Farklı bir zaviyeden IKBY referandumu ve Irak okuması

Mihemed Jiyan / Yazar
25.11.2017

Irak’taki güçler dengesi halihazırda Şii bloğun lehine dönmüş gözükse de bunun sürdürülebilir bir durum olmadığını ifade etmek gerekiyor. Oldukça kırılgan siyasi zemine ve sürekli değişen güç dengelerine sahne olan Irak’ta istikrarın hakim olması küresel aktörlerin ve bölgesel güçlerin çıkarlarının uyuşmasına bağlı.


Farklı bir zaviyeden IKBY referandumu ve Irak okuması

Barzani Başkanlığındaki Irak-Kürdistan Bölgesi yönetimi tarihi bir karar aldı. Erbil yönetimine göre Sykes-Picot’dan 100 yıl sonra bölge dengelerinin yeniden değişmesiyle ortaya çıkan fırsat değerlendirilmeliydi. Kürtler, Haziran 2014’te başlayan DEAŞ savaşı ile Peşmerge tarafından alınan Irak Anaya-sası’nın 140. Maddesi çerçevesindeki tartışmalı bölgelerin kendilerine bırakılmayacağını düşünüyordu. Musul operasyonunun ardından, Telafer ve Havi-ce’nin de alınmasıyla Haşdi Şabi ve Irak ordusunun Peşmerge’ye yöneleceği de farklı çevreler tarafından yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştı. Görevi bırakan IKBY Başkanı Mesut Barzani, uluslararası güçlerin DEAŞ ile yaşanan savaşta Peşmerge ve Erbil yönetimine karşı gösterdikleri olumlu tavrın keskin bir şekilde tersine dönmeyeceği umudunu taşıyordu. Kürtler, DEAŞ ile olan savaş bitmeden tartışmalı bölgelerin durumunu de-facto olarak meşru bir zemine oturtmak için referandum yoluna gitti. Ancak bölgesel ve uluslararası dengeler Erbil’den yana olmadığı için sonuç bekledikleri gibi olmadı.

Mesut Barzani, tüm yetkileri Başbakan Neçirvan Barzani’ye devretti. Barzani IKBY Başkanı olmasa da KDP Başkanı olarak hala çok güçlü ve esas karar mercii. Son mülakatında ABD’nin kendilerine karşı Bağdat’a destek vermesi nedeniyle Washington ile ilişkilerini gözden geçireceklerini açıklarken Rusya’nın referanduma ilişkin tutumunun da oldukça “pozitif” olduğunu eklemeyi ihmal etmedi. Bu sözler yeni bir sürece girildiğine işaret ediyordu.

Kürtlerin hayal kırıklığı

Kürtler, Birinci Körfez Harbi’den sonra Baba Bush’tan Saddam’ı devirecek ve Kürdistan’ın bağımsızlığını garantileyecek son adımı beklemişti. An-cak bu olmamış ve 36. Paralel ile Kürtler kendi kaderlerine mahkum edilmişti. Kurulan parlamento ve Erbil ile Süleymaniye merkezli yönetimlerle 2003’e kadar kanlı bir süreç daha yaşandı.

ABD’nin maceracı valisi Paul Bremer ile yaşanan gerginliklerden ve 25 kişilik Geçici Yönetim Konseyi ile yapılan tartışmalardan sonra Kürtler Bağdat’a yeniden döndü ve Irak federalizm temelinde farklı bir devlet modeliyle yönetilmeye başladı.

Kürtlerin Irak’taki federalizm, otonomi ya da özerklik tecrübesi kısa olan Irak tarihi kadar eskidir. Yani İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra-ki işgali, Faysal’ı kral tayin etmesi, Süleymaniye bölgesinde Şeyh Mahmud Berzenci ile kısmı bir özerklik temelinde anlaşması, General Abdulkerim Kasım’ın darbesi, Arif kardeşlerin karşı darbesi ve ardından Saddam Hüseyin’in mutlak diktatörlüğüyle 10 Mart 1970’te imzalanıp 1974’te Kerkük nede-niyle bozulan otonomi anlaşmasına kadar Kürdistan bölgesi daima de-facto bir özerkliğe sahip olmuştur.

ABD’nin baskısıyla 2003’ten sonra Bağdat’la yeniden bir “ortaklık” denemesinde bulunan Kürtler, Maliki’nin mezhepçi ve güdümlü politikaları ne-ticesinde 2011’den itibaren ABD askerlerinin de çekilmesiyle Bağdat ile savaş durumuna gelmiştir.

Maliki’nin Kürtlere karşı kurduğu Dicle Operasyon Gücü ile bir sonuç alınamayınca ve bütçe kartı da Türkiye ile yapılan 50 yıllık enerji anlaşması nedeniyle boş çıkınca Barzani referandum meselesini yüksek sesle dillendirmeye başladı.

