BOJ'un faiz artırması, kısa vadede borç servis maliyetlerini yükseltip büyümeyi yavaşlatabilir; düşük faiz ise geçici bir nefes sağlıyor ama yapısal sorunları çözmüyor. Orta vadede, 2028-2030 arası, siyasi ve mali refleksler hızlanmazsa, Japonya ciddi bir ekonomik kırılma riskiyle karşı karşıya kalacak. Güçlü dış ticaret ve teknoloji devleri durumu tamponlasa da, iç ekonomik reflekslerin gecikmesi kırılganlığı görünür hâle getiriyor. Bu durum sessiz bir tsunami olarak Japon ekonomisini sarsabilir.
Dr. Makbule Yalın/ TBMM AB Uyum Komisyonu, Araştırmacı
Japonya, afet yönetiminde erken uyarı sistemleri ve saniyelerle yarışan reflekslerle dünya çapında istisnasız örnek alınan bir ülke. Ancak insan hayatına verilen bu değer ve onu korumadaki bu disiplin, ekonomiyi korumada siyasetin ertelemelerine karşılık gelmiyor. Önemli bir Japon siyasi kültürü olan etikten istifaya uzanan zincirin kopması artan siyasi duyarsızlıkla beslenerek kararların gecikmesine neden oluyor ve gecikilen her saniyenin maliyeti doğrudan ekonomiye yansıyor.
Ülkenin asıl kırılganlığı da burada ortaya çıkıyor: Fay hatlarının olası hasarlarını yönetmede ustalaşmış Japonya, demografi, bütçe ve para politikası gibi hayati sorunlarda sürekli gecikiyor. Mühendislikte inşa edilen güven, siyasi reflekslerde yerini tereddüte bırakıyor. Ertelenen kararlar, ekonomiyi sürdürülebilirlikten uzaklaştırırken, insan hayatının temelini oluşturan ekonomik düzeni tehdit ediyor. Japonya artık doğalından değil, insan yapımı afetlerden olan siyasi ataletten sarsılıyor.
Yasama ve yürütmenin en önemli ekonomik icraatı olan bütçe şu an Başbakan Ishiba'nın direnci ile gecikirken eylül ayında olası bir liderlik yarışı geçici bütçe ile idare edilerek 2026'ya ertelen bir sürece doğru yol almakta. Trenlerin bir saniye bile gecikmemesi ile sembolleştirilen Japon disiplini açısından bu durum samurayların dünyasında bir atom bombası etkisi mi yaratacak yoksa afet çantasının doluluğuna güvenilerek sakinlik korunacak mı?
Katlanmış refleksler: Origami ekonomisi
Japonya, krizlerden ders almayı alışkanlık hâline getirmiş; ancak hesaplama hatalarından mütevellit yeterince ders alamamış bir ekonomi olarak tanımlanabilir. IMF verilerine göre nominal GSYH açısından dünyanın üçüncü, satın alma gücü paritesi bakımından dördüncü sırasında yer alan 125 milyon nüfusu ile 5 Trilyon ABD doları büyüklüğünde üretim hacmine sahip yüksek teknoloji ile ön plana çıkan yapısal sorunlar ve siyasi ertelemelerin ekonomik "büyümeyi" sınırladığı bir Asya ülkesinden söz ediyoruz.
Japonya'da 20. yüzyıl başlarında Meiji Restorasyonu ile başlayan sanayileşme, Mitsui, Mitsubishi ve Hitachi gibi şirketlerle ekonomik güç merkezlerini oluşturdu. Bu hızlı büyüme, ülkeyi hem Asya'daki etkisini artıran bir aktör hâline getirdi hem de dış ekonomik şoklara karşı kırılgan hale getirdi. Küresel Büyük Buhran, ihracata dayalı büyüme stratejisini sınadı; Japonya, finansal yenilikler ve kamu politikalarıyla krizleri fırsata çevirme refleksi geliştirdi.
Çok geçmeden yaşanan İkinci Dünya Savaşı ise Japonya ekonomisini en hafif tabirle yerle bir etti. Atom bombaları ve savaşın yıkımı, sanayi kapasitesini ciddi şekilde tahrip etti, şehirlerin yeniden inşasını zorunlu kıldı. 1950'lerden itibaren ülke, planlı sanayileşme ve teknolojiyi üretim kapasitesiyle bütünleştirerek hızlı bir toparlanma gösterdi. Toyota, Sony, Panasonic ve Honda gibi markalar dünya pazarına açıldı; savaş sonrası ekonomik mucize, kriz yönetimi refleksi ve yenilikçi üretim anlayışıyla inşa edildi.
