Evet mi hayır mı, demokrasi mi vesayet mi?

Abdülkadir Özkan / Yazar
11.03.2017

Tarih, yıllar sonra bu günleri yazdığında sürecin taraflarını “evetçiler” ve “hayırcılar” olarak değil, demokrasiden yana tavır alanlarla tercihini vesayetten yana kullananlar şeklinde kayda geçirecek. Yeni anayasa ne getiriyor? Muhalefetin iddia ettiği gibi “kuvvetler ayrılığı” tedavülden kalkıyor mu? Devlet ve sistem sadece tek bir adama mı bağlanıyor? Meclis ve yargı etkisizleştiriliyor mu? Yeni anayasa ile Türkiye’yi nasıl bir sistem bekliyor? Yeni anayasanın handikapları nelerdir?


Evet mi hayır mı, demokrasi mi vesayet mi?

Türkiye’deki mevcut parlamenter sistemin yarattığı “kişi merkezli” siyaset kültürü sorunsalını en iyi analiz eden isimlerin başında The Making of Modern Turkey kitabının yazarı Feroz Ahmed gelir. Ahmed, Demokrasi Sürecinde Türkiye adlı çalışmasında mevcut sistemin yarattığı sorunları tespit ederken şu soruyu yöneltir. “Turgut Özal, 31 Ekim 1989’da Türkiye’nin sekizinci cumhurbaşkanı seçildi. Artık ANAP’ın genel başkanı olmadığı için, partiyle birlikte Türkiye’nin siyasi kültürü de dağılmaya başladı... Aynı dağılma, Demirel Türkiye’nin dokuzuncu cumhurbaşkanı olunca DYP’nin de başına geldi... AKP ise 2002’den beri iktidarda ve Türkiye’nin demokrasi deneyiminde yeni bir sayfa açmış bulunuyor... Peki, bu demokrasi deneyi nereye doğru gidiyor?”1

Feroz Ahmed bu ifadeleri, Demokrasi Sürecinde Türkiye kitabının yeni baskısı için kaleme aldığı ön sözde kullanıyor. Kişi merkezli, kurumsallaşma sorunu yaşayan siyasî geleneği ve koalisyon dönemlerinin yarattığı siyasî istikrarsızlıkları ele alırken 2011’den sonra “farklı bir kulvara kaydığını” düşündüğü AK Parti’nin demokrasi deneyini izleyip görmeyi tercih ediyor. Ancak buna rağmen Ahmed’in tespitleri bugün unutulan, siyasî krizler dönemini hatırlatması ve mevcut sistemin yarattığı “kişi merkezli” siyaset kültürü sorunsalına temas etmesi bakımından anlamlı.

‘Tek adam’ çelişkisi

Mevcut parlamenter sistemin yarattığı, parlamentoyu işlevsizleştiren “kişi merkezli” siyaset modelini ortadan kaldırmak ve koalisyon dönemlerinin getirdiği siyasî istikrarsızlıkları önlemek için kurgulanan cumhurbaşkanlığı modelinin muhalefet partilerince “tek adam” yaratma projesi olarak tanımlanmasında ciddi bir çelişki olduğu görülüyor. Bu çelişki, muhalefetin genel karakteristik sorunu olan, çoğu zaman karşılaştığımız söylem siyaseti üretememe hastalığının nüksetmiş olmasından mı, yoksa değişimden duyduğu endişe nedeniyle toplumsal algıyı etkilemeye yönelik manipülasyon siyasetinden mi kaynaklanıyor, bilmiyoruz. Ancak ortada temel bir sorun var, o da devletin, siyasetin ve toplumun geleceğini şekillendirecek, cunta düzenlemelerine son veren siyasal ve toplumsal talepler sonucu ortaya çıkmış bir anayasa düzenlemesinin “kısır muhalif ideolojilere” kurban edilerek Türkiye’nin anlamsız bir kutuplaşmaya mahkûm ediliyor olmasıdır.

Türkiye, olağandışı ve zor bir dönemden geçiyor. Bu dönemin, Cumhuriyetin ve demokrasinin yeniden inşa edildiği kritik bir süreç olduğu konusunda ortak bir kabul var. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ortaya çıkan tehlikeli manzara, devlet kurumlarının daha steril ve daha şeffaf bir planlamayla yeniden elden geçirilmesinin zarurî olduğunu bir kez daha gösterdi. Son 40 yıldır devletin “kılcal damarlarına” kadar nüfuz etmiş farklı ideoloji, yapı ve fraksiyonlara mensup bürokratik oligarkların tasfiye edilerek kurumların vesayetten temizlenebilmesinin yolu, sorun yaratan mevcut sistemin değişiminden geçiyor. Çoğu zaman palyatif tedbirlerle geçiştirilen, dönemsel yamalarla onarılmaya çalışan mevcut sistemin “neden bugün” değiştirilmek istendiği konusunda ise kafa karışıklığı var. AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son 15 yıldır Türkiye’yi “koalisyonsuz”yönettiği tezi üzerinden, önerilen değişimin “tek adam” yaratma hedefi taşıdığı iddiası, meselenin bütün detaylarıyla ele alınmasını zorunlu kılıyor. Muhalefetin toplumsal algıyı “ustaca” manipüle eden temelsiz argümanları, iktidar kanadının sorumluluklarını artıyor. O nedenle AK Parti ve MHP’nin desteği ile TBMM’de kabul edilerek 16 Nisan’da “millî iradenin” onayına sunulacak anayasa değişikliğine ilişkin kafalardaki soru işaretlerinin giderilmesi büyük önem arz ediyor.

