Federasyon neden çözüm olamaz?

Doç. Dr. AHMET YILDIZ/Siyaset Bilimci
6.10.2012

Türk-Kürt federasyonu tezi ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi “kutsal” bir hakkı öne çıkarırken, diğer bir “kutsal” hakkı, devletlerin egemenliklerinin ve topraklarının bölünmezliği hakkını göz ardı etmektedir.


Federasyon neden çözüm olamaz?

Turgut Özal’dan bu yana Türkiye siyasi gündemine zaman zaman giren ve Kürt meselesinin çözümünde bir seçenek olarak sunulan federasyon tezi, hem PKK, hem de PKK çizgisinde olmayan, HAK-PAR gibi, siyasi oluşumlar tarafından dile getirilmektedir. Son olarak, Türkiye Değişim Hareketi Genel Sekreteri Hasan Aydın’ın “Bir Kere Daha Kürt Politikası” isimli yazısını Sabah gazetesindeki köşesine taşıyan Mahmut Övür, Türkiye Birleşik Devletleri tezini bu çizgi üzerinden dillendirdi.

Kürt meselesinin çözümünde federasyon seçeneğinin tartışılması, demokratik siyasi kültürün gelişmesi açısından önemli bir merhaleyi işaretlemektedir. Bununla birlikte, federasyon önerisine dayalı yaklaşımların esas itibariyle ideolojik-normatif bir zemine dayandığı, pozitif-ampirik haklılaştırma düzeyinin son derece zayıf kaldığı ileri sürülebilir. Bu tartışmalarda, federasyonun neye tekabül ettiğinin esasında tam olarak bilinmediği, idari adem-i merkeziyetçilikle siyasi adem-i merkeziyetçilik politikalarının birbirine karıştırıldığı, bir taraftan yerel yönetimler eliyle gerçekleşecek bir adem-i merkeziyetçilikten bahsedilirken, ki bu üniter devlet içinde federal ilkenin hayata geçirilebilen tezahürlerinden biridir, diğer taraftan egemenlik paylaşımını zorunlu kılan federasyonun telaffuz edildiği görülmektedir. Oysa bunlar doğurdukları sonuçlar ve uygulanabilme kabiliyetleri açısından birbirlerinden oldukça farklı politikalardır.

Federasyonun kurucu unsurları

Selahattin Demirtaş, Osman Baydemir ve Altan Tan gibi Kürt milliyetçi seçkinlerinin, Kürt meselesi üzerinden siyasallaşma düzeyi, “arzu edilen” ile “mümkün olan”ı özdeşleştirmelerine yol açmakta, bu da uygulanabilir çözümler yerine kategorik çatışma alanlarını beslemektedir.  Oysa özellikle İsviçre ve İspanya örneklerinde de gördüğümüz gibi, siyasi seçkinlerin tutumları etnik anlaşmazlıkların çözümünde kilit rol oynayabilmektedir. Federasyon tartışmalarında temel soru, kanaatimce şu olmalıdır: Türkiye’de bir Türk-Kürt federasyonunu mümkün kılacak şartlar var mıdır ya da bu şartların vücuda getirilmesi mümkün müdür?

 Öncelikle, bir federasyonun iki ya da üç kurucu birimden oluşması, daha işin başında federasyonu işlemez kılar. Kurucu birimlerin egemen birimler olduğunu hatırladığımızda, karşılıklı restleşmenin ya da ikiye bir durumlarının ortaya çıkmaması için bir federasyonun çok sayıda kurucu birime ihtiyacı vardır. Kanada’da on, İsviçre’de yirmi altı kurucu birim, İspanya’da on yedi özerk bölge vardır. Türkiye’de etnik temelde birden fazla Türk  ve Kürt kurucu birimi oluşturulması hiç de kolay gözükmemektedir.

