Kitapla derin bağ kuran okurun yerini, hızlı tüketen ve popüler kültür odaklı yeni bir okur tipi almıştır. Nitelikli okurun azalmasıyla birlikte kültürel derinlik yerine geçici ilgiler, anlık beğeniler hâkim olmaya başlamıştır. Oysa edebiyatın varlık zemini tanıtım, eğlence ya da kalabalık kitle yığınları değildir. Yazınsal eylemler düşünsel derinlik, dil bilinci ve estetik süreklilikliğin de temsilidir.
Ayşegül Sözen Dağ/ Yazar
Bir toplumun kültürel ve estetik değerler nabzı, çoğu zaman sanatın sessiz alanlarında atar. Edebiyat bu alanların en kalıcı, sağaltıcı ve dönüştürücü olanıdır. Kitap fuarları da uzun yıllar boyunca yalnızca kitap satış ortamı değil, edebiyatın toplumsal dolaşıma girdiği, okurla yazarın doğrudan temas kurduğu kamusal alanlardı. Fuarlar, her yaştan okurun nitelikli yazarlarla buluştuğu kıymetli mekânlardı. Birçok okur, fuara gelen yazarı o fuar sayesinde tanıyor ve dil evrenine yeni söylenceler ekliyordu.
Fakat son dönemde bu alanların niteliği ciddi biçimde değişmiştir. Niteliğin yerini nicelik almıştır. Düşünün ki bir yazar dünyanın en güzel kitabını da yazmış olsa, şayet sosyal medyayı kullanmıyorsa okura ulaşmada bir adım geride duruyor. Bugün kitap fuarları, düşünsel üretimin merkezinden uzaklaşarak gösteri kültürünün bir parçası hâline gelmektedir.
Okur profilinin de bu dönüşümden nasibini aldığı açıktır. Artık kitapla derin bağ kuran okurun yerini, hızlı tüketen ve popüler kültür odaklı yeni bir okur tipi almıştır. Nitelikli okurun azalmasıyla birlikte kültürel derinlik yerine geçici ilgiler, anlık beğeniler hâkim olmaya başlamıştır.
Edebiyat bir toplumun vicdanını, erdemlerini, kültür aktarımını ve düşünme biçimini yansıtan en güçlü mecraya sahip sanat dallarından biridir. Buna rağmen fuarlar artık çoğunlukla popülerlik ve görünürlük aracı olarak tasarlanmaktadır. Oysa edebiyatın varlık zemini tanıtım, eğlence ya da kalabalık kitle yığınları değildir. Yazınsal eylemler düşünsel derinlik, dil bilinci ve estetik süreklilikliğin de temsilidir.
Popüler kültürün gölgesinde can çekişen edebiyat
Son yıllarda hemen her şehirde düzenlenen kitap fuarlarının davetli listelerine bakıldığında belirgin bir tekrar görülmektedir. Her fuarın afişlerinde aynı isimler, aynı yüzler ve aynı söylemler mevcut. Bu durum okura edebiyat alanında sunduğu çeşitliliği azaltıp kültürel tekrarı dayatmaktadır.
Kültür politikalarının takipçi ekonomisiyle belirlenmeye başlaması, edebiyatı içeriğinden kopararak biçimsel bir görünürlüğe indirgemiştir. Fenomenler, YouTuber'lar ve influencer'lar artık fuarların başat figürleridir. Halk bu durumdan oldukça sıkılmış ve niteliği özlemiş olacak ki son günlerde fenomenlerin konuşma yaptığı salonların yüzde yirmisi ancak dolmaktadır. Buradan anlıyoruz ki fuarların sahnelerinde yer alması gerekenler dilin derinliğini, insanın iç dünyasını, toplumsal hafızayı işleyen yazarlardır.
Edebiyat yönü olmayan, yalnızca satış hedefli kitapların çoğalması da bu tabloyu tamamlıyor. Gerçek edebiyatın emeğiyle ortaya çıkan eserler, bu gürültü içinde yeterince fark edilmemektedir. Bugün neredeyse herkes kitap yazabilir, önemli olan yazmak değil Türkçenin olanaklarından yararlanarak nitelikli bir ürün ortaya koymaktır.
Sosyal medyadaki takipçi sayılarını baz alarak kitap yayınlayan yayınevlerinden niteliği kaybolan okura kadar herkes bu fuarların günümüzde gelmiş olduğu olumsuz tablodan sorumludur.
Kitap fuarları her geçen gün düşünsel üretimin kalbinden uzaklaşarak gösteri kültürünün vitrini hâline gelmektedir.
Burada şu soruyu da sormak yerinde olacaktır: Birkaç sene sonra unutulacak olan isimlere bu kadar büyük meblağlar ayırmak sahiden geleceğe dönük bir yatırım mıdır? Kitap fuarları bugünkü hâliyle kültürel mirasın aktarılması ve yaşatılmasında sürdürülebilir bir etkinlik olarak değerlendirilebilir mi?
Kültürel belleğin kırılma noktası
Edebiyat, bir toplumun kültürel belleğini taşıyan en güçlü araçlardan biridir. Belleğini koruyamayan toplumlar yönünü, geleneğini, erdemlerini ve kültürel sürekliliğini de kaybeder. Kitap fuarları bu belleği canlı tutan biricik mekânlar olmalıdır. Çocuklar, gençler, aileler ve öğretmenler yazarlarla tanışmalı, kitaplar aracılığıyla kendilerine yeni düşünce alanları açmalıdırlar. Bugün fuarları ziyaret edenlere bu imkânlar yeterince sunulmamaktadır. Zira okurların ve takipçilerin sosyal medyada her gün izledikleri kişilerden farklı olarak alacakları bir şey de çok azdır. Yeni ve farklı yazarlarla, özgün isimlerle karşılaşmaları, okurların da okuma kültürünü ve entelektüel birikimini zenginleştirecektir. Bilhassa çocukların söz varlığının gelişmesi de bu okuma çeşitliliği ile mümkündür.
