Fakir ama mutlu insanların formülleri-2 Pole Pole

Dr. Hatice Çolak / Yazar
14.10.2022

İçinde yaşadığımız düzmeceye fakir dünyanın cevabı: Pole Pole. Yani yavaş yavaş yaşamak. Tadını çıkara çıkara, hızlı hayatın, teknoloji başta olmak üzere birçok tuzağına düşmeden, geçmişi de, geleceği de, şimdiyi de bir bütün halinde ve hissederek yaşamak.


Fakir ama mutlu insanların formülleri-2 Pole Pole

"Yalnızca Momo, Beppo'dan cevap alabilmek için uzun süre beklemesi gerektiğini bilir ve onun sözlerini rahatlıkla anlardı. Beppo'nun sorulara yanlış bir karşılık vermemek için bu kadar düşündüğünü bilirdi, çünkü Beppo'ya göre, dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu."

Momo, Michael Ende

Son yazımızda Afrikalı mutlu insanların sırlarının ilkiyle tanışmıştık: Ubuntu. Yani "Biz varsak ben varım." Bu hafta ise ikinci sırdan bahsedeceğiz: Pole pole. Yani "Yavaş yavaş yaşa." Kemal Sayar'ın mükemmel kitabı Yavaşla'daki ifadesiyle "Yavaşlayın! Bu hayattan sadece bir defa geçeceksiniz!"

Kitabı ilk okuduğumda henüz Afrika'ya yerleşmemiştim. İşe her gün saatlerce araba kullanarak giden ve yol boyunca insanların birbiriyle ego savaşına şahit olan, her güne olabilecek en negatif enerjiyle başlayan bir modern köle olarak yazarın arabaları erkeklerin yeni şehvet nesneleri olarak tanımlaması ve yolları hayal kırıklığına uğramış egoların geçit resmi yaptığı mekânlar olarak tasvirine hayran kalmıştım.

"Hız yapmak, bugünün dünyasında en yaygın sivil itaatsizlik tarzı" diyordu Hoca ve fakat hız yapmanın bize zaman kazandırmadığını, hız yapabildikçe daha uzak mesafelere gittiğimizi ve zamanımızın çoğunu yine yollarda harcadığımızı söylüyordu. Üstelik hız mimariyi de değiştiriyordu: Artık 'revnaklı şehirler'e, durup temaşa edeceğimiz süslemeli, oymalı binalara ihtiyaç yoktu. Hızlanan sürücünün gözü tarafından daha kolay algılanacak beton ve cam karışımı binalar şehirlerin yeni tarzını oluşturuyordu. Otoyollar bizi yabancılaştırıyordu, dost ve akrabaları uzağa düşürüyordu, ama bir yandan da uzaktaki sevdiklerimize ancak hız yapmakla kavuşabileceğimizi telkin ediyor- bizi 'yalnız kalabalık'lar haline getiriyordu. Bizler kendimizi daha uzaklara vurdukça, yakınımızdaki insanlarla daha az zaman harcıyorduk.

Hocanın dediklerini, hem de her gün birebir yaşıyor, acı çekiyordum.

Zanzibar'a yerleştiğimde ilk farkettiğim güzellik arabayı ne kadar az kullanmak zorunda kaldığımdı; bazen haftada bir, bazen ayda... Otoyol zaten yoktu. Görüşmek istediğin ya da görüşmen gereken insanların çok büyük çoğunluğu yürüme mesafesindeydi. Yürürken yaprakların hışırtısı, kuşların şarkıları sana eşlik ediyor, yoldaki tanıdık tanımadık herkesle selamlaşıyor, arabada olsan zinhar fark edemeyeceğin binlerce güzellik fark ediyordun. Dahası saatlerini yollarda harcamıyor, dolayısıyla acayip kurmacaların ve kavgaların içine de düşmüyordun. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan birçok insan için günümüzde tahayyülü bile zor olsa da hele de petrol fiyatlarının tavan yaptığı şu zamanlarda, sadece sağlık ya da resmi bir gerekçeyle, o da nadiren, araba kullanmaktan daha ekonomik, ekolojik ve özgürleştirici ne olabilir ki?

'Yeterli olan, iyidir'

Her ne kadar Afrika'ya yerleşmemiş olsam da o zamanlardan yavaş hareketlere ilgim büyüktü. Halimi hatırımı soranlara sürekli "Yoğun. Koşturmaca içinde" cevabını verirken kendimden sıkılıyordum.

