Farabi'de varlık, mahiyet, hikmet

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
6.02.2021

Farabi'ye aidiyeti hakkında birtakım şüpheler olmasına karşın Türkçe'ye Tahir Uluç tarafından çevrilen Füsûsü'l Hikme, varlık-mahiyet ayrımı ile başlayıp bu ayrım temelinde zorunlu ve mümkün varlık ayrımı yaparak Zorunlu Varlık'ın birliğini ispatlar.


Farabi'de varlık, mahiyet, hikmet

Farabi, klasik İslam düşüncesindeki Meşşai felsefenin kurucu ismi addedilir. Meşşailik genelde Platon'un öğrencisi Aristoteles'in felsefi yaklaşımını benimsemekle birlikte Aristoteles'te temsiliyetine kavuşan sisteme Platoncu ve Neo-Platoncu ögelerin ve tabii ki İslam inancının asla vazgeçilemeyecek unsurlarının bir şekilde dahil edilmesiyle ulaşılan bir yaklaşım olarak ifade edilebilir. Meşşailik ve hatta genel olarak İslam felsefesi noktasında oynadığı kurucu rol dolayısıyla Aristoteles için kullanılan "muallim-i evvel" (ilk öğretmen) tabirine paralel olarak Farabi için de pek çok kez "muallim-i sani" (ikinci öğretmen) dendiğine şahit oluruz.

Elbette Farabi bu kurucu rolü, kendisinden önce kapsamlı ve detaylı bir şekilde, Tanrı, âlem ve insan açıklamasını yapmasından kaynaklanır; öyle ki Farabi'nin açıklaması ondan sonra da birçok başka filozof tarafından benimsenmiş ve örnek alınmıştır. Son derece velud bir düşünür olduğu noktasında herhangi bir kuşkunun bulunmadığı Farabi, bu kapsamlı açıklamaya karşın, yine de daha çok mantık, ahlak ve siyaset felsefesi alanlarında yazdığı eserlerle tanınır. Onun Neo-Platoncu sudûr nazariyesini yeniden inşası da son derece orijinal görünür.

Farabi'ye aidiyeti hakkında birtakım şüpheler olmasına karşın Türkçe'ye Tahir Uluç tarafından çevrilen Füsûsü'l Hikme, varlık-mahiyet ayrımı ile başlayıp bu ayrım temelinde zorunlu ve mümkün varlık ayrımı yaparak Zorunlu Varlık'ın birliğini ispatlar. Zorunlu Varlık'ın bilme niteliğinin Meşşailik doğrultusunda açıklandığını ve bilgi temelli bir yaradılış teorisinin inşa edildiğini görürüz metinde. Tanrı'nın varlığına dair kanıtlar, ayrıca ruh-beden düalizminin temellendirilmesi, nefsin güçlerinin ele alınışı, vahiy ve mucizeye dönük Meşşai açıklama, yüce aleme ulaşmaya dönük çağrı ve teşvikler, manevi hazların maddi hazlardan daha üstün olduğu gibi temalar da metnin diğer unsurları arasında yer bulur. Bu bakımlardan Füsûsü'l Hikme'nin Tanrı, âlem ve insan konularını; yani bir bakıma, ontoloji, teoloji, kozmoloji, psikoloji ve epistemoloji alanlarında yer alan meseleleri ele alırken genel Meşşai çizgiyi takip ettiği söylenebilir.

Fakat, metnin Farabi'ye aidiyeti noktasındaki bazı şüpheleri de doğuran bir sebep olarak, bazı unsurların açıklamasında metnin genel Meşşai çizginin dışına çıktığı da gösterilebilir.

Huzur epistemolojisi

Sözgelimi, Tanrı'nın kendi zatına ilişkin bilgisinin temellendirilmesi ve Tanrı'nın eşyaya dair bilgisinin açıklanması hususlarında İşrakiliğin "huzur" epistemolojisinin kavramları sık sık kullanılır. Yine metinde, Suhreverdi'nin eleştirisine konu olan İbn Sina'nın yaptığı müşterek his-hayal (musavvire) vehim-hafıza (zakire) ayrımını göremeyiz. Diğer yandan metin, bu musavvire ve zakire güçlerini ayırmadığı gibi birleştirici bir şekilde de düşünmez.

