Fel Yaskut Ennizam!

0
17.08.2013

Mısır’da insanlık öldü, dünya sustu! Evrensel hukuki metinler, uluslararası kurumlar çöktü çürüdü ve asıl şimdi “yıkılsın bu düzen” dedirtti. Mısır’da katliamı yapan kim? Destekleyen kim? Sponse eden kim? Katliama izin veren kim? Katliamı mümkün kılan ne? Katliama karşı çıkan kim? Türkiye’nin vicdan sahibi 13 akademisyeni Mısır’daki katliamı uluslararası hukuk, uluslararası politika, uluslararası ilişkiler teorileri, Mısır iç politikası ve dini açıdan değerlendirdi.


Fel Yaskut  Ennizam!

KATLİAMI YAPAN KİMLER?


Askeri darbeden sonra darbeciler üç farklı zamanda barışçıl halk kitlelerine karşı güç kullanmış ve büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Bilanço: 8 Temmuz’da 50’den fazla ölü, 300’den fazla yaralı; 27 Temmuz’da 300’den fazla ölü, binlerce yaralı; 14 Ağustos’ta ise binlerce ölü ve on binden fazla yaralı. 

Dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen bu katliamlar ordu, polis ve Baltacılar marifetiyle yapılmıştır. Katliamlarda en çok ön plana çıkan kurum polistir. Mübarek sonrasında ağırlığını kaybeden polis, sert müdahalelerle eski gücünü bulmaya çalışmaktadır. Askerlerin doğrudan ve dolaylı desteği ve himayesinde hareket ederek “ordu devletinin” en önemli destekçisi olmuştur. Mısır ordusu on yıllardır despot liderlerin emri altında ve onların iktidarının bekçiliğini yapmakta. 

Dış tehditlere karşı ulusal güvenliği sağlamaktan ziyade halktan gelen “tehditlere” karşı stratejiler geliştirmektedir. 

Ordu iç siyasi aktör 

Gücünü de daha çok halka karşı kullanmakta ve içe dönük kahramanlık gösterisinde bulunmaktadır. Daha çok bir iç siyaset aktörü olan Mısır ordusu sadece siyasette değil, aynı zamanda ekonomik alanda da en önemli aktör olarak ön plana çıkmaktadır. Ordunun konumu değişmeden Mısır devleti de değişmez.  

Katliamı yapan üçüncü grup olan Baltacılar ise ordu ve polise destek veren eski rejim yanlısı, küçük ölçekli suç çeteleri ve terör gruplarıdır. İlk kez Ocak 2011’de Mübarek karşıtı göstericilere at ve develerle saldıran bu gruplar, daha çok uyuşturucu kullanan, evsiz, ailesiz, fakir, eski mahkum ve varoşlarda ikamet 

eden gençlerden oluşmaktadır. Bu suç grupları, polisin himayesi altında hareket etmekte ve eski rejim destekçisi zenginler tarafından desteklenmektedirler.

Prof. Dr. Muhittin Ataman - SETA

KATLİAMI DESTEKLEYENLER KİMLER?

BATININ bu kendi değerlerine ihanet eden politika tarzı ilk defa karşımıza çıkmıyor. Uluslararası hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirilen darbelere, katliamlara ve suikastlara ABD ve diğer önde gelen Batılı ülkelerin destek verdiklerine ya da bu tür eylemleri bizzat yaptıklarına defalarca şahit olduğumuz için Mısır konusundaki tavırları da çok şaşırtıcı gelmiyor. 

Ancak dünya nüfusunun dörtte birinden fazlasını oluşturan Müslüman dünyaya karşı hala sağlıklı bir tavır geliştirememelerinin, bu dünyanın kendi seçtiği temsilciler eliyle kendisini yönetmesini bir tehdit olarak algılayıp İslam ülkelerindeki siyasal süreçlere despotik yönetimlere destek vermek suretiyle müdahale etmeye devam etmelerinin hem İslam dünyasına hem de dünyanın diğer bölgelerine zarar verecek gelişmelere yol açacağını bilmek üzüntü veriyor.

