Felsefesi ve siyaseti arasında Heidegger

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
9.04.2022

Varlık ve Zaman'ın tarihin ontolojik meselesini eksistensiyal bir mesele olarak inceleme amacı olduğunu belirten Kaan Ökten, Varlık ve Zaman ile nasyonal sosyalist söylem arasındaki örtüşmenin toplumsallık ya da millet tasavvurlarında aranması gerektiğinin altını çiziyor.


Felsefesi ve siyaseti arasında Heidegger

Felsefenin genelde ifade edilmesi gayet kolay, ancak cevaplanması ifadesinde rastladığımız türden kolayca olmayan bazı soruları tartışan, gündemini bu sorulara verilebilecek muhtemel cevaplar etrafında şekillendiren bir düşünme sanatı olarak konumlandırılabileceği rahatça iddia edilebilir. Bu iddianın devamında insan nedir, varlık nedir, siyaset nedir, ölüm nedir, zaman nedir, dil ile anlam arasındaki ilişki nasıl kurulur gibi soruların bu düşünme sanatına has soru sorma kipine ait sorulardan olduğu da hemence söylenebilir.

Peki ama düşünce ve eylemlerimizle kurduğumuz karmaşık dünyayı anlama yolunda nasıl bir ışık düşürebilir bu tür sorular? Bu soruların gündeme getirdiği meseleleri neleri gözeterek tartışmalı sözgelimi? Siyasal bakımdan birbirleriyle pek uyuşmayacak iki Alman filozof üzerinden, Kant ile Heidegger üzerinden bu soruların gündeme getirdiği özgül örneklere müracaat ederek beşerî varoluşumuzun karmaşık dünyasını anlamaya çalışan Kaan H. Ökten, Varoluşun Halleri başlığıyla bir araya getirdiği makalelerine aynı meselelerin kadim zamanlarda nasıl anlaşıldığına ilişkin soruşturmalarını da eklemiş. Ökten, ayrıca Heidegger ve Kant'tan yaptığı bazı metin çevirilerine de kitabında yer veriyor. İlk bakışta birbirinden bağımsız görünen makaleler, beşerî varoluşumuzun boyut ve imkanları etrafında gerek Kant'ın gerek Heidegger'in gerekse Sümerler, antik Mısırlılar ve Greklerin başı çektiği kadim insanların bakış açılarını sergiliyor.

Rektörlük dönemi günlükleri

Kitabının ilk bölümünde Heidegger üzerinde duran Ökten, Heidegger'in siyasi angajmanını, rektörlük döneminde 1933 ila 1934 yılları arasında kaleme aldığı ve Kara Defterler olarak adlandırılan düşünce günlüklerini irdeleyerek ortaya çıkartmaya çalışıyor. Yeri gelmişken söylemeli: Heidegger'in rektörlük dönemiyle ilgili tuttuğu günlükleri içeren tüm kayıtları bu vesileyle Türkçeye tam metin olarak aktarıyor Ökten. Rektör olmadan hemen önce Hitler'in partisi Nasyonal Sosyalist Parti'ye (NSDAP) üye olan, 1934'te rektörlükten ayrılmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna dek bu partiye üyeliğini devam ettiren ve aidatlarını aksatmayan Heidegger'in Nazi olup olmadığıyla ilgili tartışmalara değinen Ökten, Heidegger'in felsefesi ile siyaseti arasında herhangi bir ilişki olmadığını iddia eden Arendt, Rorty vb. düşünürlere karşı yine de onun en temel eseri olan ve 1927'de Edmund Husserl'in dergisinde ayrı basım olarak yayımlanan Varlık ve Zaman adlı eserinde geliştirdiği felsefe ile siyaseti arasında bir ilişki kurulabileceğini gösteriyor. Heidegger'in nasyonal sosyalist görüşlerinin romantisizm ve milliyetçilik olarak belirginleşen bir gelenek içinde yer aldığını ifade eden Ökten, onun kendisini Nazi hareketi içinde tinsel önderlik vasfına layık gördüğünü, Alman ulusunun büyüklük ve derinliğinin ancak tinsel bir devrimle mümkün olabileceğini düşündüğünü, Almanlığın özüne ancak böylelikle geri dönülebileceğine kail olduğunu savlıyor. Varlık ve Zaman'ın tarihin ontolojik meselesini eksistensiyal bir mesele olarak inceleme amacı olduğunu belirten Ökten, Varlık ve Zaman ile nasyonal sosyalist söylem arasındaki örtüşmenin toplumsallık ya da millet tasavvurlarında aranması gerektiğinin de altını çiziyor.

Varoluşun Halleri Kaan H. Ökten Alfa, 2022

Etnografya ve sömürgecilik ilişkisi

Kitabında Francine Hirsch, çarlık dönemi etnografların ve yerel seçkinlerin, Sovyetler Birliği'nin kuruluşuna sağladıkları yardımlara odaklanarak bir bilimsel disiplin olarak etnografyanın Sovyetler Birliği ile simgelenen imparatorluğun kurumları ile bağlarına dikkatleri çekiyor. 1917 Ekim'inde gerçekleşen devrimden önce her türlü sömürgeciliği şedit bir şekilde eleştiren Bolşeviklerin devrim sonrasında Türkistan pamuğu ve Kafkasya petrolleri dolayısıyla Rus imparatorluğunun sömürgeci politikalarını sürdürdüğü iyi bilinir. Sovyetler Birliği'nin sosyal, iktisadi ve idari yapılarının ortaya çıkışında etnografik tanımlamalar ve sömürgeciliğin iç içe geçişi Hirsch'in yaptığı tespitlere yol gösteriyor.

Etnografya Bilimi ve Sovyetler Birliği'nin Ortaya Çıkışı, Francine Hirsch, çev. Aybars Arda Kılıçer, Selenge, 2022

Osmanlı, misyonerleri nasıl sınırladı?

19. yüzyıldan 20. yüzyıla Osmanlı devletinin son döneminde Orta Doğu ve Balkanlar'da iki yüz civarında Amerikalı misyonerin olduğu biliniyor. Bu misyonerlerin önemlice bir bölümü okul, hastane, yayınevi vb. bahanelerle ülkede faaliyet gösteriyordu. Genelde misyonerlerin bakış açısıyla aktarılan süreci bir de muhataplarından dinlemek gerekli. Bunu yapmak üzere Osmanlı bürokratları ile Amerikan misyonerler arasındaki ilişkileri irdeleyen Emrah Şahin, nezaret kaynaklarından zaptiye raporlarına, mahallî dilekçelerden uluslararası evraklara ve misyoner koleksiyonlarına kadar pek çok kaynağı kullanıyor. Böylelikle Osmanlı Devleti'nin misyoner varlığını tespit, teftiş ve tahdit etmek amacıyla geliştirdiği manevraları da berraklığa kavuşturuyor.

İtikadın Peşinde, Emrah Şahin, Timaş, 2022

@uzakkoku