Estetiğin ayrımcılığı

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
25.03.2022

Friedrich Nietzsche "Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır" demişti. Sadece, günlük hayatımızda karşımıza çıkabilecek insanları ve olayları iyi gözlemlediğimizde, bu sıradan insanlar bile aslında o anın Nietzsche'leri olabilir mi diye sorgulamadan edemedim.


Estetiğin ayrımcılığı

Hayatım boyunca, sağlıklı beslenmeye ve hareketli olmaya çok özen göstermişimdir. Amatör olarak ilgilendiğim tenis, yüzme gibi sporlar bana her zaman keyif vermiş, salon sporları olarak da adlandırılan spinning, plates gibi aktiviteler de haşır neşir olmuşumdur. Pandemiyle birlikte bu alışkanlıklarım sekteye uğramış olsa da, en azından sabahları veya akşamları mutlaka yürüyüş yapmaya gayret ederim. İşte, yine bir sabah yürüyüş yapmaya çıkmış ve eve dönmek üzereydim ki yoldan geçerken, birbirine komşu iki esnafın konuşmasına şahit oldum.

Fareleri haşladın!

Esnaf Bey, pazar sabahı erken uyanmış olduğundan yakınıyor ve sabah çayını demlemek için çaydanlıkta fazladan kaynattığı sıcak suyu dükkanının önündeki mazgala döküyordu. Esnaf Hanım ise, hayvancıkları haşladığı için kendisine telaşla sitem etti. Adam, elinde çaydanlıkla şaşkın bir şekilde "yahu hangi hayvancıkları?" diye sorunca, hanım cevap verdi: "Hangi hayvancıkları olacak, orada yaşayan fareleri haşladın!". Aman sen de diyerek ve gülüp geçilerek, dikkate alınmayan bu sitem beni oldukça etkiledi. Çün ki, bu diyaloğun bir tanığı olarak, 'ne ilginç, aslında kadıncağız doğru söylüyor' diye geçirdim içimden.

Eve geldim. Bir taraftan kendime hafif kahvaltı hazırlamaya koyuldum, çayı demledim. Diğer taraftan düşündüm durdum. O an, Friedrich Nietzsche geldi aklıma: "Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır" demişti yüce bilge! Sonra, sabahımın kaderi beni dürttü ve aklımdan geçenleri yazmaya karar verdim. Amacım, Nietzche'yi doğrulamak değildi. Sadece, günlük hayatımızda karşımıza çıkabilecek insanları ve olayları iyi gözlemlediğimizde, bu sıradan insanlar bile aslında o anın Nietzsche'leri olabilir mi diye sorgulamak istedim. Yani, sizce felsefenin de standartları olabilir mi? Ne dersiniz?

Ahlak felsefesi

Bildiğiniz gibi, ahlak felsefesi, insanın öz'üne ve davranışlarına odaklı ve insan davranışlarını belirlemede etkin rol oynayan bir felsefe disiplindir. O nedenle ben de olaya bu çerçeveden bakmaya çalıştım. Ama bunu yaparken öncelikle aklıma gelen Hz. Mevlana'nın pergel metaforu oldu. Bu olayı analiz etmek için şöyle ifade etmeme izin veriniz. Bir pergel düşünün ki, bu pergelin bir ayağı; davranışlara sabitlenmiş olsun. Diğer ayağı da fare, kelebek, hamam böceği vb.nin her birine bir kere dokunacak şekilde bir daire çizsin. Şimdi, böyle bir çeşitliliği gözünüzün önüne getirin lütfen. Ve hemen ardından gelin burada, Prof.Dr. Teyfur Erdoğdu'nun "Özgürlükten Kurtulmak" adlı mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm kitabında da yer verdiği üzere, Jean-Louis Barrault'un, "la liberté c'est la faculté de choisir ses contraintes", yani "özgürlük dayatmaları seçebilme yetisidir" ifadesini hatırımızda tutalım ve hemen bir canlandırma yaparak, konumuzu biraz daha somutlaştıralım.

