Esaslı bir film hikâyesi: MiT Krizi

Gülcan Tezcan / Sinema yazarı
8.08.2015

7 Şubat’taki büyük kırılma ve devlet içindeki paralel yapılanmayı ortaya çıkaran süreç sinemacıların iştahını kabartacak türden bir aksiyon içeriyor. Ama darbe girişiminde bulunulan AK Parti iktidarı ve hedef alınan kişi bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olunca elbette kimse oralı olmadı. İki yıl sonra elini taşın altına koyan ve Darbe filmini beyazperdeye taşıyan isim Avni Özgürel oldu.


Esaslı bir film hikâyesi: MiT Krizi

Ülke ne zaman siyasal, toplumsal ve ekonomik anlamda iyiye giden bir ivme yakalasa, biçim değiştirerek gelişmenin önünü kesen darbeler kurgulanıyor. Belirli periyotlarla aynı acıların tekrarlanmasında, bu topraklar üzerinde oynanan oyunların sadece aktör değişikliğiyle yenilenmesinde toplum olarak hafızasızlığımız önemli bir etken. Aynı filmi defalarca izlesek de aynı tuzaklara düşmekten geri durmuyoruz. Son birkaç haftadır yaşanan terör olaylarının ardından ‘90’lara döndük’ demeye başladı herkes. Peki, neden unutmuştuk 1990’ları? Ya da kimler hatırlıyordu da yaklaşmakta olanı fark edip basiretli davranamadı? 1990’ları anlatan kaç film ya da dizi çekildi bugüne kadar? Yeni yeni yazılan anı-kitaplarını kaç kişi okuyor? Neden o günlere dair çekilebilen hakkaniyetli belgesellerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor?

Sözlü gelenek bir kenara tatlı ya da acı hikâyelerimizi anlatacak mecralarla bağ kuramamışız uzun yıllar boyunca. Bu mecralar arasında olabilecek sinemaya ve tiyatroya ‘batılı’ denmiş ve itibar edilmemiş. ‘Çok Darbe Yedik Az Film Çektik’ başlıklı yazımda uzun uzadıya hangi darbelerin kayda değer bulunduğu neden bazı darbelerin hikâye edilmeye değer bulunmadığını anlatmaya çalışmıştım. Şimdi geç de olsa birbiri ardına yakın zamanda yaşanan siyasi krizler, darbe girişimleri beyazperdeye yansımaya başladı. Bu filmlerin sinematografik açıdan ne kadar başarılı ya da başarısız oldukları elbette tartışılabilir. Ancak önemli olan artık bu mecranın gücünün ve etki alanının ‘nihayet’ fark edilerek harekete geçilmiş olması.

Ezberden karşı çıkış

Kürt sineması denilen başlık altında onlarca başarısız, kalitesiz ve propagandist film sayılabilir. Ama içlerinden Büyük Adam Küçük Aşk, İki Dil Bir Bavul, Sesime Gel gibi çok başarılı örnekler de çıkabildi. Ve nihayetinde Kürt meselesine milyonlarca insan bu filmler üzerinden temas etti. HDP’ye oy veren beyaz Türklerin Kürt milliyetçiliği konusunda bu kadar duyarlı hale gelmesinde festivallerde ödüle boğulan filmlerin payı olmadığını söyleyemez hiç kimse. Öte yandan pek çok eleştirmenin sırf Kürt meselesine hizmet ediyor diye seyretmeye bile tahammül edemedikleri filmler hakkında tek bir olumsuz cümle kurmadıklarını da biliyoruz.

Buna karşılık Şubat ayında vizyona giren Kod Adı K.O.Z.: Maskeler Düşüyor’un sinematografik anlamda başarısız bir yapım oluşu, bu tür filmler yapanların ‘AK Sinemacılar’ olarak yaftalanması için yetip de artmıştı. Hollywood filmlerinde çokça karşımıza çıkan Amerikan tarihindeki suikastler, ABD Başkanı’na yönelik saldırıları anlatan yapımlar propaganda filmleri olsa da onları büyük bir iştiyakle bağrımıza basarken kendi ülkemizdeki provakasyonları beyazperdeye taşıyan işler, belki de filmin meselesini ört-bas etmek için bir çırpıda ‘kötü film’ olarak nitelenip rafa kaldırılabiliyor. Bir çırpıda üstü çizilen yapımların son örneği Avni Özgürel’in senaryosunu yazıp yapımcılığını üstlendiği Darbe filmi oldu.

Sinemacılar ilgisiz

Cumhuriyet tarihimizin darbeler klasörüne eklenen en yeni girişimlerden biri 7 Şubat’ta yaşanan MİT kriziydi. Gözlerimizin önünde değme senaristlere taş çıkaracak bir senaryo hayata geçirilmeye çalışılmıştı. Ancak hesaplanamayan, hedef alınan kişilerin yani Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve MİT müsteşarının kurgulanan oyunu görecek ve yerinde bir hamleyle bu girişimi boşa düşürecek manevra kabiliyetine sahip olmalarıydı. Belki de bugüne kadar bu kadar sık darbe yapılabiliyor oluşunun ardında seçilmiş hükümetlerin kendilerine yönelik müdahaleler karşısında aynı dirayeti gösteremeyişleri yatıyor. İşin bu boyutu siyaset bilimcilerin ilgi alanına giriyor elbette.