Savaş sonrası hızlı toparlanma, Japonya'nın uzun vadeli yapısal sorunlarını örtmeye yetti. Ancak 1980'lerin sonlarında patlayan (2008 ABD Mortgage Krizi benzeri) varlık balonu, ekonomik mucizeyi sınadı ve "kayıp on yıl" dönemini başlattı; deflasyon ve düşük büyüme uzun yıllar sürdü. 1997 Asya Krizi, bankacılık sektörü ve ihracatı zorladı, yeniden yapılanmayı zorunlu kıldı. 2000'lerde düşük faiz politikaları ve Merkez Bankası'nın (Bank of Japan-BoJ) uzun süreli genişlemeleri, 2016'da başlatılan negatif faiz uygulamasıyla birlikte, beklenen canlanmayı sağlayamadı; düşük faiz, deflasyonist (fiyatların uzun süre artmaması) beklentiler ve yapısal belirsizlikler nedeniyle yatırımları sınırlayarak büyümeyi frenledi. Bugün Japonya, yüksek kamu borcu (yüzde 260 GSYH), yaşlanan nüfus ve daralan işgücü gibi yapısal sorunlarla mücadele ediyor.
Görünen o ki Japonya, altyapı ve teknoloji açısından güçlü bir ülke; ama ekonomik güvenlik hâlâ kırılgan bir alan. Karar mekanizmalarındaki gecikmeler ve yapısal sorunlar, ülkeyi sık sık ekonomik testlerden geçiriyor. Japonya, krizlere müdahalede tecrübe edinmiş ama krizleri önlemekte hâlâ sınırlı bir refleks gösteriyor.
Ucuz para, pahalı gerçekler
2000'li yıllardan itibaren düşük faiz politikaları Japonya'ya likidite sağladı; 2016'da başlatılan negatif faiz uygulamasıyla birlikte borçlanma daha da ucuzladı. Ancak beklenen yatırımlar ve tüketim artışı sınırlı kaldı. Ekonomik belirsizlik, uzun süredir devam eden düşük büyüme, faiz ve para politikalarının öngörülemez etkileri, daralan işgücü ve demografik baskılarla birleşince, şirketleri ve hane halkını temkinli davranmaya itti. Deflasyon ortamında hane halkı, fiyatların ileride daha ucuzlayabileceğini düşünerek harcamalarını erteledi ve tasarrufa yöneldi; bu durum iç talebin uzun süre zayıf kalmasına yol açtı. Son beş yılda Japonya'nın yıllık ortalama büyüme oranı yaklaşık yüzde 0,8-1,0 seviyesinde gerçekleşti; 2023 yılında ise GSYH büyümesi yüzde 1,1 olarak kaydedildi (IMF, 2024). İhracat güçlü kalsa da, iç talepteki durağanlık para politikalarının etkisini sınırlıyor.
Bugün Japonya'da kamu borcu yüzde 260 GSYH'ye dayanmış durumda. Nüfus hızla yaşlanıyor ve işgücü daralıyor sosyal güvenlik harcamalarını finanse etmek ise günden güne zorlaşıyor. Bu yapısal sorunlar, düşük faizle sağlanan kısa vadeli likiditeyi kalıcı bir büyüme aracına dönüştürmeyi imkânsız kılıyor. Dışarıdan teknoloji ve otomobil devleriyle güçlü görünmek mümkün olsa da, ekonomik refleksler hâlâ siyasi belirsizlik, bütçe ertelemeleri ve yapısal kırılganlıklarla sınanıyor. Ucuz para Japonya'ya geçici nefes sağlasa da, uzun vadede mali disiplin eksikliği ve demografik baskılar büyüme potansiyelini kısıtlıyor ve içsel kırılganlığı daha görünür hâle getiriyor. Faiz indirimi konusunda tüm çareleri denemiş olan BoJ şu an "bekle ve gör" stratejisi uygulasa da artık faiz artırımı konusunda adım atmaya hazırlanıyor.