Slow Food, Slow City, Slow Travel, Slow Schools, Slow Books, Slow Living, Slow Money hareketlerinin hepsi benim gibi kendinden ve yaşadığı hayattan sıkılan, "Yeterli olan, iyidir" düsturuna göre yaşamak isteyen ve başarıyı para ve biriktirilen servet miktarı ile ölçmeyen insanların kurduğu devrimci hareketlerdi. Modern hayatta sıkışıp kalmış, ne için olduğunu anlamadığı bir yoğunluk içerisinde şirketine daha çok kazandırmaya çalışan mutsuz birçok okur bahsettiğim ıstırabı yaşamış, yaşıyor ya da yaşayacaktır. Yavaş şehirler, yavaş restoranlar, yavaş turistler, yavaş okullar, yavaş kitaplar, yavaş para yani yavaş yaşamın mimarları işte bu ıstırabı yaşamış ve orada takılıp kalmadan çözümler üretmiş insanlardı. Bilge romancı Soljenitsin'in ifadesiyle "ele geçirerek değil, ele geçirmeyi reddederek" hep daha fazlasına ulaşmak için çabalamak yerine, sahip olma yarışından çekilerek, paylaşarak, vererek yaşayan insanlar.

Pılımı pırtımı toplayıp Afrika'ya göçmek beni bu insanlardan biri yaptı. İyi ki.

Psikolog neden takip edilir?

Yakın bir zamanda ziyaretimize milyonlarca takipçisi olan ünlü bir psikolog geldi. Bunu Afrikalı çalışanlarımıza söylediğimizde çok güldüler, neden bir psikoloğu milyonlarca insan takip etsindi ki? Psikologların ne iş yaptığını bile bilmez Afrika'da halk. Kişi başına düşen psikolog ve psikiyatrların her geçen gün katlandığı ve çocukların bile birçok psikolojik rahatsızlığı tanıyıp taşıdığı ülkemizden oldukça farklı burada işler. Ünlü psikoloğumuz geldiğinde bize çok acayip şeyler anlattı. Mesela danışanlarına "Günde sadece 10 dakika roman okuyup kahve içme" ödevi verdiğini ve birçok danışanın bu ödevi yapamadığını, yapsa da boş bir eylem olarak görüp suçluluk hissettiklerini... Oysa Afrikalılar gün boyunca ağacın altında oturup gelen geçeni selamlayabilir ve hiç de suçluluk hissetmez.

Usul olan asildir!

Yazının başında alıntıladığımız cümle zamana dair gelmiş geçmiş yazılmış en güzel kitaplardan bir tanesinden. Kitabın kahramanı zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren bir çocuk: Momo. Bu çocuğun tuhaf öyküsü bize yaşantımızdaki absürt dengesizlikleri inceden inceye gösteriyor. Kitap usul olanın asil olduğunu, bütün yaşamın bir hikâye olduğunu ve bizim de onun içinde olduğumuzu inanılmaz etkili bir dille anlatıyor. Kitap boyunca hızlı yaşadığımızda kaçırdığımız güzelliklere atıflar var. Okumayanların mutlaka, okuyanların da düzenli olarak tekrar tekrar okuması gereken bir kitap.

Anlaşılmak için de anlamak için de aslında güzel olan her şey için zaman gerekiyor. Sevmek için, bilmek için, güzelliği görmek ve hissetmek için, olgunlaşmak için...

Oysa garip bir şekilde artık "Her yerde ve hiçbir yerdeyiz... Dostumuzla sohbetteyiz ama telefonun veya sohbet ağının ucundayız. Aslında bütün varlığımızla bir yerde değiliz, parça parça orada ve buradayız." diyor Kemal Sayar ve ekliyor: "Ancak saatlerini doğanın ve iç dünyalarının çevrimine ayarlayanlar, güneşi ve gökyüzünü görebilenler, hayatı uzun bir şimdi veya yekpare, geniş bir an olarak yaşayabilenler, 'içime çektiğim hava değil gökyüzüdür' diyebilenler, eve mutlu dönüyor."

Hız tarikatının müritleri

Tüm toplumun hız tarikatının müritleri olduğu, başta kendini, sevdiklerini ve sonra her şeyi başarı uğruna kolaycacık harcayabildiği, basının sürekli insan rekabetçi insan doğasının karanlık tarafını temsil eden zalimlik, cinayet, hırsızlık, savaş gibi kötücül eylemlerle dolup taştığı, anneliğin bile bir yarışa dönüştüğü şehirlerimizin atık sularında Prozac'ın saptanabilir oranlara ulaşması çok da şaşırtıcı değil.

İşte bu düzmeceye fakir dünyanın cevabı Pole Pole, yani yavaş yavaş yaşamak. Tadını çıkara çıkara, hızlı hayatın, teknoloji başta olmak üzere bir çok tuzağına düşmeden, geçmişi de geleceği de şimdiyi de bir bütün halinde ve hissederek yaşamak.

Takvimden bihaber bir çok Afrikalı toplum gibi Zanzibar'daki halk binlerce yıldır böyle yaşamış, değişmeye de pek niyeti yok. Acele ettiğimizde <Acele işte bereket olmaz> diyerek durduruyor bizi, her gün gökyüzüne bakıyor, her gün birbirinin gözlerinin içine bakıyor, her vakit namazını mescitte beraber kılıyor, gördüğü herkesle selamlaşıyor, hasbihal ediyor.

Öyle olunca da, hem de bedavadan mutlu oluyor.

Olsun tabii.

[email protected]