İşte tam bu süreçte DEAŞ denilen “kullanışlı terör örgütü” icad edildi. Ortaya çıktı demek Irak dinamikleriyle uyuşmadığı için buna bir senaryo gö-züyle bakmak komplovari bir yaklaşım olmayacaktır. DEAŞ savaşının Peşmerge cephesinde bitmesiyle bağımsızlık ve referandum konusunun yeniden gündeme gelmesi hiç garip değildi, çünkü hep ertelenen bir mevzu olmuştu. Barzani, referandum meselesinde “yüklendiği tarihi misyon”un gerçekleşmesi için ısrar etti. Çocukluk hayalim dediği ve dedelerinden, amcalarına, babasından kendisine miras olarak devredilen “davayı” neticeye kavuşturmayı arzuluyordu. Barzani, bu noktada idealist ve romantik olarak da nitelendiriliyor muhalifleri tarafından. ABD’nin nezdindeki Barzani imajı da “dik başlı Kürt lider” şeklindedir.

Bu yüzden 1975 yılındaki meşhur Cezayir Anlaşması’nın mimarı Henry Kissinger için “O benim düşmanım” diyen Barzani’nin, aynı duyguyu Ker-kük’ün mimarı ABD Başkanı’nın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk için taşıdığını söylemek abartı olmayacaktır.

Burada Irak Kürtlerinin yeni dönemde bir eksen kayması yaşayıp yaşamayacakları sorusu önem kazanacaktır. Rusya’nın enerji şirketi Rosneft ile ya-pılan petrol ve doğalgaz anlaşmaları ile Exxon Mobil’in IKBY petrolünden azalan payı, önümüzdeki süreçte atılacak adımların da temelini oluşturacaktır.

İbadi’nin geleceği

Diğer yandan Irak’ta Başbakan Haydar El İbadi’nin işi giderek zorlaşıyor ve etrafındaki çember de daralıyor. Musul’un tamamen DEAŞ’tan temiz-lenmesi, Kerkük’ün Kürt yönetiminden alınması, Telafer ve Havice operasyonlarının başarıyla neticelenmesi ve Suriye-Irak arasındaki Kaim Sınır Kapı-sı’nın kontrol edilmesi İbadi’nin elini güçlendirdiği gibi üstündeki baskıyı da artıracaktır. Bu arada Deyr ez Zor ve Rakka operasyonlarının da bitmiş olması İbadi’nin işinin kolay olmadığının bir göstergesi.

Ülkede sekiz  yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda oturan Kanun Devleti Bloğu Lideri Nuri El Maliki, 30 Nisan 2014’teki genel seçimlerde 328 sandalyenin 93’ünü alarak birinci grup olarak çıkmıştı. Bu seçimlerde blok olarak Kürtler 62, Sünniler ise 54 sandalye kazanmıştı.

Maliki seçimi kazanmasına rağmen DEAŞ’ın müessibi olarak kabul edildiği için Kürtler ve Sünnilerin kırmızı ışık yakması nedeniyle Şii mercilerin önerisi ve ABD ile İran’ın da arabuluculuğuyla Haydar El İbadi ismi üzerinde uzlaşı sağlanmıştı.

Maliki döneminde Irak’ın neredeyse yüzde 40’ına hakim olan DEAŞ, İbadi’nin başbakan olmasından sonraki süreçte peyderpey gerileyerek son kale-si olan Musul’u da kaybetti. Ardından Telafer, Havice ve Kaim gibi stratejik öneme sahip yerlerde de İbadi’nin ‘zaferleri’ne ‘zafer’ eklendi.

İbadi’nin liderliğindeki Irak, Musul, Kerkük ve Kaim zaferini ve görece olarak DEAŞ’ın bitişini ilan etmeye hazırlanıyor. Tabii bu arada IKBY’ye karşı tüm komşu ülkelerin desteğini arkasına alan ve büyük bir avantaj elde eden İbadi’nin karşısında duracak bir güç yok gibi görünüyor. Ancak bu ilanla birlikte İbadi, belki de kendi sonunu getiren süreci de başlatmış olacak. Çünkü İbadi’yi ayrıcalıklı kılan uzlaşmacı kişiliği, nispeten herkese eşit mesafede durmaya çalışan politikaları ve ortamı germeyen karakteristik yapısıydı.

İbadi, bu avantajları sayesinde Kürtler ve kısmen de Sünnileri yanına alarak DEAŞ ile savaşta fiziki üstünlük sağladı. Haşdi Şabi’nin resmi ve yasal bir güç olması, Şii kitlenin alanını giderek artırması ve Suriye sınırına dayanması ise DEAŞ ile savaşın aslında bilinen fakat dillendirilmeyen cihetini oluşturuyordu. Hali hazırda Haşdi Şabi, Suriye’ye geçmek, tüm Sünni bölgelere mutlak olarak hakim olmak ve DEAŞ ile savaşı daha ileri bir “rövanşa” çevirmek için İbadi’nin desteğini ve tabii ki iznini talep etmektedir. İbadi’nin mezhepçi ve vekaletçi olmadığı ifade ediliyor. Şu ana kadarki politikalar da bunu destekler mahiyette. Ancak, İbadi’nin oturduğu koltuk seçimle kazanılmış bir makam değil. Şii mercilerin icazetiyle elde edilmiş geçici bir yetki Başbakanlık.