Batı’nın algı bozukluğu

Batı dünyasının “İslamofobi” ya da başka algı bozuklukları nedeniyle hala daha İslam dünyasını kendi istediği gibi dizayn etmeye çalışması ve bu politika çerçevesinde halkını acımasızca katleden darbecilerle işbirliği yapmayı sürdürmesi, Huntington’un medeniyetler çatışması tezine hizmet eden bir tavır olarak karşımıza çıkıyor ve farklı medeniyetlere sahip olsalar da insanların barış içerisinde birarada yaşayabileceği yönündeki ümitleri ortadan kaldırıyor.

Kahire Üniversitesi’ndeki konuşmasında İslam dünyasına çok olumlu mesajlar veren Obama gibi bir başkan döneminde bile ABD’nin Mısır’daki darbeye destek vermesi ve halkını acımasızca katleden darbecilere yapılan Amerikan yardımlarının durdurulacağını açıklamaması bu ümitsizliği iyice artırıyor.

Prof. Dr. Kemal İnat - Sakarya Üniversitesi

MISIR DARBESİ VE KATLİAMLARIN TUNUS VE LİBYA’YA OLASI ETKİLERİ

Mısır darbesi ve ardından yaşanan katliam Tunus ile Libya’yı nasıl etkileyecektir? Arap Baharı’nın beşiği olan Tunus ile Mısır arasında önemli benzerlik ve farklılıklar var. İki ülkede İslamcılar ve laikler arasında ciddi bir kutuplaşma yaşanmaktadır. Bu kutuplaşma özellikle Selefi hareketlerin ve El-Kaide 

bağlantılı grupların laik gruplara saldırısıyla daha da artmaktadır. Bir yıl içinde iki tane laik figür (Mohammed Brahmi ve Chokri Belaid) siyasi cinayete kurban gitmiştir. Ayrıca, devrime yol açan temel sorunlar devam ettiği için Hükümet’e yönelik kızgınlıklar Mısır’daki gibi sürmektedir. 

Diyalog dersi çıkacaktır

 

Ancak, iki ülke arasında ciddi farklılık da görülüyor. El-Nahda ile İhvan’ın tarzları birbirinden farklıdır. Hapse atmak yerine Bin Ali Yönetimi El-Nahda yöneticilerini yurtdışına sürgüne göndermeyi tercih etmiştir. Bu sayede Mısır’a göre dünyaya daha açık bir yönetici kadrosu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Mısır’daki gibi tek başına bir hükümet değil, koalisyon hükümeti kurulması da dışlama eleştirilerini ve kutuplaşmayı azaltmaktadır. Ayrıca, Tunus ordusu Mısır ordusu kadar güçlü ve siyasete hevesli değildir. Mısır darbesi ve katliamının Libya’ya da etkileri olacaktır ama darbeye dönüşecek yapıda değildir. Çünkü Libya’da darbe yapacak güçlü bir ordu bulunmuyor. Ayrıca, Başbakan Ali Zeidan’ın yakın olduğu Ulusal Güçler ittifakı laiktir ve İhvan’a mesafelidir. Libya’nın yaşadığı istikrarsızlık daha çok kabileler arasındaki çekişme, devrim esnasında dağıtılan silahların toplanamaması, terör ve siyasi cinayetlere dayanmaktadır. Darbe ihtimali düşük olsa da Libya’nın istikrara kavuşması da zaman alacaktır. Mısır’da yaşanan katliam Libya’daki aktörleri daha fazla diyaloğa yöneltebilir. 

Doç. Dr. Ahmet Uysal - Marmara Üniversitesi

SÖZ KONUSU İKTİDARSA ÖLDÜRMEK TEFERRUATTIR...

Vakti zamanında Albert Camus “bir kez mantığa vuruldu mu cinayet, çoğalır” demişti. Bir yönetim nasıl yüzlerce insanı öldürebilecek kararı verebilir ve dünya büyük bir umarsızlıkla böylesi katliamı nasıl seyredebilir sorusunun cevabı bu cümlede yatıyor. Mursi ve temsil ettiği Müslüman Kardeşler’in Mısır’ı yönetmesini alışılagelmiş iktidar etme biçimlerine uygun görmeyenler bu hareketin temsilcilerine karşı kitlesel katliamları çoktan beri zaten normalleştirmişti. 