Suriyeli sığınmacıları istemeyen, kendi ülkelerine girmesinler diye çoluk çocuk, kadın, erkek, yaşlı, genç demeden hepsini gözünü kırpmadan insanlık dışı muamelelere ve ölüme layık gören, sanatın, edebiyatın, felsefenin, insan haklarının, demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün yegâne temsilcisi olan eşsiz bir Avrupa medeniyetini! düşünelim! Aynı Avrupa, II. Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleşen en büyük toplu insan katliamı olan ve Uluslararası Kızılhaç Örgütü'nün verilerine göre Bosna Hersek'te, 1992-1995 yıllarında 300 binden fazla Müslüman'ın katledildiği Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı'na ev sahipliği yapmıştır. II.Dünya Savaşı dönemi Nazi Almanya'sında 6 milyon civarında Yahudi'yi sistemli bir şekilde öldürerek Holokost'a ev sahipliği yapan da Avrupa'dır.

Timsah gözyaşları

Eeee, tabii Avrupa'nın içi ayrı, dışı ayrı yakar ne de olsa! Afrika'da değerli taşlar için yine insanlık dışı koşullarda ölümüne çalıştırılan değersiz çocuklara ne demeli? Peki ya, Filistin'deki zalim ve mazlum savaşındaki çocuklara? Filistin'de çocuk olmak nasıl bir duygu diye sormuşlar mıdır sizce o masum yavrucuklara? Eeee, tabii bir de Avrupa'nın hiç bitmeyen timsah gözyaşları vardır. Türkiye, terör ile mücadele ederken çok güzel döker o gözyaşlarını mesela. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın der. Ve bu tutumu hep devam eder, nesilden nesile değişmeyen gelenekleridir adeta.

Neyse, ben içimi çok dökmeden, hemen pergel metaforumuzu hatırlayalım, konumuza geri dönelim ve şu soruyu soralım: Hindistan'da fareleri kucağına alıp, kendi çocukları gibi seven, onlara elleriyle süt içiren insanlar ile Hollanda'da lale bahçelerinde kelebekleri keyifle izleyen insanlar arasında fark var mıdır? Bir Hindistan ziyaretimde, bu sevgiye hem büyük bir hayranlıkla hem de büyük bir şaşkınlıkla şahitlik etmiş bir insan olarak şahsen ben hiçbir fark göremiyorum. Bilakis üstünlük bile olabilir! Ama bana sorarsanız, Batı'nın gözüyle, tanımadığı, bilmediği halde veya tanıdığını zannederek Batı'dan çok daha Batıcı olanlar ve onlara yaranmak isteyenlerin gözüyle böyle bir fark var. Hem de, bu fark öyle böyle değil, çok ama çok derin.

(Şimdi burada bir parantez açıp yine içimi dökmek istiyorum izin verirseniz. Genelleme yapmak adına değil elbette, ama size Batı'ya ilişkin dikkat çekici bir kesit sunmak adına. Eğitim amacıyla İngiltere'de kaldığım ilk yıl, bir süre aile yanında konaklamayı tercih etmiştim. Kaldığım evin yeme-içme saatleri söyleydi: Sabah 09.00-10.00 arası kahvaltı (yumurta, tereyağı, peynir, ekmek, çay) ve akşam 18.00-19.00 arası yemek (dondurulmuş patates, dondurulmuş köfte, dondurulmuş ne varsa....) Bir gün okuldan eve döndüğümde saat 16.00 civarındaydı, biraz da acıkmıştım. Akşam yemeği öncesinde fazlaca bir şeyler yiyerek karnımı doyurmak istemedim. Neyse, "bir yumurta haşlayayım, yanına da çay içerim, akşam yemeğine kadar beni tutar" diye düşündüm.