Tasavvufî motifler

Metinde bu türden İşraki unsurlara rastlanmasının yanısıra kelamî ve tasavvufî motifler de yer alır. Sözgelimi metin birlik-çokluk ilişkisini Meşşailikte olduğu gibi sudur nazariyesiyle açıklamak yerine vahdet-i vücûd kozmolojisiyle, yani İbn Arabi'ye ait zuhur ve gölge metaforlarıyla ifade eder. Hatta metne verilen Füsulü'l Hikme isminin İbn Arabi'ye ait Füsusü'l Hikem'e doğrudan telmihini bir rastlantı olarak düşünmememiz gerektiğini salık veriyor. Ayrıca, kıyamet günü Allah'ın görülebileceğini açıkça ifade edişiyle Meşşai felsefede bulunmayan, kelamî bir yaklaşımın da metinde yer aldığını belirtelim.

Bütün bunlardan yola çıkarak aslında klasik İslam düşüncesi içerisindeki çeşitli ekol ve geleneklerin bizim zannettiğimizden daha fazla içli dışlı olduğunu belirtebiliriz. Eserin Farabi'ye ait olup olmadığı hususunda da bu noktanın göz önünde tutulması gerekiyor neticede.

Füsûsü'l Hikme Farabi çev. Tahir Uluç İnsan, 2020

Panteizmle vahdet-i vücûd arasındaki farklar

Osmanlı devletinin son çeyrek yüzyılında öne çıkan önemli düşünürlerimizden biri İsmail Fenni Ertuğrul. Kitabında İbn-i Arabi'nin yaklaşımını ifade eden vahdet-i vücûdun aslını ve hakikatini açıklamaya, bu düşüncenin dayandığı delillere, panteizm ile vahdet-i vücûd arasındaki farklara, vahdet-i vücûda yapılan itirazlara değiniyor. İsmail Fenni Ertuğrul'un itirazlara cevap verirken kullandığı kaynakların başında Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler bulunuyor. Ertuğrul ayrıca çeşitli sufilerin eserlerini ve Batılı düşünürlerin yorumlarını da eserinde kullanıyor. 'Vahdet-i Vücûd ve İbnü'l-Arabî, İsmail Fenni Ertuğrul' isimli eseri Mustafa Kara, eski harflerden günümüze aktarıyor.

Vahdet-i Vücûd ve İbnü'l-Arabî, İsmail Fenni Ertuğrul, haz. Mustafa Kara, Dergâh, 2021

Osmanlı'nın son asrında devlet ve tekkeler

İslam tarihinde yöneticiler ile sufiler arasında genelde önemlice bir dayanışmanın olduğu gözlemlenir. Devlet-tekke ilişkilerinin şekillenişinde Osmanlı tarihini de genel İslam tarihinden ayrı düşünmemek gerekir. Hatta Osmanlı Devleti'nin özgünlüğünün tasavvufî geleneğin ve bizatihi sûfîlerin devletin kuruluşunda rol almaları olduğu iddia edilebilir. Elbette Osmanlı devleti kuruluşundan itibaren hemen her dönemde tekkeleri himaye siyaseti izlemiş ve hatta bu siyaset nesilden nesle de geçmiştir. Ancak Osmanlı devletinde de muteber tekkeler olduğu gibi, herhangi bir itibarı bulunmayan, hatta düşman kampa dahil edilenler de vardır. Mustafa Özsaray'ın kitabı döneme ışıktutuyor.

19. Yüzyıl Arşiv Belgeleri ışığında Osmanlı'da Devlet-Tekke İlişkileri, Mustafa Özsaray, İz, 2021

@uzakkoku