‘Feryat ki feryadıma imdat edecek yok’

Şahin Emiroğlu / Yazar
14.12.2013

Ortak payda olarak Müslümanlık Pandora kutusundan dağılan cürufu örtmeye yetmediğine göre umulur ki, bu kış kıyamet sahih bir bahara, ferah bir sehere gebe olsun da oyun, oyun kurucuların başına devrilsin.


‘Feryat ki  feryadıma imdat edecek yok’

Müslümanlar aralarındaki farkları kabartıyor, perdeleri kalınlaştırıyor; muhtemel ihtilaf alanlarını ve mümkün fay kırıklarını bir polisiye, hafiye, medya vekeyfi ve tamamen dünyevi ve inceliksiz bir din dili ile ve buna mümasil hayli kalın bir siyaset dili ile derinleştiriyor. Yara açan, gönül kıran, köprü atan bu dil, zehirlenmiş bir dildir. Hazin olan, cepheden saldıran hasmın vereceği acının çok daha fazlasını aynı yöne bakan insanların birbirine reva görmesidir. Aynı kıble bile ortak payda değilse sadece ‘yesinler birbirini’ diyenlerin sevineceği bir kavganın neticesinden ne umuluyor?

Daha hazin olan, birbirine karşı İslam dilinin hoyratça kullanılmasıdır. Acilen nifak ve fitne alarmına ihtiyaç var ama alarm verilse bile sözüne itibar, davetine icabet edilecek bir melce ve makamdan yoksun bulunuyoruz. Buna sebep manşetlerde müzevirler, müfteriler cirit atıyor. Kalplerin telifinden, huzur ve sükundan hazzetmeyen kavga, vukuat isteyen bazı meslek erbabı zil takıp oynuyor. Olup bitenin aslını anlamak için daha çok medyaya abanmak insanın ruhunu daha çok karartıyor. Din dilinin keyfince kullanıldığı o ezoterik lehçenin şifrelerini kırmak da nifakı söndürmüyor ve insanı hiçbir bir manaya yöneltmiyor.

Allah’tan korkan kuldan utanan insanları birbirinin yüzüne bakamaz hale getirmeyi amaçlayan şu günlerde yakıcı bir veda yazısıyla bir yazarın insan yüzüne, “cemal ve celale” dair bir yazıyla “benden bu kadar” diyerek kalemini rafa kaldırması ve susmayı acaba kaç kişinin içini acıttı. Ateşe odun atmayan her sözün anlamsızlaştığı öyle bir hal ki tam da “feryad ki feryadıma imdat edecek yok” çaresizliği...

Nifakı bertaraf etmek...

Gözüne fer, dizine derman gelen her kavim, kabile, mezhep, meşrep ve topluluk, mensubu olduğu ümmette erimek ve hicapla yüzünü Allah’a dönmek yerine; çevrildiği çitin, konduğu miri malı arsanın, içinde alın teri olmadan devletin ya da milletin imkanlarıyla ördüğü tel örgünün içinde ya müstakil bir ümmet gibi ya marjinal bir örgüt gibi davranmaktan başka bir davranış geliştiremiyor. Bazısı bazısının duasından bile kendini berî tutmaya, yolunu ayrıştırmaya ve fakat altın, gümüş, bronz madalyaların hiçbirini de kimseye kaptırmamaya çalışıyor.

Artık tebliğin, davetin, hizmetin, güzel sözün, güler yüzün, kavli leyyin’in, tevazuun, dersin, sohbetin, uhuvvetin, dayanışmanın, saf tutmanın, diz kırmanın, gözyaşının, melalin, hüznün, boyun bükmenin, kurban derisinin, fitrenin, zekâtın, zikrin, fikrin, tespihin, duanın zamanı geçmiş de yeni bir evreye, beddua devrine, geçilmiş, yeni bir katmana varılmış gibi din dili terkediliyor, dinin üslubu incelikleriyle askıya alınıyor ve dinin gerektirdiği hal bırakılıyor.

Nasıl oluyor da oluyor? Nasıl oluyor da dindarlar nifakı bertaraf edecek din diline ve din üslubuna raf ömrü dolmuş bir dil ve üslup muamelesi yapıyor? Nasıl oluyor da hayatını İslam’a vakfettiklerini düşündüğümüz, fedakarlıklarına hayranlık duyduğunuz insanlar nerelerinde sakladıkları o meçhul öfke ve gazaplarını, kendi ifadeleriyle ‘münaferetlerini’, kameralar eşliğinde hışımla kınından sıyırıyorlar? Nasıl oluyor da onca merhamet, sevgi, şefkat, Yunus, Mevlana, Hacıbektaş, Hazreti Pir alıntısına rağmen tecessüs biriktiriyorlar? Nasıl oluyor da gönül sahibi insanlar erdemli toplum tasavvurlarını birdenbire Ahlak Masasına taşıyorlar? Nasıl oluyor da Gezinin dili minberden mabede sizi, bizi, hepimizi rehin alıyor? Yok mudur medyanın zehirlediği dışında bir Müslüman dili, duruşu?

