Fatih tablosu ve kültürler arası etkileşim meselesi

Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Uludağ Üniversitesi
10.07.2020

Perspektif, yani Batı'nın görme biçimi zaman içinde diğer toplumlara da dayatılmıştır. Misyonerler, Doğu toplumlarında Batı gibi görme, Batılı bakış açısını edinme üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu kontekstte perspektifin sömürgeleştirme aracı olarak kullanıldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Arthur Lovejoy'un meşhur “Büyük Varlık Zinciri”nde Batı toplumları zincirin en üst halkalarına yerleştirilirken Doğu toplumları, hele de Afrikalılar en alta yerleştirilir. Netice olarak bu bir sömürgecilik ideolojisidir ve bu ideoloji Doğu toplumlarının elitlerini ve entelektüellerini bile etkisi altına almıştır. Bu elitler, ülkelerini Batı'ya benzetmek, modernleştirmek için var güçleriyle savaşırlar ve gerekirse halklarının, dillerini, dinlerini, geleneklerini yasaklarlar.


Fatih tablosu ve kültürler arası etkileşim meselesi

Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Uludağ Üniversitesi

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, Londra’da bir müzayedede satışa çıkan ve ünlü ressam Gentile Bellini’ye ait olduğu ileri sürülen bir tablo 770 bin sterline satın alınmıştı. Tablo Fatih Sultan Mehmet’in üç orijinal tablosundan birisi sayılıyordu ve satın alınışıyla ülkemizde bazı tartışmalara da sebep oldu. Tarihçi Murat Bardakçı tablonun orijinal olmadığını ve hiçbir şekilde Bellini’ye ait olamayacağını şu sözlerle dile getirdi: “Şimdi, Londra’daki müzayededen satın alınan tablo konusunda elde mevcut olan ‘doğru’ bilgileri nakledeyim: Tablonun kimin eseri olduğu meçhuldür, Gentile Bellini’nin atölyesinde yapılıp yapılmadığı konusunda bile bilgi yoktur, kurulan bağlantılar sadece söylentilerden ibarettir. Kaldı ki, Bellini gibi tablolarının birçoğu asırlar önce bir yangında yok olan ve şu anda elde az sayıda eseri bulunan Rönesans döneminin önemli ressamına aidiyeti kesin şekilde bilinen bir tabloya birkaç yüz bin pound değer biçilmesi mümkün değildir; Bellini’ye ait bir eser milyonlarca, hattâ yüz milyonlarca pounda satılır.” Tabloyla ilgili tartışmalar elbette Bardakçı’nın başlattığı tartışmalarla sınırlı kalmadı, para olmadığını söyleyerek yol yapmayan İBB Başkanı İmamoğlu’nun bir tabloya yüksek fiyatta ödeme yapması da ayrıca başka tartışmalara sebep oldu ve muhafazakar kesimin tepkisini çekti.

Perspektifin kökeni

Ben bu tartışmalara girmek, onları bir çözüme bağlamak yerine Batı’nın resim sanatının kökleri ve kültüler arası etkileşim üzerine bu yazıda birkaç değerlendirme yapmak istiyorum. (Şahsi fikrim, ülkemize hakiki bir sanat eserinin kazandırılmasının olumlu bir girişim olduğu yönünde. Tabii tablo sahte değil, hakikiyse! Sonuçta Roma imparatorunun değil, Fatih’in portresi satın alınıyor. Ecdadımızdan bir portre. Bu kadar parayı dökmeden önce İstanbul Büyük Şehir Belediyesi yetkilileri umarım tablonun orjinalliği hakkında ciddi bir araştırma yapmıştır. Eğer tablo Belli’ninin değilse kimin olduğu araştırılır öyle koleksiyona dahil edilebilir. Elektronik bir alet alırken bile yüz ayrı siteye bakıp bir sürü kişiye danışıyoruz. Resim işinin de uzmanları var.) Zira tablonun satın alınmasına tepki gösteren muhafazakar kesimdeki bazı tartışmalar resmin tamamen ‘gavur işi’ olduğuyla ve satın alınmaması gerektiğiyle alakalıydı. Ben elbette böyle teolojik bir tartışmaya girmeyi düşünmüyorum. Ancak bu konudaki bazı tarihsel ve sosyolojik anekdotları paylaşmakta fayda var. Bu türden yaklaşımlar Batı ve Doğu’nun birbirinden dikotomik, yani dışlayıcı bir şekilde ayrıldığı varsayımıyla ilişkilidir.