Beni ilgilendiren kısmı ise MİT krizinin sinemaya taşınmış olması... 7 Şubat’taki büyük kırılma ve devlet içindeki paralel yapılanmayı ortaya çıkaran süreç sinemacıların iştahını kabartacak türden bir aksiyon içeriyor. Ama sanırım darbe girişiminde bulunulan AK Parti iktidarı ve hedef alınan kişi bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olunca kimse oralı olmadı.

Elini taşın altına koyan isim ise siyasi tarihle yakından ilgili olan, çektiği film ve belgesellerle yakın geçmişin darbe planlarını, suikastlerini deşifre eden gazeteci Avni Özgürel oldu. Darbelerle ilk hesaplaşmasını 12 Eylül dönemini anlatan Zincirbozan filmiyle yapan Özgürel, TRT filmi olarak yakın tarihin büyük siyasi suikastlerini konu alan yapımlara da imza attı. Gaffar Okkan ve Adnan Kahveci’ye düzenlenen suikastleri ekrana getiren Özgürel, şimdi de yine yakın tarihin önemli bir kırılma noktası olan 7 Şubat MİT Krizi’ni beyazperdeye taşıdı. Film içinde kurmaca barındırsa da gerçeğe sadık kalarak bir anlamda süreci belgelemeyi seçiyor. Başbakan’ı paralel yapıya karşı harekete geçiren 7 Şubat MİT operasyonunu tesadüfen kendisini bu kavganın orta yerinde bulan bir kapkaççının hikâyesi etrafında anlatan filmde MİT Müsteşarı’na savcılık tarafından kurulan tuzak, Başbakan’ın yönlendirmesi ve talimatlarıyla bu tuzağın tersine çevrilmesi bütün ayrıntılarıyla konu ediliyor.

Kayda alınması şart

Neden bu kadar politik bir sinema yaptığının cevabını bir röportajında şu cümlelerle veriyor Özgürel: “Türkiye’de toplumu etkileyen pek çok hadise oluyor. Kimi sosyal, kimi bireysel... Aradan bir süre geçtikten sonra bir bakıyorsunuz biz o olayları unutmuşuz. Mesela Suruç katliamı... Birkaç yıl sonra kaçımız hatırlayacak? ‘Sahi ne olmuştu, kaç gencimiz ölmüştü orada?’ diye sorarken bulabiliriz kendimizi. Belki olayı kabaca hatırlayabiliriz ama detaylar unutulur gider. İşte bu tür olayların, kurmaca olsun belgesel olsun filmini çekmek kitaplarını yazmak, bizim olayları unutmamamızı sağladığı gibi gelecek kuşaklara da aktarılmasını sağlar. Mesela bakın ABD’ye, 11 Eylül’ün kaç kitabı, filmi yapıldı. Irak savaşıyla ilgili yüzlerce film var. Ben bunun için belgeseller, politik filmler yapıyorum. Önemli hadiseleri filmleştirerek, unutulmamasını sağlamaya çalışıyorum.” Özgürel’in hareket noktası hakikatin kayda alınması ve yeni tarih yazıcılığı açısından büyük bir gereklilik. Çünkü artık tarih görsel dille sinema ve ekranlar üzerinden yazılıyor. Seyirci konumundaki halklar kendilerine servis edilen, beyazperdede dramatize edilen gerçekliğe iman ediyorlar. Bizde sinema çoğunlukla sol ideolojiye sahip zihinlerin hegemonyasında olduğundan yakın tarihe ilişkin filmlerin tamamı da tek taraflı bir bakış açısının ürünü olarak ortaya çıkıyor. Ancak tarihe not düşmek, ‘hakikat’ten yana taraf olmak için kendi hikâyelerimizi daha çok anlatmamız gerekiyor. Üstelik daha yetkin bir sinema diliyle ve ‘maalesef iyi film’ dedirtecek ölçüde sanatsal yetkinliğe sahip bir dille. Yoksa 7 Şubat gibi bir aleni darbe girişimini anlatırken tarafsız olmak, politik bir tutum almamak mümkün görünmüyor. Mühim olan bu politik duruşun seyirciye nasıl yansıtıldığı. Aksi takdirde tüm bu işler, 1990’larda çekilen politik İslamcı filmler gibi dönemsel beklentileri karşılayıp kısa sürede sona erer. Bu kadar geç kalındıktan sonra sinemada varlık göstermeye niyetlenilmişse artık daha yetkin ve güçlü bir sinema diliyle, meselesini de tartışmasız bir biçimde seyirciye geçirecek yapımlar beklemek en doğal hakkımız.

[email protected]