Federasyonlar bir tür karşılıklı sözleşmeye dayandığı için, federal bir birlik için tarafların rızası şarttır. Rızaya dayalı  olmayan federasyonlar kalıcı olamamıştır. Irak’taki mevcut durum da, bunun bir örneği konumundadır. Şiddet ortamında ise demokratik rızanın ortaya çıkması mümkün değildir. Halk katında, öldürülen her asker ve polis cenazesi, aslında en azından Kürt halkının bir bölümü için buna öldürülen PKK’lıları da eklemek gerekir, bir federasyonun kurulabilmesi için olmazsa olmaz bir şart olan “birlik-federasyon ruhu”nu biraz daha imkansız kılmaktadır. Sadece birlik ruhunun olmayışı bile Türk-Kürt federasyonunu imkansız kılmaya yeter bir durumdur.

Rızaya dayalı birlik iradesini esas almadan oluşturulacak bir birliğin sağlam temellere yaslanmayacağı, daha çok bağımsız bir Kürt devletine giden yolun taşlarını döşeyeceği söylenebilir. Zira,  önce ayrılma, sonra birleşme şeklinde ortaya çıkacak bir federatif yapılanmanın birlik ruhunu bir üst kimlik olarak yaşatması mümkün görünmemektedir. Türkiye’de bayrak ve milli marş gibi sembollere atfedilen kutsallık, böyle bir sürecin başlamasını bile imkansız kılacak kadar güçlüdür.

Bölgesel eşitsizlikler

Bir federasyonun var olabilmesi için gerekli şartlardan biri de,  kurucu birimlerin büyüklükleri ve güçleri arasında bir dengenin bulunmasıdır. Mutasavver  Türk-Kürt federasyonunda ise, kurucu birimlerin tanımlanması probleminin yanı sıra, tarafların büyüklük ve güçleri arasında kapatılamayacak farklar vardır. Eğitim, istihdam, yoksulluk ve üretim verileri, Kürt nüfusu açısından kolay kapatılamayacak olumsuzluklar içermektedir. Terör ve işsizlik sebebiyle, Kürt nüfusun iç göç oranı da çok yüksek seyretmekte, Kürtlerin bölgesel dağılımı da bundan etkilenmektedir. 2008 tarihli KONDA Araştırmasına göre, Kürtlerin yüzde 66’sı Kuzeydoğu, Ortadoğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, yüzde 34’ü ise tüm ülkeye dağılmış olarak yaşamaktadır. Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgesi dışında Kürt nüfusun en fazla yaşadığı şehir İstanbul’dur. İstanbul nüfusunun yüzde 14,8’i (yaklaşık 1,9 milyon) Kürtlerden oluşmaktadır. Bu durum, Kürtlerin önemli bir kesiminin Batı bölgelerinde yaşadığını, Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgesinde de azımsanmayacak oranda -yaklaşık yüzde 40- etnik köken bakımından kendisini Kürt olarak görmeyen insanın yaşadığını ortaya koymaktadır. İlginç bir bulgu da, Türkler ve Kürtler arasında gerçekleşen evliliklerin, nüfusun yüzde 3.7’sine tekabül etmesidir. Yani, birbirleriyle akraba olan  Türkler ve Kürtlerin sayısı 2 milyon 600 bindir.

Çoğunluğun kayıpları

Bu durumdan çıkan sonuç, federal birliktelikten “çoğunluk tarafı”nın somut faydalar elde etmek bir yana, ciddi ekonomik kayıplara uğrayacağıdır. Şu anda bile, Doğu-Güneydoğu bölgesinden diğer bölgelere kıyasla çok daha az vergi alınırken, buna karşılık, bu vergi ile oranlanamayacak büyüklükte bir kaynak aktarımı yapılırken,  bu ekonomik çevre-merkez ilişkisinin federal bir yapı içinde çok daha çetrefil bir hal alacağı açıktır. Federal yapılara kıyasla merkezden kaynak aktarımının çok daha kolay olduğu üniter bir sistem içinde bile ciddi problemler yaşanırken, federal bir yapı  içinde bunun çok daha vahim boyutlara ulaşacağı söylenebilir. Bölgedeki barajlardan elde edilen elektrik ve çıkarılan petrolün ekonomik değeri de, bu gelişmişlik farkını ortadan kaldırabilecek bir niteliğe sahip değildir. “Türk tarafı” için ayrılık seçeneği, ampirik olarak, federasyondan daha avantajlı ve kabul edilebilir bir seçenektir.