Maliki, alttan alta diş biliyor ve o koltuğu yeniden ele geçirmek için farklı manevralar yapıyor. Şayet İran gerilimin çıkarına olacağına kanaat getirirse İbadi’nin oradan inmesi anlık bir mesele. Bu süreçte tüm dikkatler Musul’daki DEAŞ sonrası tabloya ve Rakka’nın DEAŞ’tan alınmasından sonraki Suriye’nin kuzey doğusundaki güç çekişmesine yoğunlaşmış durumda. ABD’nin desteğindeki PKK ile Rusya’nın desteğindeki Haşdi Şabi, Hizbullah, Fatimiyyun ve Zeynebiyyun gibi misyon örgütleri bölgedeki hakimiyet için mücadele veriyor.

İbadi Kürtlere yanaşabilir

IKBY’nin bağımsızlık referandumu da bu bağlamda değerlendirilecek olursa, İbadi ve İran’ın hesapları ile ABD ve Barzani’nin hesapları işin rengi-ni tayin edecek. Bölgesel güçlerden Suudi Arabistan’ın Kürtlere destek vermesi beklenirken Kerkük “zaferi”nin ardından İbadi’yi ilk arayan ismin Kral Selman Bin Abdulaziz’in olması ve Irak Başbakanı’nın Riyad’a davet edilmesi sürpriz bir gelişmeydi. Buradan ABD, İngiltere ve dolayısıyla Riyad’ın İbadi’yi İran’a kaptırmamaya ve Maliki’ye karşı elini güçlendirmeye çalıştıkları sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim birkaç gün önce İbadi, Mayıs 2018 Irak genel seçimlerine kendi listesiyle gireceğini açıkladı. Maliki ve onun grubundan bağımsızlığını ilan eden İbadi’nin nasıl bir muameleyle karşılaşacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.

İbadi, Kerkük öncesi süreçte mümkün olduğu kadar Barzani ve Kürtler ile arasını iyi tutuyordu, çünkü o ilişkilerin bir nevi kendisinin de sigortası olduğunu biliyor. İbadi Barzani ile iyi ilişkiler geliştirmeseydi, Irak askeri, güneyden kuzeydoğuya ve kuzeye geçemeyecek ve Musul operasyonunu başlatamayacaktı. Yani İbadi “Musul Fatihi” olmasını Barzani’ye borçluydu.

Maliki’nin yeniden Başbakan olmasını Irak’ın kesin bölünmesi ve parçalanması olarak tavsif eden Kürtler ve Sünnilerin Maliki’ye razı olmaması neticesinde İran ve yayılma yanlısı Şii aktörler İbadi’yi cebren kabul etmişti. Yeni süreçte kalben tercih edeceklerini söylemek zor. Haşdi Şabi’yi mümkün olduğu kadar kent merkezlerinin dışında tutmaya çalışan ve inisiyatifin onlara geçmemesi için büyük çaba gösteren İbadi’nin bu “imkanı”nı nereye kadar sürdüreceğini kestirmek güç. Haşdi Şabi’nin ABD ya da DEAŞ karşıtı koalisyon ile işi bittiğinde İbadi iktidarının da çatırdamaya başlaması uzak bir ihtimal değildir. Uzak olmayan bir gelecek de İbadi’nin Haşdi Şabi’yi dengelemek için IKBY yönetimi ve dolayısıyla Peşmerge’nin elini güçlendirmek isteyebileceğini de düşünmek mümkündür.

Irak’taki güçler dengesi halihazırda Şii bloğun lehine dönmüş gözükse de bunun sürdürülebilir bir durum olmadığını ifade etmek gerekiyor. Oldukça kırılgan siyasi zemine ve sürekli değişen güç dengelerine sahne olan Irak’ta istikrarın hakim olması küresel aktörlerin ve bölgesel güçlerin çıkarlarının uyuşmasına bağlı. Bu olmadığı sürece Sünni bölgeler ve IKBY ile merkezi yönetim arasındaki tartışmalı bölgelerde kentlerin el değiştirmesi, göçlerin yaşanması ve yeni örgütlerin ortaya çıkması olasılıklar arasındadır.

Bağdat ve Erbil merkezli eksen kaymaları Irak’ın kaderini önemli ölçüde etkileyecektir. ABD’nin İbadi’den umduğunu bulamaması durumunda Bağdat’ı zayıflatma yoluna gitmesi her an için masada olan bir seçenektir. DEAŞ savaşının bitmesiyle Haşdi Şabi’ye ihtiyaç kalmayacağı için ABD’nin tasfiye yönünde yapacağı baskılar, Tahran’ın da Irak’a askeri işleri Haşdi Şabi’ye bırak baskısını beraberinde getirecektir. Mayıs 2018 Irak genel seçimleri-ne kadar Erbil mevcut statüsünü ve gücünü koruyabilirse ABD’den “yeni Irak” için farklı güvenceler talep edecektir. Hali hazırda tüm hesaplar Mayıs 2018’e endeksli. İbadi, Kürtlere karşı yürüttüğü bu sert siyaseti o tarihe kadar götürüp götüremeyeceği de ayrı bir tartışma konusu olarak duruyor.

[email protected]