Yarım ağız kınama 

Sırf bu iktidarları uğruna Batılı ülkeler ve Ortadoğu’daki monarşiler Cunta’nın yaptığı önceki katliamlara göz yumarak adeta Çarşamba günü yapılacaklara yeşil ışık yaktılar. Adeta parmağı göze sokarcasına yapılan katliam söz konusu ülkeler tarafından ya yarım ağız kınandı ya da katliamdan Müslüman Kardeşler’i sorumlu tuttular. Bugün özelde Mısır’da genelde ise Ortadoğu’da yaşananlar 19. Yüzyıl sömürgeciliğinin başka biçimlerde devam ettiğini ve bu yeni-sömürgeciliğe halel geldiği durumlarda öldürmenin tıpkı öncekinde olduğu gibi teferruat olduğu açıkça ortadadır. Maalesef, biz Batı-dışı toplumların payına da Irak, Suriye ve şimdi de Mısır’da yaşanan ölümleri seyretmek  ve bu ölümler istatistiğe dönüştükçe de duyarsızlaşmak düşmüş gibi gözüküyor.


Doç. Dr. Ali Balcı - Sakarya Üniversitesi.

 


KATLİAMIN ARDINDAKİ SPONSORLAR

Katliamın sponsorları, Batılı demokratik (!) ülkelerle işbirliği yapan ve onların ikiyüzlü politikalarına alet olan başta Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölgesel aktörlerdir. Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE, darbenin başarılı olması için gerekli olan mali yükü taşıma görevini üstlenerek yeni yönetime 12 milyar dolar yardım sözü vermiştir. Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE yönetimlerinin bölgede Müslüman Kardeşler gibi demokratik yöntemlerle iktidara gelen örneklerden hoşlanmadıkları önceden beri biliniyordu. Nitekim Riyad yönetimi Mübarek devrilip Mursi Cumhurbaşkanlığı’na geldikten sonra Mısır’a yardımı kesmiş ve buna karşılık Mursi yönetimi Katar’dan 8, Türkiye’den 2 milyar dolar destek sözü almıştı. Darbeden hemen sonra ise Suudi Kralı Abdullah darbeci komutan General Abdülfettah Sisi’yi bizzat arayıp kutlamış ve destek vadetmiştir. Suudi Arabistan ve BAE’nin Mısır’da yeni yönetime kısa sürede destek çıkmasının temel nedeni “Arap Baharı”nın bir an önce dinmesini sağlamaktır.Bölgesel sorunların çözümü konusunda işbirliği yapamayan bölge ülkeleri kendi çıkarlarını bölge dışı güçlerle kurdukları ittifaklar üzerinden korumaya devam ettikleri müddetçe Ortadoğu’ya bahar gelmeyecektir. Benzeri politikalar bölge ülkeleri arasında ayrılıkları geri dönülmez bir kin ve düşmanlığa dönüştürme tehlikesine sahiptir. 

Yrd. Doç. Dr. Yıldırım Turan - Sakarya Üniversitesi

KATLİAMI MÜMKÜN KILAN SEBEPLER

14 Ağustos 2013’te Mısır askeri cuntası demokratik yönetim hakkını elinden aldığı ve korumakla görevli olduğu vatandaşlara yönelik tarihin en acımasız saldırılarından birini gerçekleştirdi. 

Gözünü kırpmadan yüzlerce insanı katleden cunta, bölgeden ve dünyadan gerekli tepkiyi görmediği için yaptığıyla kalacak gibi görünüyor. Devletler ve insanlar nasıl bu kadar duyarsız olabilir? Aklını ve vicdanını hikmet-i hükümete emanet eden uluslararası toplumun katliam sonrası sadra şifa olmayacağı kuru retorik ve standart resmi beyanatlardan zaten belliydi. Peki ama katliamı canlı izleyen insanlar? Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Çaresizlik hissinden acilen çıkıp, katliamın nedenleri hakkında çokça düşünmemiz gerekiyor. Bu nedenler arasında büyük değişim yaşayan bölgeye yönelik ABD’nin alternatif politika üretmedeki beceriksizliği, Körfez ülkelerinin Arap Uyanışı’nı kendi siyasi ve bölgesel çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak görmesi, Mısır’ın toplumsal çelişkileri ve askeri cuntanın iktidarını tahkim etmek istemesi gibi birçok sebep sayılabilir. Ancak benzer acıların tekrar yaşanmaması için ‘niye oldu’ sorusu kadar ‘nasıl oldu’ sorusunu da sormamız icap etmektedir. Bu saldırı ilk değildir, gerekli tepkiler ve tedbirler alınmasa son da olmayacaktır. Gerçekten de 7 Temmuz’da 60’tan fazla, 27 Temmuz’da da 70’ten fazla, son saldırı da yüzlerce protestocuyu acımasızca öldüren Mısır askeri cuntasının son katliamı adeta geliyorum diye bağırmıştır. 

