmıştır Kur’an-ı Kerim’de. Yani kavvamlık ailede erkeğe rol veren, onu ahlaki bir sorumlulukla aileye bağlayan bir görevdir. Aksi taktirde erkeklerin cinselliklerinin sonucunda dünyaya gelen varlıklara karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri mümkün olmaz. Bir psikiyatrist olarak Kara’nın işaret ettiği gibi, böyle bir fedakarlık ve ahlaki sorumluluk olmazsa, aileden, dolayısıyla medeniyetten ve insanlıktan da bahsedemeyiz.

Bugün cinselliğin insan hayatında kapladığı yerin abartıldığı, özgürlüğün cinselliğin sınırlarını aşmakla gerçekleşeceği yolunda baskın bir anlayış var. İşte bu anlayış zaman zaman “İslam’ın kabul ettiği erkek fıtratı” ve bu fıtratın kontrol edilemez cinsellikle tanımlanmış olduğu konusunda aşırı yorumlara yol açabiliyor. Böylece, sınırlılık ve sorumluluk vurgusu nedeniyle aile baskıcı bir kurum olarak karşılık buluyor erkeklerde.

Aile reisliği ve kavvamlık

Halbuki bireyciliğin, cinsel özgürlüğün bu kadar baskın bir dille vurgulandığı bir ortamda, ahlaki bir değer olarak erkeğin aile reisliğinin yeniden ve özellikle vurgulanması gerekiyor. Çok basit bir akıl yürütme ile bile anlaşılabilecek yüksek ahlaki bir tavırdır bir erkeğin aile reisliğine talip olması. Tek başına tasarruf edebileceği kazancına ve servetine bir kadını ve ondan olan çocuklarını ortak etmek, onları koruyup kollamak, Hayrettin Kara’nın işaret ettiği gibi serbest cinselliğin hazlarından feragat etmek... Bütün bunlar yüksek ahlaki bir tavrın sonucudur ve insan olmak bunu gerektirir. Zaten halifelik gibi kavvamlık da bir tekliftir insana. Aksi tavır hayvanlardan da aşağı olan için, esfelisafilin için geçerlidir.

Aile reisliği ve kavvamlığın sorumluluk boyutu değil de haklar kısmı çok vurgulandığından ve günümüzde değişen şartlar ve yeni rol paylaşımları dikkate alınmadığından, koruyup kollama şeklinde tezahür etmesi gereken bu görev daha ziyade nefsani bir üstünlük iddiası ve adaleti gözetmeyen bir tahakküm şeklinde kendisini gösteriyor. Ya da hiç kendisini göstermiyor ve kadınların çalışma hayatına girişi ile birlikte azalan ekonomik sorumluluklarının da etkisiyle ailede hiç bir sorumluluğu üzerine almayan gölge erkekler çıkıyor ortaya. Bir başka sonuç ise gün geçtikçe yükselen evlilik yaşının da ipuçlarını sergilediği üzere erkeklerin büyük oranda evlilikten uzak durmaları.

Geciken evlilik yaşı sorununa bir sorumlu ararken “kariyerist başörtülü kızlar” kalıp yargısını bir kenara bırakıp, otuzlu yaşlarına kadar evlenmemiş bu erkekler kendilerini haramdan nasıl koruyorlar, ya da böyle sorumluluktan kaçan genç erkeklere toplumu, ülkeyi, dünyayı nasıl emanet edebiliriz, sorularını sormamızın zamanı geldi de geçiyor.

[email protected]