Siyasi kültür ve yerel demokrasi geleneği de federasyonların gerçekleşmesi için gerekli ön şartlardan biridir. Türkiye’de güçlü  merkeziyetçi devlet geleneğinden dolayı yerel demokrasi tecrübesinden bahsetmek güçtür. Her iki kesimde de uzlaşma ve farklılaşmaya dayalı sosyal davranış kalıpları gelişkin değildir. Bu da tavize ve uzlaşmaya dayalı demokratik kültür açısından ciddi bir handikaptır. Nihayet, Türkiye’nin Kürt meselesinin uluslararası boyutları da vardır. Kürtlerin Türkiye, Irak, Suriye ve İran’a dağılmış olması, konuyu uluslararasılaştırmakta ve Orta Doğu’daki güç dengelerinin bir parçası haline getirmektedir. Saddam sonrası Irak’ın Kuzeyindeki Federe Kürt Yönetimi, Türkiye’yi Kürt milliyetçi dinamikleri konusunda çok daha hassas hale getirmiş bulunmaktadır. PKK’nın bu bölgeyi lojistik karargah olarak kullanmaya devam etmesi de, meseleyi sürekli bir güvenlik parantezi içinde tutmaktadır. Buna Suriye’deki gelişmelerden dolayı İran ve Suriye’nin değişen siyasi pozisyonları da eklendiğinde, güvenlik parantezi kapatılmadan yani PKK’nin en azından eylemsizlik haline geçmesi sağlanmadan, demokratik siyasetin dinamiklerinin devreye sokulması hiç de kolay değildir.

İyi niyet, irade ve rıza...

Toparlarsak, federal bir birlik oluşturmak için ne Türk ne de Kürt tarafında yeterli iyi niyet, irade ve rıza vardır. Türk-Kürt federasyonu tarihi ve sosyolojik temellerden yoksun olduğu için ancak “siyasi mühendislik” eseri olarak vücuda getirilebilir. Oysa ortada ne böyle bir siyasi mühendisliği gerçekleştirebilecek siyasi bir irade, ne de siyasi bir güç vardır. Ekonomik açıdan federasyonun işleyebilmesi mümkün değildir; çünkü bu Batı’dan Doğu’ya sürekli kaynak transferini gerektirir. Üniter yapının bozulması bunu engelleyeceği için taraflar arasında ciddi bir güven bunalımı ortaya çıkacaktır. Siyasi bakımdan, böyle bir federasyon eğer iki veya üç  kurucu birimden oluşturulursa, karar verme sürecinde sürekli tıkanıklıkları ve ikiye bir ya da benzeri şekilde tezahür edecek güç ittifaklarını ortaya çıkarır. Nihayet, Kürtlerin Türk toplumuyla ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan yaşadığı entegrasyonun ulaştığı boyut ve Kürtlerin sürekli olarak Batı bölgelerindeki illere yönelen göçü, federasyonun Kürt bölgesi için coğrafi bir zemin tayinini belirsizleştirmekte, en azından çok fazla sayıda insanın muhtemelen zor kullanılarak geriye göçünü gerekli kılabilecektir. Bunun insani maliyeti ise kabul edilemez düzeydedir. Pakistan-Hindistan ayrışmasında yaşanan katliamlar, iyinin habercisi değildir. Türk-Kürt federasyonu tezi ulusların kendi kaderini tayin hakkı  gibi “kutsal” bir hakkı öne çıkarırken, diğer bir “kutsal” hakkı, devletlerin egemenliklerinin ve topraklarının bölünmezliği hakkını göz ardı etmektedir. Her iki “kutsal” hak da ulusçu öncüllerden hareketle oluşturulmuştur. Bu sebeple, görünürde ulus devlete karşı bir alternatif gibi görünürken, gerçekte Türkiye örneğinde federasyon tezi “her ulus için bir devlet” şiarını kutsamaktadır. Oysa esas olarak kabul edilmesi gereken, federal bir birlik içinde bağımsız bir devletin kurulmasını sağlamak değil, fakat yalnızca bağımsızlıkla sağlanabileceği varsayılan hedeflerin karşılıklı çıkarlar ve demokratik eşitlik temelinde aranmasıdır.

[email protected]