Peki, herkesin beklediği bu son saldırıyı mümkün kılan, ona yol açan, hatta bölgeden ve dünyadan yeteri kadar tepki almamasını da sağlayan unsurlar nelerdir? Kanaatimce Müslüman kardeşlere yönelik mikro ve makro güvenlikleştirme süreçlerinin başarılı olması felaketi mümkün kılan sebeplerin başında gelmektedir. Mikro güvenlikleştirme sonucunda, Mısır’da çoğunlukla seküler, liberal ve Kıpti Hıristiyanlardan oluşan çok sayıda vatandaş Müslüman Kardeşlerin siyasi-demokratik süreçlerle politik sisteme entegre olmasının kendi siyasi, iktisadi ve özelikle ontolojik güvenliklerine yönelik bir tehdit olacağı konusunda ikna edilmiştir. Devriminin yok edemediği Mısır devletinin ideolojik aygıtları, sosyal medya ve eski rejim aktörleri mikro güvenlikleştirmede oldukça başarılı olmuştur. Benzer şekilde makro güvenlikleştirme sonucunda da Müslüman Kardeşlerin temsil ettiği düşünülen Siyasal İslam’ın bölgede alternatif ve yeni bir yönetim modeli olarak değil, yarın ne yapacağından emin olunamayacak ve hatta El-Kaide örgütüyle bağlantılı olduğundan şüphe duyulan bir ‘düşman öteki’ olduğu konusunda küresel kamuoyu da ikna edilmiştir. Sina saldırılarında sıklıkla başvurulan söylemsel strateji bu başarıyı getiren faktörlerdendir. Sonrasında mikro ve makro güvenlikleştirmenin başarılı olduğunu gören askeri cunta katliamı gerçekleştirebilmiştir. Benzer felaketlerin önlenmesi için güvenlikleştirme süreçlerini bertaraf edecek tedbirler konusunda herkesin düşünüp, çaba göstermesi şarttır. 

Doç. Dr. Tuncay Kardaş - Sakarya Üniversitesi

ULUSLARARASI TOPLUM NE YAPMALI?

İkinci Dünya Savaşından sonra devletler arası silahlı saldırı kontrol altına alındı. Ancak bu beklenen istikrar ve güveni getiremedi. İç savaşlarda milyonlarca insan öldü. Bu yeni tehdit karşısında uluslararası toplum, devlet egemenliğinin hak ile beraber sorumluluk da getirdiğine vurgu yapmaya başladı. Bu yeni anlayışa göre devletin egemenliği halktan kaynaklanıyordu ve tam da bu nedenle devletin, kendi halkını koruma sorumluluğu ortaya çıkmaktaydı. Soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve etnik temizlik hallerinde, devletin halkını koruyamaması ya da korumak istememesi durumunda bu sorumluluğu uluslararası toplumun yerine getirmesi gerekiyor. Ve bu, teker teker bütün devletlerin sorumluluğu olarak kabul ediliyor. 

Bugün Mısır devleti, halkını koruyamıyor; daha da önemlisi, Mısır halkının devlete karşı korunması gerekiyor. Başta Türkiye olmak üzere bütün devletlerin, BM’nin, uluslararası toplumun Mısır halkını, devletine karşı koruması gerekiyor. Darbeye verilen destek, demokrasinin askıya alınmasının göz ardı edilmesi birer siyasal tercih olarak teker teker devletlerin kendi çıkar hesaplarına bağlı olarak anlaşılabilir. Ama artık siyasi bir tercih değil, ahlaki ve hukuki bir zorunluluğun eşiği aşılmış vaziyette.