Bir yumurta hakkı

Mutfağa gittim, keyifle yumurtayı haşladım ve mecburen de sallama çayımı demledim. Tam atıştırmaya başlamıştım ki, evin sahibi mutfağa gelerek bana dedi ki: "Hülya, günde sadece bir tane yumurta yeme hakkın var, o da sabahları. Şimdi yiyemezsin!" Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Neye uğradığımı şaşırdım. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de kendime haksızlık etmeyeceğim bir sınıra kadar oldukça uyumlu bir insanımdır. Ama o an içim öyle tuhaf oldu ki, ağladım ağlayacağım. Kendimi çok zor tuttum. Ve dedim ki: "Ben, sabah kahvaltıda yumurta yememiştim. O nedenle şimdi yiyorum. Bu, benim hakkım olan yumurta!". Allah da biliyor ya, gerçekten o sabah yumurta yememiştim. İyi ki de yememişim. Çün ki, direkt doğruları söylemeye alışkın bir insan olarak, farklı bir cevabı hemen bulmaya idmanlı değilimdir. Aksi taktirde, büyük olasılıkla aynı gün içinde ikinci yumurtayı yemenin günahını nasıl çıkartabilirdim! O da özür diledi ve afiyet olsun diyerek mutfaktan çıkıp gitti.

Bu Türkiye'de olmaz

Boğazımdaki düğümü çözmek için bir yandan çayımı yudumluyor, diğer yandan da Türkiye'de olsa hiç böyle olur muydu diye düşünüp duruyordum. Vallahi de, billahi de bizim medeniyetimizin gözünü seveyim. En yoksulumuz bile yemez yedirir, içmez içirir. Hemen ekmek soğan çıkartır, patates haşlar, yumurta kırar, çay demler. Birbirimizin lokmalarını saymadan, Allah ne verdiyse yer içeriz hep birlikte. Bizim de bereketimiz bu ruhtan gelir, bu ruhtan besleniriz.)

Yine konumuza dönelim; onların düşüncesine göre Hindistan'ın hayvan (fare) sevgisi anlamsızdır (burada anlam yüklemeye dikkat çekmek isterim). O nedenle, bu tutum aşağılanmayı hak etmektedir. Tam tersine, Hollanda'nın hayvan sevgisi (kelebek) ise yüksek standardı temsil eder. Çün ki, kelebekleri yücelterek (burada yüceltmeye dikkat çekmek isterim) onları metalaştırmak, pazarlamak turistik turlar düzenleyerek bu işten para kazanmak Batı'da son derece sıradandır. Yani onlar için paraya dönüştürülmeyen bir şey genellikle söz konusu olamaz. Buna genleri izin vermez. Onların 'sevgi' diye gözümüzün içine baka baka pazarladıları ve yutturmaya çalıştıkları da paradır, kendi menfaatleridir. Bu kadar şeyi neden anlatma ihtiyacı hissettim biliyor musunuz?

Vazgeçmeyi bilmek

Çün ki artık felsefenin de, "Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır" derken, uygulamada sorgulamak görüntüsü altında dayatılmak ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Ve bu yüzden de felsefeye; manen hiç romantik bulmadığım ama düşünceleri itibarıyla romantik! bulduğum bir şairin mısralarıyla cevap vermek istiyorum: 'Artık sen de başkaları gibisin!' İşte, maalesef ki artık sokakta gördüğümüz ve duyarlılık gösterdiğimiz o farelere karşı sergilediğimiz ulvi davranışlarımızdaki gibi çoğu şeyin algılanmadığına ikna olmuşsunuzdur sanırım. Yeri gelmişken, Alev Alatlı'nın çok sevdiğim bir sözünü de aktarmak isterim: "Müslümanlar kendilerini koruyamayacak kadar merhamet sahibidir!" Hatta bu sözü bir sonraki adıma taşıyacak olursak belki şöyle ifade etmemiz de mümkün olabilir: "Müslümanlar, vazgeçmeyi bilecek kadar merhamet sahibidir". Bunu bir düşünün derim, benden söylemesi.

[email protected]