Ermeni kimliği ve 1915

Halime Kökce / Editörden...
27.04.2013

18 Şubat’ta gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimini izlemek için gittiğimiz Ermenistan’da Taşnak Partisi yetkililerinden Dışişleri Bakanı Nalbantyan’a, seçimden çok güçlü çıkan muhalefet lideri Hovanisyan’dan diasporanın etkili olduğu STK’lara pek çok kişi ve kurumla görüştük.


Ermeni kimliği  ve 1915

Beni en çok etkileyen üniversite öğrencileriyle yaptığımız görüşme oldu. Çünkü onlar samimi fikirlerini hiçbir siyasi doğruculuk kaygısı taşımadan açıkça ifade ettiler. Soykırımı tanıyıp tanımama meselesi bile değil, artık iliklere işlemiş bir benlik dışa vurumuydu öğrencilerin sözcüklerine yansıyan. “Batı Ermenistan”ı kızıl elma yapmış, öte taraftan Azerbaycan’la ilgili sorunları tartışma konusu bile etmeyen bir yaklaşımları vardı. O zaman şunu sormuştum kendi kendime; Hrant Dink’in sözünü ettiği o zehrin dışarı atılması mümkün mü? 

Ermenistan’ın yaşadığı ekonomik sıkıntılar bir taraftan ülkeyi boşaltarak, yeni bir diaspora yaratırken (son seçimlerde resmi seçmen sayısı 2,5 milyondu, bunun 270 bini çalışmak için ülke dışındaydı) bir taraftan da kimlik-benlik oluşumunda neredeyse “Yahudi milletinin”  bugün kendini mahkum ettiği “tarih boyunca hep acı çekmiş halk” mitolojisini Ermeni halkı için de inşa ediyor. Bir tür kendine acıma psikolojisi bu. Nasıl ki bireyi gerçeklikten kopartıyor, verebileceği en basit kararı veremez, atabileceği en basit adımı atamaz ve hep başkasından bekleyen “hiper alıngan” bir konuma hapsediyor, bu toplumlar için de birebir böyle. 

Ermenistan özelinde bu bir kısır döngüye dönüşmüş bile. Bir taraftan kendi içlerinde çok net tanımladıkları “oligark rejimini” değiştirmeye bir taraftan da bütün dünyada Ermenilerin 1915’ta yaşadıklarının bir soykırım olarak tanınmasını temine etmeye çalışıyorlar. Bu arada diasporanın taşıdığı su ile değirmenlerini döndürüyorlar. Ortalama bir memur maaşı 150 Dolar. Market rafları ise Türkiye’dekiyle aynı. Bu sıkışmışlığı aşmak için ne yapıyor Ermenistan? Belki diaspora vesayetinden kurtulsa başka türlü olacak. Ama o da pek mümkün gözükmüyor. 

Ermeniler atalarının 1915’te ve öncesinde Anadolu topraklarında yaşadıkları mezalimi daha konuşmaya başlarken öğreniyorlar. Ana dilleri gibi bir şey olmuş Ermeniler için bu konu. Fakat 19. yy’ın sonu ve 20. yy’ın başının çok daha geniş bir coğrafya için tehcir yüzyılı olduğunu, imparatorluktan ulus devlete dönüşen siyasi haritaların sadece Ermeniler için değil başka pek çok halk için de tehcir ve katliam getirdiğini içermiyor ana kucağında aktarılan bu hafıza. 

Yüzyıl önce Ermeni olmak başka bir şeydi ama bugün bambaşka bir şey. Meselenin psikolojik boyutuyla mücadele etmek siyasi boyutuyla mücadele etmekten daha zor. Çünkü bunun için önce farkında olmak gerek, Ermeni kimliğini soykırımın gölgesinden kurtaran bir irade gerek. 

Mehmet Fatih Özartu, “Her yıl olduğu gibi ABD tarafından büyük hayal kırıklığına uğratılan Ermeniler, soykırım kelimesinin söylenişi ile dünyanın daha iyi bir yer olacağı düşüncesinden; Türkiye de stratejik öneminden dolayı vazgeçilemez oluşunun Ermeni meselesinde kendisine yarar sağladığı saflığından vazgeçmelidir” diyor.

Hüsamettin Arslan yazısında başkanlık sistemini etnik sorunları aşacak bir model olarak ele alıyor, Bedri Gencer yeni anayasa “güçlü devletin değil ‘Hak’lı milletin anayasası” olmalı uyarısında bulunuyor. Mete Çubukçu, PKK’nın çekilme süreciyle ilgili hususlara değiniyor, Ahmet Yıldız 23 Nisan’ın üzerinden “kurtarıcı kültünü” irdeliyor, Davut Kavronoğlu ekonomik başarının iktidarı pekiştiren yönüne dikkat çekiyor, Atılgan Ulutaş, Avrupa’daki ekonomik küçülme ile yabancı düşmanlığı arasındaki ilişkiyi analiz ediyor, Murat Güzel Henri Corbin’in İbn Arabi tasavvufu üzerine yazdığı kitabı tanıtıyor.

İyi bir hafta dileğiyle...

[email protected]