Doç. Dr. Cenap Çakmak - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

KATLİAMA KARŞI ÇIKANLAR

Suriye’de son üç yıldır yaşanan katliamları uluslararası toplum artık iyice kanıksamış olmalı ki, Mısır’da sadece iki günde 500’den fazla; amaçları sadece demokrasi ve özgürlük talebi olan barışçıl gösterilerde bulunan insanın hayatını kaybetmiş olması karşısında ne tür bir kavramsal çerçeve kullanacaklarını hala tam olarak belirleyebilmiş değiller. Ne var ki, başından beri gerek söylemlerinde gerekse darbe karşıtı siyasetinde oldukça net bir tavır sergileyen birçok ülke açık bir şekilde Mısır ordusunun müdahalesi sonucu ortaya çıkan trajediyi “katliam” olarak tanımladılar ve uluslararası toplumun üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediklerini söylediler. 

Türkiye, ordunun sivillere yönelik müdahalesini katliam olarak nitelerken, Başbakan Erdoğan Mursi’nin bir an evvel serbest bırakılması ve tam demokratik bir sürece geçiş yapılması gerektiğini ifade etti. Tunus da benzer bir şekilde, müdahaleyi “aşağılık bir cinayet” olarak tanımlayarak Müslüman Kardeşler’in yanında durduklarını söyledi. İran her ne kadar başta askeri darbe tanımlaması konusunda çekingen davransa da müdahaleyi “katliam” olarak tanımlayacak bu durumun “iç savaşa” dönüşmesinden endişe ettiğini açıkladı. Bu ülkelerin yanı sıra birçok ülke açıkça “katliam” olarak nitelendirmeseler de ordunun müdahalesini kınadılar. BM başta olmak üzere Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası kurumlar ise müdahaleyi “şiddetli” bir şekilde kınadılar. Ancak uluslararası toplumun darbe karşısındaki belirsiz tutumunun Mısırda bugün yaşanan sürecin temel sorumlularından biri olduğu değişmeyecek tek gerçek olarak zihnimizde kalacağa benziyor. 

Yrd. Doç. Dr. Murat Yeşiltaş - Sakarya Üniversitesi

KATLİAMIN HEDEFİ MÜSLÜMAN KARDEŞLER

Mısır toplumsal yapısının ve siyasal hayatının asli unsurlarından olup 1950’lerden bu yana siyaset sahnesinden dışlanan Müslüman Kardeşler hareketinin 2012 yılında iktidara gelişi Batı güdümlü otoriter rejimlerin pençesinden kurtulamayan Mısır’ın demokratik düzene geçebilmesi için yakalanan en önemli fırsattı. Ancak Batı’nın I. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürdürdüğü bölge politikasının en önemli dayanağı olan Mısır’ın halkın iradesini yansıtan bir yönetime geçmesi kabul edilemezdi. Ülke içerisinden seküler ve İslami siyaset karşıtı aktörlerle işbirliği yapılarak askeri darbenin altyapısı hazırlanmış ve müdahale gerçekleştirilmiştir. İhvan üyeleri barışçıl gösterilerle bu darbeye karşı çıkmış ancak askeri yönetim katliam boyutundaki saldırıları ile bu demokratik hakkın kullanılmasına izin vermemiştir. 

Hiçbir meşruiyeti olmayan askeri yönetimin bu siyasetine karşın İhvan hareketi barışçıl gösteriler düzenleyerek onurlu bir duruş sergilemiş, bedeli binlerce cana malolan bu haklı tutumunda ısrar etmiştir. Bundan sonraki süreçte Müslüman Kardeşler ülke siyasetinden dışlanmaya çalışılacaktır. Mısır’da seçimle işbaşına gelemeyen Mübarek rejimi kalıntıları ise darbeci yönetimden ve ona koşulsuz destek sunan Batılı aktörlerden medet umarak siyaset yapma girişimlerini sürdürecektir. Ancak Arap devrimleri göstermiştir ki, Ortadoğu artık dayanağını toplumsal meşruiyetten almayan yönetimlerin yaşama şansı olan bir coğrafya değildir. Bu durumu göz ardı ederek katliamlara girişen Mısır ordusu ve destekçilerinin ağır bedeller ödemesi kaçınılmazdır. 

