‘Felsefe yıldızları’nın Gezi mülahazaları...

Murat Güzel / Yazar
19.10.2013

Belki de Gezi, Badiou’nun umduğu gibi “Yeni Türkiye”nin değil, “Eski Türkiye’nin bakiyesi”nin coşkuyla karşıladığı bir olaylar dizisi, Yeni Türkiye’ye direnen güçlerin bir eseridir.


‘Felsefe yıldızları’nın Gezi mülahazaları...

Haziran ayında Gezi Parkı dolayısıyla önce İstanbul’da ve akabinde İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde patlak veren olaylar neye işaret ediyordu? Bu soru etrafında epey yorum açısı birikti. Kimi Gezi olayları ile küresel sistem arasında bağ kurdu, kimi ise bu olayların AK Parti hükümetine karşı girişilmiş finans-kapital bir komplo olduğuna değindi.

Sahiden Gezi olaylarını baştan beri sahiplenen hemen bütün sol parti ve fraksiyonların iddia ettiği üzere küresel bir krizin “semptomu” muydu bu olaylar, “demokratik özgürlük” taleplerinin bu ilkenin özündeki “başarısızlığı” keşfetmelerini mi işaretliyordu? Ya da, bunlarla birlikte, küresel kapitalist düzene karşı yeni bir “siyasal alan” ve “kolektif özne” inşasının gerekliliğini hatırlatan “toplumsal-siyasalşeyler”den mi?

Bu sorular 14 Ekim’de İstanbul’da bir belediyenin önayak olmasıyla düzenlenen “Küreselleşme ve Yeni Sol Konferansı”nın ilk oturumuna katılan iki “felsefe yıldızı”nın, SlavojZizek ile AlainBadiou’nun konuşmalarından çıkartılabilecek sorular. Her iki yıldız da bu sorulara can-ı gönülden evet demeye hazır olduklarını söz konusu konuşmalarında dile getiriyorlar. Lakin bu ‘can-ı gönülden evet’in bu kadar kolay ve çarçabuk telaffuzunda aksayan yanları, en azından Gezi protestolarına yönelik ‘estetik yüceleştirme’ işlemlerini görmemek, meselenin künhüne vakıf olmamaya sebebiyet verebilir.

‘Toplumsal siyasal şeyler’

Her iki düşünürün de ısrarla vurguladığı o husustan başlayalım: Gezi olayları, her ne kadar Türkiye özgüllüğünde, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal gelişmeler ekseninde değerlendirilmeye açıksa da, özünde ‘küresel’ düzeyde yanlış giden bir şeyler olduğuna işaret etmektedir iki filozofumuza göre de. Bu husus, Gezi olaylarıyla patlak veren ‘toplumsal-siyasalşey’de evrenselleştirilmesi gereken bazı noktaların olması gerektiğine vurgu yapar. Badiou’ya göre,Gezi protestocuları “küresel kapitalizme” ve “İslami hükümete” direnmişlerdir, ancak bu direniş “Batı arzusu”na saparak hataya düşmemelidir. Gezi protestoları esnasında yazdığı bir değerlendirmede bu hususu şöyle tasrih ediyor Badiou: “...şu an Türkiye’de yaratılan şeyin ABD, Almanya ya da Fransa gibi zengin ve güçlü ülkelerde hali hazırda var olan şeyin arzusu olamaz...” Gezi protestocularına Badiou’nun yüklediği görev bu açıdan çok ilginç değil: Komünizmin evrensel tarihine yeni bir hız verilip verilemeyeceği, “Yeni Komünizm” tarzlarının icat edilip edilemeyeceği...

Zizek için de durum bundan farklı değil. Gezi olaylarını, Brezilya, İspanya, Yunanistan ve diğer bölgelerdeki protesto hareketlerinde dile getirilen çeşitli sorunlardaki gibi iki sorunun, “Biri çürümüşlükten kapitalizmin verimsizliğine kadar ekonomik, ötekisi ise demokrasi taleplerinden konvansiyonel çok partili demokrasinin alaşağı edilmesine kadar politiko-ideolojik” iki sorunun kombinasyonundan mütevellit olduğunu söyleyen Zizek, sorunun çözümü için gerekli “fazlalık”ı şöyle tarif ediyor: “sosyal ve ekonomik hayat da demokratikleşmek zorundadır.”