Büyük ölçüde Batı kültürüne ait olduğu kabul edilen resim aslında en temelde ‘perspektif’ meselesine dayanır. Literatürde perspektifin Rönesans’ın büyük şehri Floransa’da icat edildiği sık sık söylenir. Nitekim ne Batı yalnızca Batıdır ne de Doğu yalnızca Doğudur. Kültürler arası sıkı bir etkileşim söz konusudur ve bir teze göre perspektif sanatı aslında Arap kökenli bir teoriye dayanmaktadır. Bu teori, görme ışınları ve ışığın geometrisinin matematik teorisine dayanmaktadır. (Bu konuda yazılmış ve bu yazıda da ara ara zikredeceğim şahane bir eseri tavsiye etmek isterim: Hans Belting, Floransa ve Bağdat: Doğu’da ve Batı’da Bakışın Tarihi, çev. Zehra Aksu Yılmazer, Koç Üniversitesi Yayınları, 2017)

Arap görme teorisi

Belting’e göre Arap kültürünün Batı kültürünü etkilemesi yalnızca bir tercüme meselesi değildir. Bu tercüme inanışına göre Avrupa Yunan edebiyatı ve felsefesiyle Arapça çevriler vasıtasıyla tanışmıştır. Arapların tarihsel rolü bu inanışla yalnızca bir vasıtaya indirgenmiş oluyor; yani çeviri faaliyetine. Halbuki Arap bilim adamlarının buluşları Avrupa’yı derinden etkilemiştir. Belting’e göre özellikle İbnü’l-Heysem, antikçağ optiğini geliştirerek Arap kültürünün yalnızca çeviri kültürüne indirgenemeyeceğini ispat etmiştir. Arap görme teorisi Batı’da oldukça farklı bir anlama ve yoruma bürünerek –perspektifin ortaya çıkışıyla - bugünkü tabloların ortaya çıkmasına sebep oldu. Kopernikus gibi bilim adamlarının da bu Arapça metinlerden haberdar olduğu bilinmektedir. İbnü’l-Heysem sadece görme teorisini geliştirmekle kalmamış, Camera obscura’yı da icat etmiştir. (a.g.e, s.12-14)

Öznenin bakışı

Huntington’dan bu yana kültürler arası çatışma ya da medeniyetler arası çatışma tartışmaları sosyal bilimcileri uzun yıllar meşgul etti. Bununla birlikte İbnü’l-Heysem gibi tarihi şahsiyetler bu çatışma tezini çürütür. Medeniyet farklı kültürlerin etkileşimiyle bir arada olma, yan yana var olma, kültürler arası diyalog anlamına gelir. Batı ve Doğu ayrımı ise ideolojik bir tasniftir. Bu ideolojik tasnif, Batı’nın kendi kimliğini araştırmaya başlamasıyla, kendisinin kim olduğunu sorarak, “öteki”, yani Doğu üzerinden tarif etmesiyle başlamıştır. Bu kontekstte söz konusu ayrımın sömürgecilikle ortaya tam olarak çıktığını söyleyebiliriz. Doğu Batı’nın ötekisidir. Doğu toplumları ileri Batı toplumlarına göre az gelişmiş ya da gelişmemiş toplumlardır. Arthur Lovejoy’un meşhur “Büyük Varlık Zinciri”nde Batı toplumları zincirin en üst halkalarına yerleştirilirken Doğu toplumları, hele de Afrikalılar en alta yerleştirilir. Netice olarak bu bir sömürgecilik ideolojisidir ve söz konusu ideoloji Doğu toplumlarının elitlerini ve entelektüellerini bile etkisi altına almıştır. Bu elitler, ülkelerini Batı’ya benzetmek, modernleştirmek için var güçleriyle savaşırlar ve gerekirse halklarının, dillerini, dinlerini, geleneklerini yasaklarlar.

Resim meselesine dönecek olursak, resmin ve resmin dayandığı perspektifin kökenindeki Arap etkisini yukarıda belirtmiştik. Arap görme teorisi Batı’nın resim teorisine dönüşürken, Belting, “geometrik perspektifin Rönesans’ta icat edilişi bir efsanedir” der. Bununla birlikte ona göre, “ışığın yasaları Arap görme teorisinin bir mevzusuydu, ama bakışın ölçüldüğü bir optik imge ancak Batı teorisiyle tasvir edilebildi.” Yani Batılılar Arap teorisini dönüştürerek perspektifi yarattılar ve bu aslında ‘öznenin bakışı’ olarak perspektifti. Resimler artık kişisel bakışla değerlendirilmeye başlandığında bu aynı zamanda Batı’da mevcut statüko ve otoriteye öznenin bir meydan okuması anlamına da geliyordu. Özne/ler isterse statükonun bakışına karşı çıkabilirdi.