İsmail Numan Telci - Sakarya Üniversitesi

ONURLA DİRENENLER VE SESSİZ KALANLAR

Mısır’daki darbe ve ardından gelen katliamlar birçok devletin, grubun ve kesimin ne olduğunu apaçık ortaya koydu. Mısır’ın serbest ve adil seçimlerle işbaşına gelmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi bir kararname yayınladığında ayağa kalkanların, kanlı darbe, olağanüstü halin ilanı ve kanlı katliam karşısında sessiz kaldıklarını gördük. Mursi’ye toplumun genelini kucaklayamadı diye karşı çıkanların, darbecilerin silahsız ve masum insanları katletmesi karşısında duyarsız olduklarına şahit olduk. Demokratım deyip açıktan veya zımnen darbeyi destekleyenleri, Müslümanım deyip Müslümanları öldürenleri, İnsan haklarını savunduğunu söyleyip katilleri haklı görenleri gördük. 

Bir taraftan Ortadoğu’ya demokrasi getireceğim diye yüz binleri öldürürken, demokratik yöntemlerle gelenlere karşı darbe yapanları destekleyenleri ibretle izledik. Yaşadıkları ülkede liberal, özgürlükçü ve idealist olduklarını söyleyenlerin, rahatları bozulacağı için dışarıda realist ve çıkarcı olduklarına şahit olduk. Sürekli ne kadar doğru ve dürüst bir insan olduklarını anlatanların, bencil çıkarları için hiç bir doğrunun yanında olmadıklarını gördük. Tüm bunlar Müslüman Kardeşlerin 3 Temmuz’dan beri ortaya koyduğu darbe karşıtı, şiddetten uzak, onurlu direnişinin Ortadoğu’nun siyasi ve toplumsal geleceğini derinden etkilemesini geciktirebilir ama durduramayacaktır.

Doç. Dr. Mehmet Şahin - Gazi Üniversitesi

ULUSLARARASI HUKUK NE DİYOR?

İnsanlığa karşı suç,  uluslararası hukukta Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Antlaşmasıyla tanımlanmıştır. Buna göre  “insanlığa karşı suç” herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenen öldürme, toplu yok etme, uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek, hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme, işkence, ırza geçme gibi fiiller ile  kasıtlı olarak ciddi ıstıraplara ya da bedensel veya zihinsel veya fiziksel sağlıkta ciddi hasara neden olan benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemleri kapsamaktadır:

Roma Antlaşması  “Herhangi bir sivil topluluğa yöneltilmiş saldırı” tabirinin “devlet ya da kurumsal bir politikanın uzantısı ya da bu politikanın daha da ileri götürülmesine yönelik olarak ... belirtilen eylemlerin herhangi bir sivil 

topluluğa karşı müteaddit kereler yapılması anlamına” geleceğini ifade etmektedir. Mısırda gerçekleştirilen katliamlar bu madde hükmüne göre açıkça insanlığa karşı suç teşkil etmektedir. Başta darbe yönetiminin yetkilileri olmak üzere bu fillerin emrini verenler ve fillileri işleyenler Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmalıdır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi sadece Roma Antlaşması’na taraf olan devletler için geçerliyse de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi konuyu mahkemeye havale etme ve suçluların yargılanmasını isteme yetkisine sahiptir. Yakın dönemde Sudan ve Libya başta olmak üzere pek çok ülkede Güvenlik Konseyi bu yetkiyi kullanmıştır. 

Güvenlik Konseyi’nin bu yetkisini kullanmayarak Mahkemeyi harekete geçirmemesi Güvenlik Konseyi’nin bariz insanlığa karşı suçlar konusunda darbe yönetimini desteklediği anlamına gelebilecektir. İlaveten Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili olarak “sadece Batıya muhalif olanların yargılandığı bir mahkeme” olma yönündeki eleştiriye haklılık payı katarak mahkemenin saygınlığına zarar verebilecektir. 

Prof. Dr. İbrahim Kaya - İnsan Hakları Hukuku Merkezi Md, İstanbul Ün. 



İSLAM'A GÖRE GÖSTERİLER, KATLİAM VE ŞEHİTLER

Klasik İslam siyaset teorisinde yönetilenlerle yöneticiler arasındaki ilişki meşru ilkeler ve ölçüler çerçevesinde karşılıklı haklar ve ödevler ekseninde temellendirilmiştir. Yönetilenlerin kendilerinden olan yöneticilere itaat etme, yöneticilerin de yönetimi altındakilerle ilgili tasarruflarında hukuk ve adaletten ayrılmama görevi vardır. Yönetilenlerin itaat görevi ise yöneticilerin meşru bir şekilde başa geçmeleri ve adaletle hükmetmeleriyle kayıtlıdır.