Bugün fuarların büyük çoğunluğu bu amaca uygun değildir. Son zamanlarda bu alanlar hız kültürünün ve ticarileşmenin etkisiyle yüzeyselleşmektedir. Halbuki edebiyatın ve kitabın doğası yavaşlık ve derinlik üzerine kuruludur. İnsan bazen yavaşlamalıdır. Çünkü insan okumak, anlamak ve üretmek için zamana ihtiyaç duyar. Popülerlik anlık bir ilgiyi, merakı ve hazzı getirir fakat kalıcılık yalnızca dil ve düşünce emeğiyle mümkündür. Bu nedenle, fuarlara geçici ilgiyle davet edilen bazı isimlerin kısa süre içinde unutulması da kaçınılmazdır. Geride kalan, asıl kalıcı olan ise daima dilin gücüne, emeğe ve kalıcılığa inanan yazarların mirası olacaktır.
Kitap fuarları bağlamında dünyadan bir temsil: Frankfurt
Bu sene dünyanın en köklü fuarlarından biri olan Frankfurt Kitap Fuarında geçirdiğim üç günde yaptığım gözlemler ışığında şu kanıya ulaştım: Frankfurt Kitap Fuarı birçok açıdan etkileyici bir örnektir. Sadece yayıncıların kitap sözleşmeleri yaptığı bir fuar değil aynı zamanda okurun da stantların bir kısmından kitap satın aldığı, yazarıyla sohbet etme imkânı bulduğu bir fuar. Hemen hemen her saatte yayınevi stantlarında küçük atölyeler, kısa söyleşiler, çocuklar için illüstrasyon alanları ve yaratıcı okuma etkinlikleri yapıldı. Bu örnek, kitap fuarlarının yeniden nasıl anlamlı kılınabileceğini göstermektedir. Çünkü nitelikli okur doğru kurgu ve bilinçli kültür politikalarıyla yetişir. Frankfurt Kitap Fuarının her köşesinde hissedilen o ilgi ve üretken atmosfer, bize edebiyatın hâlâ birleştirici bir güç olduğunu hatırlatmaktadır.
Ülkemizde bu vizyona en yakın örneklerden biri Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin bu yıl onuncusunu düzenlediği kitap fuarıdır. Görünürlüğü değil edebiyatı önceleyen anlayışıyla, kültürel mirasa vefa göstermiştir. Necip Fazıl'dan Cahit Zarifoğlu'na uzanan güçlü bir edebiyat damarını taşıyan bu şehir, edebiyat belleğini fuar aracılığıyla yeniden canlandırmıştır.
Kurumlara düşen sorumluluk
Bugün maalesef birçok belediye kitap fuarlarını sadece halkla ilişkiler çalışması olarak kurgulamaktadır. Bazı belediyeler için tek önemli konu, kitlelerin orada yoğun bir biçimde gözükmesidir. Oysa kültürel yatırımın ölçütü görünürlük değil kalıcılıktır.
Bir fuara ayrılan bütçe, birkaç yıl içinde unutulacak isimlere değil; çocuklara kitap erişimi, fuar içinde atölyeler, okur-yazar buluşmaları gibi kalıcı projelere yönlendirilmelidir. Fuarları öğrencileriyle ziyaret eden öğretmenler de çocuklarla birlikte yayınevlerini gezmeli, oradaki yazarlar ile tanışmalı, çocuklarda bir farkındalık oluşması için çaba göstermelidir. Öğretmenler çocukları fuarda büsbütün özgür bıraktığında çocuklar sadece poster ve hediyelik eşyalar alarak fuardan ayrılmaktadır. Çocuklarda nitelikli bir okuma bilinci oluşmasında okul ve öğretmenin de fuar ziyareti esnasındaki rolü büyüktür. Herkes üzerine düşeni yaptığında kalıcı güzellikler meydana gelir. Şunu unutmamak gerekir; bir ülkenin geleceği sosyal medya gündemlerinde değil, çocukların nitelikli kitapla ve yazarla kurduğu bağla biçimlenir.
Sonuç yerine: Sözün değeri
Bugün bir eşikteyiz. Kitap fuarlarını, popüler kültürün hızlı tüketim alanlarından biri olarak mı sürdüreceğiz, yoksa onları yeniden düşüncenin, sanatın ve ortak belleğin mekânı hâline mi getireceğiz? Bu soru yalnızca edebiyat çevrelerini değil, kültür politikalarını belirleyen tüm kurumları ilgilendirir. Çünkü kitap fuarları bir ülkenin kültür stratejisinin yansımasıdır; orada kimlerin davet edildiği, aslında bir toplumun neyi önemsediğini ve neyi önemsemesi gerektiğini de gösterir.
Edebiyat, toplumların kendini yeniden düşünme biçimidir. Fuarların niteliği, bu düşünme biçiminin seviyesini belirler. Eğer bir fuarda yazarlar değil de sadece popüler figürler konuşuyorsa, orada bir sorun var demektir. Burada okurun da sorumluluğu büyüktür. Nitelikli okurların sayısı arttıkça fuarlar da daha nitelikli olacaktır. Gerek kurumlar, gerek okur kitlesi bir revizyona gitmelidir. Tüm bunlar birbirini etkileyen unsurlardır. Elbette sağlam, derinlikli ve katmanlı okumaları olan insanların sayısının artması fuarların da niteliğini doğrudan olumlu yönde etkileyecektir.