Din ile felsefe arasında, yani en erken akılcı nazariyat ile onun arkasında yatan dinî temsil arasında bir süreklilik olduğunu ileri süren Francis Macdonald Conford, Türkçeye Dinden Felsefe: Batı Nazariyatının Kökenleri Üzerine adıyla çevrilmiş kitabında, bu sürekliliğin felsefe ile din arasında nasıl gözlemlenebileceğini klasik Grek felsefesinin temel eğilimlerini irdeleyerek ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
Beşerî düşüncenin araları epey gerilimli iki alanı sayılagelir Batı'da din ve felsefe. Bu düşünme şekillerinin çoğu kez üslup ve içerikçe birbirleriyle çatıştıkları söylenir; son kertede bilime ve onun vaat ettiği kesinliğe dayalı bilme biçimine sadık kalmaya çalışan felsefe ile sanat ve mitoloji gibi tamamen aklen kavranamayan, masal olarak nitelendirilmeye son derece açık ve belirsiz alanlardan kaynaklandığı savlanan din arasında tam anlamıyla bir karşıtlık ve çatışma olmasa bile bir nevi farklılık, uyuşmazlık ve gerilim olduğunu düşünmek özellikle modern zamanlarda son derece yaygındır.
Buna karşın yine de din ile felsefe arasında, yani en erken akılcı nazariyat ile onun arkasında yatan dinî temsil arasında bir süreklilik olduğunu ileri süren Francis Macdonald Conford, Türkçeye Dinden Felsefe: Batı Nazariyatının Kökenleri Üzerine adıyla çevrilmiş kitabında bu sürekliliğin felsefe ile din arasında nasıl gözlemlenebileceğini klasik Grek felsefesinin temel eğilimlerini irdeleyerek ortaya çıkarmaya çalışıyor. Ona göre ilk kez milattan önce altıncı yüzyılda ortaya çıkmış akılcı düşünme tarzı olarak felsefi ruh o döneme dek eski Yunan'da gelenekselleşmiş inancı nesneleri olan nihai şeyler üzerine söz söyleme, fikir beyan etme hakkını iddia etti. Ancak bunu düşünme sistemleri açısından bir kopuş olduğunu söylemek tabii ki doğru olmayacaktı, çünkü "felsefe, akılcı düşüncenin hareketlerini sınırlamaya ve onun ana yönlerini belirlemeye devam eden (...)bazı büyük tasavvurları dinden miras almıştır (...) dışsal fark, aynı bilincin birbirini izleyen bu iki ürünü arasındaki içsel ve tözsel yakınlığı gizler."
Filozofları İtalyan ve İyonyalı olmak üzere iki farklı silsileye ayıran Diogenes Laertios'u insan mizacına takiben beşerî düşüncenin mizacına atfedebileceğimiz türden iki birbirinden farklı eğilim, yani "bilimsel" ve "mistik" eğilimi ayırt edebileceğimizi iddia eden Cornford Anaksimandros'la temsil edilen bilimsel eğilim ile Pythagoras'la temsil edilen mistik eğilimin beşerî doğanın iki farklı ihtiyacına karşılık geldiğini de vurguluyor.
İki temel eğilim
Bu iki eğilimin ansızın ve birden ortaya çıkmadığını kaydeden Cornford, felsefi mousanın, yani ilham perisinin Athena gibi anasız olmadığını öne sürer; Cornford'a kalırsa, felsefi mousa'nın babası bireysel akıl ise daha yaşlı ve belki de daha haşmetli atası dindir.
Durkheim ve Mauss gibi Fransız sosyal teorisyenlerinin ileri sürdüğü "dini temsilin anahtarı onu geliştiren toplumun toplumsal yapısında yatar" teoreminden yararlanarak eski Yunan'da ilahi ya da beşerî tüm güçlerin bir şekilde Moira'ya, yani yazgıya tabi olduğu dogmasının oluşturduğu sorunu çözmeye çalışan Cornford bu dogmanın kalıcılığını da işaretliyor. Felsefî-dinî bir kavram olan ve Türkçe'ye "eşyanın doğası" olarak çevrilebilecek physis'in filozoflar tarafından icat edilmediğini vurgulayan Cornford onun kökenini dinden de eski bir büyü aşamasında bulguluyor ve onun Yunan çoktanrıcılığı kategorilerine ayrışma sürecini takip ediyor. Bu kategoriler arasında elbette Pythagorasçı Gizem Tanrısı ile Olymposçu Tanrı figürleri birbirlerine zıtlıklarıyla dikkat çekiyor.
Eleştirel tahlil
Felsefenin, içinden çıktığı dinin mitolojik, süslü, akılcı olmayan şekillerini geçerli addetmeyip defettiğinde vardığı yerin bizzat bu mitolojiyi mümkün kılan, şekillendiren başlangıçtaki temsil olduğunu söyleyen Cornford bu temsile "doğa üstü" yerine "metafizik" demenin de bir şey değiştirmediğini vurguluyor: Bu temsile verilen duygusal tepkiler, dinsel inançları doğururken eleştirel tahlil ise çeşitli sistematik teori biçimleri çıkarır.
@uzakkoku
Dinden Felsefeye: Batı Nazariyatının Kökenleri Üzerine Francis Macdonald Conford Albaraka, 2020
Evimizde hissetmeden yaşayabilir miyiz?
Yaşadığımız hayatlarda sürekli çeşitli sorunlarla karşılaştığımız açıktır. Hayatı yaşamak belki de bir tür problemler çözme sanatıdır. Bu problemleri çözmemizi sağlayan temel formülleri edindiğimiz kaynaklar arasında ahlak ve din kadar, düşünme yöntemi sayabileceğimiz felsefe gelir. Onlar yaşadığımız dünyayı ve evreni kavrama şekillerimizi belirledikleri kadar buradaki yabancılığımızı teskin etme görevini de üstlenirler. Haddi zatında Amerikalı filozof William James'e göre felsefenin nihai amacı "kendimizi evimizde" hissedebilmemizi sağlamaktır. Hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorusuna verilebilecek cevapla son derece sıkı irtibatlı bu amaç bize daha iyi yaşamamızı sağlayabilecek ahlakın nasıl mümkün olabileceğini de göstermeye çalışır.
Hayat Yaşamaya Değer mi?, William James, der. Celal Türer, Fol, 2021
II. Meşrutiyet dönemine ait bir felsefe tarihi
Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti ve akabinde Türkiye'de yaşanan modernleşme sürecine önemli katkı sağlayan aydınlar arasında yer alır Baha Tevfik ve Ahmed Nebil ikilisi. Gayet pozitivist ve materyalist bir anlayışı temsil eden Baha Tevfik ile Ahmed Nebil, Abdullah Cevdet'le birlikte II. Meşrutiyet döneminin en aktif zihni modernleşmecilerindendir handiyse. Büchner, Haeckel gibi 'vülger materyalist'lerden yaptığı tercümeler kadar kaleme aldıkları eserlerle de döneminde etkili olmuştur. Fransız yazar Alfred Fouillée'den yaptıkları felsefe tarihi tercümesi de uzun süre Türk düşüncesini etkileyen kitaplar arasındadır. Kitap bu haliyle Türkçe felsefe tarihi yazımının da ilk örnekleri arasında sayılabilir.
Tarih-i Felsefe, Alfred Fouillée, çev. B. Tevfik-A. Nebil, Çizgi Kitabevi, 2021