Muhalefetin algı düzeyi

Mevcut anayasa değişikliğine yönelik muhalefetin dillendirdiği en temel eleştiri, düzenlemenin “tek adam” yaratma amacıyla tasarlandığı yönünde. Cumhuriyetin kuruluş yılları ve sonrasında ancak “tek adam” siyasetiyle mevcudiyetini uzun yıllar sürdürebilmiş bir siyasî geleneğin, cumhuriyetin ve demokrasinin inşası sürecinde zarurî bir hal alan bu “değişimi” tedavülden kalkmış bir jargonla tanımlamaya çalışması trajikomik. Buna rağmen konunun daha sarih bir şekilde anlaşılmasını ve zihinlerin aydınlanmasını temin etmek; değişimden yana olan, vesâyet ve statüko karşıtı herkesin üzerine düşen öncelikli vazife olsa gerek.

Muhalefet, bilinçli bir şekilde gündemden düşürmek istemediği “tek adam” suçlamasıyla yasama, yürütme ve yargının yani kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeni anayasa ile yürürlükten kalkacağını iddia ediyor. Peki gerçek nedir? Yeni anayasa beraberinde ne getiriyor? Muhalefetin iddia ettiği gibi “kuvvetler ayrılığı” tedavülden kalkıyor mu? Devlet ve sistem sadece tek bir adama mı bağlanıyor? Meclis ve yargı etkisizleştiriliyor mu? Yeni anayasa ile Türkiye’yi nasıl bir sistem bekliyor? Yeni anayasanın handikapları nelerdir?

Türkiye’de uygulamada olan parlamenter sisteme yönelik itirazlar son 50 yıldır çeşitli siyasî parti liderleri ve konunun uzmanı akademisyenler tarafından defaatle gündeme getirilmiş, ancak değişim mümkün olamamıştı. Bugün ise Türkiye, ilk kez cunta anayasalarının ardından toplumsal bir talebin neticesi olan yeni bir anayasa için kollarını sıvamış gözüküyor. Anayasa değişikliğinin tartışılan maddelerine sırasıyla göz atalım:

‘Tek adam’ değil, başkanlı hükümet modeli: Cumhurbaşkanlığı sistemi iddia edildiği gibi “tek adamlık” değil, rasyonelleştirilmiş bir hükümet modelidir. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiği için sistem “başkanlı bir hükümet modeli”ne göre dizayn edilmiştir. Dolayısıyla parlamenter bir bakış açısıyla, başkanlı siyasal sistem analiz edilemez. Hâlâ gensoru ve güvenoyu niye kaldırıldı demek, dünyada uygulanan hükümet modellerinin en basit kriterlerini bilmemek demektir. Cumhurbaşkanı, yüzde 50+1 oyla seçileceği için, zaten güvenoyu doğrudan halk tarafından verilmektedir. Birleşik Devletler’de de benzer bir uygulama söz konusudur. Seçilen Başkan, kongre yahut senatodan güven oyu almaz.

Kavga değil, siyasal uzlaşı dönemi: Yeni sistemde, siyasal kutuplaşmanın en aza indirgenmesi gerekmektedir. Aksi halde hükümet kurmak için gerekli yüzde elli oyu alabilmek başka türlü mümkün olmayacaktır. Bu nedenle adayların genel toplum kabullerine aykırı isimlerden oluşmaması gerekmektedir. Geniş toplum kesimlerine hitap etmeyen adayların cumhurbaşkanı seçilmesi neredeyse imkansızdır.

Meclis etkinleşiyor

Vesayetçi değil, daha özgür bir meclis: Sistemde TBMM’nin işlevinin azaldığına yönelik iddialar ise yersiz olduğu kadar niyet okumaya yönelik manipülasyon söylemidir. Milletin, adaylar arasından her hangi birini cumhurbaşkanı seçecek olması, onun siyasî partisinin de Meclis aritmetiğinin çoğunluğuna ulaşacağı manasına gelmiyor. Bu nedenle yeni sistemle beraber Cumhurbaşkanı ve Meclis çoğunluğunun farklı siyasî görüşlerden oluşması ihtimal dâhilindedir. Cumhurbaşkanı, yani yürütme Meclis’in desteğini almak için farklı partilerin vekillerinin de hassasiyetlerini gözetmek zorundadır. Cumhurbaşkanı, yasa çıkarabilmek için farklı siyasî görüşlerle uzlaşmak zorunda olduğu gibi parti grupları yasa tekliflerinin hayata geçirilmesinde şimdikinden çok daha aktif rol alacaktır. Bu durumda TBMM’nin etkisizleştirildiğini, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırıldığını iddia etmek en hafif ifadeyle değişiklik maddelerinden bîhaber olmakla mümkündür. Eleştirilen bir başka nokta ise tarafların karşılıklı olarak seçimlerin yenilenmesine karar verebilmesine imkan tanınmasıdır. Bu düzenlemenin handikapları zaman içerisinde ortaya çıkacaktır. Ancak Birleşik Devletler’de de “impeachment” tabir edilen meclis soruşturmasıyla Başkanlık seçimlerinin yenilenmesine karar verilmesi imkân dâhilindedir.