Kökenindeki teoriyi Araplar bulduğu halde Doğuda aynı teori Batı’da olduğu gibi bir perspektif meselesine, ‘öznenin bakışı’ meselesine dönüşmemişti. Bunun en önemli sebebi Batı ve Doğu toplumları arasındaki mevcut kültürel farktır. Geçmişte Arap kültürü, kamusal alanda resmi Batı kültürü gibi serbest bırakmamış, kopye etmeye kalkmamış ve ona karşı mesafeli olmuştur. Bunun en önemli nedeni Arap kültüründe asıl görmenin içsel duygularla ilgili oluşu ve hayal gücünü koruma isteğidir. Belting bu durumu şöyle belirtiyor: “Arap kültürü, hayal gücünü duyulardan korumak istediği zaman dış dünyanın görsel cazibelerinden kaçar. İçsel resimlerin insan eliyle yapılmış birebir tasviri ancak put olabilirdi, çünkü sahte bir resimden başka bir şey değildi. Göz bütünsel imgeler göremez, noktasal ‘optik biçimlerin’ görsel cazibesiyle resimlere hammadde sağlayabilirdi sadece. Bu nedenle perspektif tekniğine göre yapılmış resimlerin Arap dünyasında put olarak algılanması kaçınılmazdı. Bu resimler ne içinde yaşadığımız canlı kainatla ne de insan doğasının bir sırrı olan içsel imge üretimiyle boy ölçüşebilirdi.” (a.g.e, s. 38) Doğu kültüründe ‘bakış’, ‘göz’ tehlikeli olarak anlaşılır. Söz gelimi nazar, nazar etme, kem göz gibi deyimler bu yaklaşım tarzının ürünüdür. Bu kontekstte Doğu kültüründe resimden ziyade süsleme, bezeme sanatının geliştiğini söyleyebiliriz. Çünkü Doğu’da sözün itibarı Batı’daki gibi düşmemişti. Batı dünyası sözün anlam dünyasını terk edip zamanla imajların egemenliğine girmiştir. Bu anlamda modernite süreci bir nihilistleşme, anlam yitimi sürecidir. Heidegger, “kulağımız en ontolojik organımızdır” der. Duyduğumuz, dinlediğimiz şeyler maneviyatımıza, duygu ve anlam dünyamıza hitap eder. Tanrı’nın sözünü görmeyiz dinleriz. Bu konuda harikulade bir kitabı Hüsamettin Arslan hocam Türkçe’ye kazandırmıştır. Bu kitap, Jacques Ellul’un Sözün Düşüşü adlı kitabıdır. (Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2004)

Batı kültüründe ise bakışın, perspektifin özellikle resim sanatıyla ön plana geçtiğini, zaman içinde perspektifin küreselleştiğini söyleyebiliriz. Hıristiyanlık’ta dinsel imajların yoğunluğu ve egemenliği bu durumu teşvik etmiştir. Yine Jack Ellul, bu durumu “Sözün aşağılanışı” ve “gözün yüceltilmesi” olarak değerlendirir. Tv, sosyal medya vb ile küreselleşen perspektif, küresel imajlar ve imgeler bugün evlerimize kadar girmiştir. Perspektif, yani Batı’nın görme biçimi zaman içinde diğer toplumlara da dayatılmıştır. Misyonerler, Doğu toplumlarında Batı gibi görme, Batılı bakış açısını edinme üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu kontekstte perspektifin sömürgeleştirme aracı olarak kullanıldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Uygarlığa iz bırakmak

Bütün bu söylediklerime rağmen resme karşı olmak gerektiğini, onun yasaklanması ve resim sanatının öğretilmemesi gerektiğini bu çağda düşünemem. Rakibinin silahlarını yasaklayarak rakibinle mücadele edemezsin. Resimlerle ilgili bir takım yasaklar devam etse de, Osmanlı İmparatorluğu’nda da 19. Yüzyılda bu direnç ortadan kalkmıştır. Padişahların portrelerini yaptırdıkları zaten görülmektedir. Resim sanatı için düşüncem Batı’yı bu konuda sadece kopyalamak değil, kendi özgün sanatımızı geliştirmemiz istikametindedir. Bazı sanatçılarımız bunu yalnızca resimde değil, müzik ve diğer sanatlarda da çok iyi başarıyorlar. Yapılması gereken şey, beylik gavur icadı muhabbetini bırakıp sanatı bu yönde daha fazla desteklemek ve uygarlığa daha kalıcı izler bırakmaktır.

[email protected]