Elbette filozofların dile getirdiği bu “Yeni Komünizm” hayali, alışıldık sol fantazilerden uzak bir yerde değil. Kapitalizm “canavarı”yla boğuşması beklenen “o çocuklar”, kapitalist sistemin yayın organlarına ilanlar veriyor, onlardan yüz istiyorlar. Küresel kapitalizmin, demokrasinin vb. içsel tutarsızlıklarının çözümü olarak ‘icat edilmesi’ önerilen demokratikleşme, Gezi olayları esnasında en son göz önünde tutulan şeydir. Sosyal ve ekonomik hayatın demokratikleşmesine karşıt güçlerin destek verdiği bir protesto hareketiydi Gezi olayları. Filozoflarımızın bütün estetizasyonlarına, bütün arka plan okumalarına karşın ortada duran, gözümüze batan nokta bu: CNN International, BBC gibi uluslararası, Ulusal Kanal, Halk TV vb. “ulusalcı” yayın organları: Divan Oteli, Cem Boyner gibi ‘büyük burjuva’; CHP,  İP gibi siyasal partiler tarafından desteklenen bu olaylarda dile gelenin “küresel kapitalizm”e tepki, ya da küresel kapitalizmden duyulan huzursuzluğun dışavurumu olmadığı besbellidir. Küresel sistemde aksayan, en azından mevcut haliyle küresel sistemi kabul edilemez bulmamızı gerektiren hususlar aşikardır, fakat bu hususlar Gezi protestocularının göz önünde tuttukları şeylerden değildi.

‘Yeni Komünizm’ hayali

Süreci sonucuyla birlikte okumayı öngören Hegelci formüle değer verip söyleyecek olursak Gezi olayları, “küresel kapitalizm”in kendini tahkim etme edimlerinden biri olarak bir değere sahip. Filozoflarımızın kendi sordukları sorulara bu kadar çabuk “evet” demelerinden kuşkulanmak için yeterli karineye sahibiz. Türkiye’deki siyasal-toplumsal sürecin işleyiş şeklinden, yani “barış süreci”, “vesayet rejiminin geriletilmesi”, “Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkışı” vb. küresel kapitalist sistemin hoşuna gitmediği apaçık süreçlerin işleyişinden telaşa düşenlerin desteğini almış olaylar bütünüdür Gezi. Yeni bir siyasal alan ve yeni bir kolektif özne inşasına yol açmayacağı son derece ortada olan “toplumsal-siyasalşeyler”den yani. 

Belki de Gezi, Badiou’nun umduğu gibi “Yeni Türkiye”nin değil, “Eski Türkiye’nin bakiyesi”nin coşkuyla karşıladığı bir olaylar dizisi, Yeni Türkiye’ye direnen güçlerin bir eseridir. Başta CHP olmak üzere cümle renk ve türdeki sol fraksiyonların verdiği desteğe bakılırsa “yeni bir sol” ortaya çıkarmaya niyetli kesimlerden farklı olarak “eski sol alışkanlıklar”ın, “çocukluk hastalıkları”nın dışa vurduğu (Gezi olayları esnasında sosyal medyada geliştirilen ‘gri propaganda’ teknikleri buna yeterince işaret ediyor) neşvü nema bulduğu bir süreç.

‘Umut filozofun ekmeği’

Elbette, umut filozofların ekmeğidir. Zizek ve Badiou, yeni bir siyasal alanın ve kolektif öznenin yaratılması noktasında Gezi protestocularına ellerinden gelen yardımı yapabilir, dillerinden gelen önerilerde bulunabilirler; ama “solcu” olduğunu iddia eden bir yayın organında onların konferansıyla ilgili karşılaştığımız şu yorum meseleyi vazıh bir şekilde izah etmeye yeter de artar bile: “Direnişin başından sonuna kadar onlarca siyasi partinin ve çeşitli partilerde örgütlü olan binlerce kişinin eylemlerin içerisinde aktif şekilde yer aldığı biliniyor. Siyasi partilerin varlığı durumunda direnişin başarısız olacağını ifade eden Badiou, birincisi direnişi bütünüyle örgütsüzlüğün kalıplarına yerleştirdiği için, ikincisi ise siyasi partilerin direnişte olmadığını iddia ettiği için yanılmış oluyor.”

27 Haziran’da kaleme aldığı ‘Cennette Sıkıntı’ başlıklı yazısında Zizek, Batılıların “Türkiye protestolarını sessiz bir Müslüman çoğunluk tarafından desteklenen otoriter bir İslamcı rejime karşı seküler bir sivil toplum hareketi olarak görmüyor” olduklarını kaydeder ve bunu önemsediğini de bilhassa vurgular. Gezi protestocuları sözde kamusal bir mekanın (“Gezi Parkı’nın”) ticarileştirilmesine karşı çıkmaktadır ona göre. Ortada böyle bir şeyin olup olmaması da önemli değildir, Zizek AK Parti Hükümeti’ne 14 Ekim’deki konuşmasında tavsiyede bulunmaktan da çekinmez: “Türkiye’deki mevcut iktidar biraz zeki olsaydı sizin yanınızda olurdu. Projeyi iptal ederdi. Eğer ben kalbimin derinliklerinde iyi bir solcu olmasaydım Başbakan’a “iyi bir danışmana ihtiyacın var” derdim.” 

Olmayan bir projenin iptali de en azından Türkiye’de bir türlü oldurulamayan bir solun geleceğini düşünmek kadar zor olsa gerek!

[email protected]