Halka rağmen

Ömür boyu değil, yalnızca iki dönem: Cumhurbaşkanlığı sisteminde yürütmenin başı, en fazla iki dönem seçilebilecektir. İki dönemle görev süresi sınırlandırılmış bir sistemde “tek adam” gibi tanımlamaların rasyonelliği olmadığı açıktır. Kaldı ki seçildiği ilk dönemde “halka rağmen otoriter politikalar” izleyen bir cumhurbaşkanının ikinci kez seçilebilmesi neredeyse imkansızdır. Ayrıca seçilecek cumhurbaşkanının anayasaya ve yasalara aykırı hareket etme imkânı ve ihtimali yoktur. Aksi halde yargı ve yasama organları gerekli tedbirleri alabilecek yetkilere sahiptir.

Vesayetçi değil, yenilikçi: Cumhurbaşkanlığı sistemini Recep Tayyip Erdoğan’a indirgeyerek tartışmak, Türkiye’nin siyasî tarihinden ve kültüründen bîhaber olmak demektir. Muhalefetin seçim stratejisini Erdoğan karşıtlığı üzerinde temellendirmesi trajikomik olduğu kadar da üzüntü vericidir. Türkiye’nin gelecek hedeflerini önceleyen argümanlar yerine konuyu kısır ve vesayetçi mantıkla tartışmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Koalisyon dönemlerinin ürettiği krizler sona erecek, hükümet krizleri dönemi ortadan kalkacak meclis daha aktif hâle gelecektir.

Bağımlı değil, bağımsız ve tarafsız yargı: Anayasa Mahkemesi üyelerinin halk oylamasının hemen ardından görev sürelerinin biteceği iddiası da gerçek dışıdır. Mevcut üyelerin görev süreleri devam etmekle birlikte, yaş haddinden emekli olacak üyelerin yerine yenileri atanacaktır. Bu sayede Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısına ilişkin düzenleme tedricen yürürlüğe girecektir. Üstelik kaldırılan askeri yargıdan gelen iki üyenin eksilmesi dışında bir değişiklik de söz konusu değildir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nda yapılacak düzenlemeler ise devlet içinde kümelenmiş örgütsel yapıların tasfiyesi için önemli bir adım olacaktır. Bu sayede yargının bağımsız ve tarafsız olması temin edilecektir.

Sonuç itibariyle Türkiye, 1876’dan bu yana kararlıkla sürdürdüğü, çoğu zaman büyük bedeller ödeyerek ayakta tutmayı başardığı demokrasi mücadelesinde en kritik dönemece girmiş bulunuyor. Mevcut parlamenter sistemle Türkiye’nin yoluna devam etmesi artık mümkün değil. Türkiye, toplumun sosyo-politik kültürüne uygun yeni bir anayasa ile çağı yakalamak zorunda. Aksi hâlde devletin kılcal damarlarına nüfuz etmiş bürokratik oligarkların devlet kurumlarından tasfiyesi asla mümkün değil. İddia edildiği gibi yeni düzenlemenin, varsa eğer sorunları ve handikapları zaman içerisinde kendisini gösterecektir. Türkiye’nin siyasal kültürünün ve tecrübesinin bu tür sorunların üstesinden gelebilecek derinliğe sahip olduğunu unutmamak gerekiyor.

Son bir not: Gönül isterdi ki Türkiye’nin son yüz elli yıldır yürüdüğü demokrasi yolunda önemli bir kilometre taşı olan bu son değişikliğe, ana muhalefet partisi konumunda olan siyasal kültür, Türkiye karşıtlarıyla saf tutmak yerine Türkiye’nin toplumsal ihtiyaçlarını gören bir basiret ve ferasetle sürece katkı sağlamayı tercih etseydi. Yine gönül isterdi ki Türkiye’nin demokrasi yolunda yaşadığı acı tecrübelerle neredeyse yaşıt olan o siyasal kültür, bir kereliğine de olsa milletin taleplerini doğru okuyabilseydi de Türkiye, geleceğe iktidarıyla muhalefetiyle el ele yürüyebilseydi. Tarih, yıllar sonra bu günleri yazdığında sürecin taraflarını “evetçiler” ve “hayırcılar” olarak değil, demokrasiden yana tavır alanlarla tercihini vesayetten yana kullananlar şeklinde kayda geçirecek.

[email protected]