Erdemli geri çekilme stili
Japonya siyaseti, "Başbakanlar Mezarlığı" olarak anılıyor. Seçim kaybı veya ciddi kamuoyu tepkisi sonrası liderler hızla kenara çekilir, kurumlara yenilenme ve ekonomik denge şansı tanırdı. Koizumi döneminden 1990'lara kadar bu refleks, Japonya'nın ekonomik kırılganlıklarını görünmez bir sigorta ile sınırlandırıyordu; lider kenara çekildiğinde piyasalara güven gelir, bütçe ve para politikaları uygulanabilir hâle gelirdi. Ortalama bir Japon başbakanının ömrü yalnızca iki yıl olmasına rağmen, bu sürekli yenilenme kültürü ekonomik istikrarın temel taşlarından biri oldu; sık lider değişikliği, sistemik kriz yaratmadan kırılganlıkları sınırlayan bir mekanizma işlevi gördü.
Ancak Temmuz 2025'teki üst meclis seçimleri sonrası durum farklı. Alt meclis seçimleri 2024'te kaybedilmişken kendi partisi içerisindeki taleplere rağmen Başbakan Ishiba istifa etmeyi reddediyor. Eskiden istifa ile tetiklenen erken tahliye refleksi artık yok; siren çalıyor ama kimse binayı boşaltmıyor. Bu kişisel direniş, krizi kurumsal hâle getiriyor ve geciken kararlar ekonomik maliyeti doğrudan artırıyor. Bütçe taslakları gecikiyor, para politikası kararları erteleniyor ve ekonomik kırılganlık görünür hâle geliyor.
Bugün Japonya'da siyasi belirsizlik, bütçe ve mali disiplin kararlarını kilitliyor. LDP içindeki olası Eylül liderlik yarışının zamanlaması belirsiz; hükümet, 2026'ya ertelenebilecek bir bütçe süreciyle karşı karşıya. Ekonomik fay hattı artık siyasi reflekslere bağlı: Erken istifa yerine tereddüt ve erteleme, maliyet zincirini çalıştırıyor. Japonya, erken uyarıya ve hızlı müdahaleye alışkın bir ülke olarak siyasette alarm zillerini duyuramıyor; ekonomik kırılganlık ise her saniye büyüyor.
Sessiz tsunami
Zen bahçesinde huzur kaçan Japon halkı, ekonomik kararların gecikmesine sessiz ama etkili bir tepki veriyor. Deflasyonist ortam, tüketicilerin harcamalarını ileriye ertelemesine neden oluyor; fiyatların uzun süre artmaması, tasarruf eğilimini güçlendiriyor ve iç talep daralıyor. Güven eksikliği, sadece hanehalkını değil, işletmeleri de etkiliyor; yatırım kararları erteleniyor, büyüme potansiyeli sınırlanıyor. Yaşlanan nüfus ve daralan işgücü, ekonomik dinamizmi baskılıyor ve gelecek kaygısını artırıyor. Japonya'nın "ekonomik deprem çantası" güçlü teknoloji ve otomobil markaları, dış ticaret fazlası ve birikmiş tasarruflarla dolu olsa da, kırılganlık siyasi belirsizlik ve geciken mali kararlarla sürekli görünür hâle geliyor. Bütçe taslaklarının ertelenmesi, faiz politikalarının tartışmalı olması ve liderlik krizleri, bu kırılganlığı sadece artırıyor; Japonya, kısa vadeli güç ile uzun vadeli istikrar arasında sıkışmış durumda.
2025'in son çeyreğine girerken Japonya'da bütçe ve mali kararlar, Eylül'deki olası liderlik yarışıyla doğrudan ilişkilendiriliyor. Eğer Başbakan Ishiba değişirse, geçici bütçe ile idare edilerek 2026'ya kadar tam mali planlama ertelenebilir. Eğer değişmezse, siyasi belirsizlik devam edecek, bütçe taslakları gecikecek, kamu harcamaları ve yatırımlar yavaşlayacak. Bu ertelemeler, faiz artışları veya mali disiplin ile sağlanabilecek kısa vadeli istikrarı da sınırlandırıyor.
BOJ'un faiz artırması, kısa vadede borç servis maliyetlerini yükseltip büyümeyi yavaşlatabilir; düşük faiz ise geçici bir nefes sağlıyor ama yapısal sorunları çözmüyor. Orta vadede, 2028-2030 arası, siyasi ve mali refleksler hızlanmazsa, Japonya ciddi bir ekonomik kırılma riskiyle karşı karşıya kalacak. Güçlü dış ticaret ve teknoloji devleri durumu tamponlasa da, iç ekonomik reflekslerin gecikmesi kırılganlığı görünür hâle getiriyor. Bu durum sessiz bir tsunami olarak Japon ekonomisini sarsabilir.