Gayri meşru yönetime karşı

Yönetim gayri meşru bir şekilde işbaşına gelmiş veya süreç içinde meşruiyetini kaybetmiş ve idari tasarruflarında yaygın ve ölçüsüz bir şekilde adaletten ayrılmışsa ümmetin itaat yükümlülüğü ortadan kalkar, gaspçı, baskıcı ve zalim yönetime karşı meşru yol ve araçlarla “direnme hakkı” doğar. Bu uğurda mücadele eden ve canını veren kişiler şehit sayılırlar. Bu hak meşruiyetini ümmetin Kur’an ayetleriyle sabit ‘iyiliği emredip kötülükten alıkoyma’ görevinden almaktadır. ‘Cihadın en faziletlisinin zalim sultan yanındaki hak söz’ olduğunu ve ‘Şehitlerin efendisinin Hz. Hamza sonra da zalim bir imam tarafından, iyiliği emrettiği ve kötülükten sakındırdığı için katledilen kimse olduğunu’ beyan eden hadisler de bu hakkın meşruiyet dayanakları arasındadır. İslam’ın koyduğu esaslar çerçevesinde, meşru olmayan bir yönetime karşı sesini yükselten ve şiddete başvurmadıkları halde acımasızca katledilen Mısır şehitlerine acıyarak değil gıpta ile bakmak gerekir. Katillere ise acıyarak bakmak, sonlarının hazin olacağını hatırlatmak gerekir.

Prof Dr. Hacı M. Günay
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


DARBEYE KARŞI OLMAK YETMEZ, HALKIN HAKKINI DA SAVUNMAK GEREK


Batı’nın Doğu’ya karşı eskimiş, kendini yenileyemeyen, ikiyüzlü ve pragmatist demokrasi söylemini ancak Doğu’nun meydanlarında yükselen ve hayatlarla bedeli ödenen yeni demokrasi arayışı yenileyebilecektir. Mısır’da katliamı mümkün kılan en önemli unsur, Batı’nın Tahrir’de Mursi’ye karşı yapılan gösterileri bir demokrasi mücadelesi olarak görürken, Adeviye meydanındaki gösterileri görmezden gelerek, eski rejim yanlılarına ve askeri cunta yönetimine arka çıkan pragmatik siyasetidir. Batı’daki ve Ortadoğu’daki eski rejim yanlıları Mısır’daki demokratikleşme çabalarını kendi çıkarlarına karşı bir tehdit olarak görmektedirler. Dolayısıyla meydanların demokrasi talebinden, şiddet sarmalına doğru sürüklenmesi ve İhvan’ın haklı taleplerinin sürekli olarak marjinalize edilmesi, hem Batı’nın hem de bölgedeki eski rejim yanlılarının işini kolaylaştırmaktadır.

Şiddete karşı sağduyu

Ortadoğu’da demokrasi arayışındaki kitlelerin, canları pahasına da olsa, silaha sarılmadan pasif direnişlerle meydanlarda olmaları er ya da geç eski düzenin sonunu getirecektir. Mısır’da darbe yönetiminin korktuğu da budur. Çünkü haftalardır birçok Mursi taraftarının öldürülmesine rağmen, Mısır meydanlarında şiddeti önceleyen bir söylemin ortaya çıkmaması, darbeci yönetimin işini zorlaştırmaktadır. Batı’nın ve eski rejim taraftarlarının istediği Ihvan’ın terörize olmasıdır. Bunun yolu da silaha başvurarak katliamı gerçekleştirmedir. Mısır’da askeri darbeye karşı olmak yaşanan katliamları ve insanlık dramlarını sonlandırmaya yetmez, demokrasi inşası için mücadele eden halkların hakkını yüksek sesle dile getirmek de gerekir. Bu nedenle Firavun’u lanetlemek yetmez, Musa’nın yolunu takip etmek gerekir.

Yrd. Doç. Dr. Nebi Miş
Sakarya Üniversitesi