‘Zamanın ruhuna’uygun bir fitne ateşi ile yüz yüzeyiz. ‘Bahar’ sandığımız ‘yalancı bahar’ tabii muhitimiz ve ümmetimiz için ağır bir zemheriye döndü. Zalimler ise zulümde hudut tanımayacaklarını bir kez daha Libya, Mısır ve Suriye’de gözümüze soktular. Bir insanın üzerine benzin dökerek kendini yakmasıyla İslam yurduna gelen yalancı baharın can kayıpları dışında bize galiba en büyük maliyeti fitne fücur oldu. Bu mevsimsiz bahar Müslüman muhayyilesinin ürünü mü, bunlar kendi dinamikleriyle mi yoksa hariçten proje mi diye içimizi çok kemirdi ama biz İslam yurdundaki statükonun değişme ihtimaline öyle hasret idik ve o ceberut tiranların sökülüp atılma ihtimaline öyle gönül indirmiştik ki o yalancı bahara adeta bile-isteye kandık, aldandık... ‘Biz demiştik’ diyenler ise baharla aldanmış, aldatılmış olmamızdan kendi hisselerine sevinç çıkardılar. Safdil olmamalarını, reel politiği, dünya güç dengelerini doğru okuduklarını ve bir bahar hayali kurmamış olmalarını haklılıklarına karine saydılar. 

Yangını çıkaranlar bölgesel yangını söndürme potansiyeli olan ülke ve liderlerin elini kolunu bağlamayı da muhakkak ki hesaplamışlar. Bu anlamda hiç de şarka/bize özgü olmayan aceleci, ateşli ve provakatif mühendislik çalışmalarıyla itibarsızlaştırılması, iktidarsızlaştırılması, gözden ve gönülden düşürülmesi gerekenler vardı. Bu günden geriye bakıldığında daha net görülen o ki, bir oldu bitti ile bölgesel yangına eklemlenmek istenen Gezi sayesinde bize de bir acil bahar kurgulandı ve Başbakan ‘Tayyip Erdoğan imgesi’ doğrudan ve tek hedef olarak yıkılmak istendi. Dahası o da ülkesi işgal edilen liderlerin başına örülen küresel çorap ile sert bir rüzgarın, sisler içinde bir fotoğrafın içinde medya marifetiyle acilen otoriter bir ‘nefret nesnesine’ dönüştürülmek istendi. 

Her simge gibi Gezi’nin, Gezi olmadığını toz duman dağılır dağılmaz ve hemen akabinde Mısır’da Mübarek’in elindeki kelepçenin sökülerek Cumhurbaşkanı Mursi’nin bileğine takılması, Taksim daha normale dönemeden Tahrir imgesinin bir günde Müslüman Kardeşler’den alınıp darbecilere verilmesi ve iktidardaki İhvanı Müslimin’in sadece darbeciler eliyle değil diğer Müslüman unsurlar ve dilinden zehir damlayan Ezher Şeyhi ve Mısır Müftüsü eliyle bertaraf edilmesi ve İhvan öncülerinin zindana gönderilmesinden ve Adeviye Meydanı’nın da linç edilmesinden sonra romantik devrimci Gezicilerimiz bile ketenpereye geldiklerini gördüler ve “hmmm” dediler.

Gezi’den geriye beş gencimizin kaybı ve yüreğimizi acıtan fotoğraflar ile bir dil kaldı. Hiç kuşkusuz zehirli ve müptezel bir dil. Eylemi kurgulayanlar değil ama dili kurgulayanlar sağlam bir prodüksiyon yapmışlardı. Cihangir-Nişantaşı hattında üretilen dilin karşı yakadaki Müslüman mahallesini bile ne ölçüde etkilediği ve zehirlediği görüldü ve son mahalle içi tartışmada herkesin hepimizin yüzünü kızarttı. Organize İşlere vakıf olanlar olup bitenleri hem bölgesel gelişmelerle birlikte hem de içten dikişli bir örgü var diyorlar. Yoksa Gezi ruhunu, Gezi dilini Müslümanlar satın mı aldı, ne oldu?

Çare aczdir

Ortak payda olarak Müslümanlık Pandora kutusundan dağılan cürufu örtmeye yetmediğine göre umulur ki, bu kış kıyamet sahih bir bahara, ferah bir sehere gebe olsun da oyun, oyun kurucuların başına devrilsin. Ne yazık ki, mesele dua, dilek, temenni ve minber dilinden ve konuşulabilme zemininden çıkarılarak mesele minberden, mabetten çıkarılarak Ahlak Masasına taşınmıştır.

Müslüman dallar, kollar, meşrep ve mezhepler içlerine kapanarak, kendi dil, ezber ve asabiyelerine gömüldüklerinde ve kulakları kendi seslerinden başkasını duymaz olduğunda tehlike eşiktedir demektir. Arka planında “şeytani iğva” olduğu besbelli bir husumet dalgası suları döve döve denizi köpürtüyor. Her vicdan sahibinin korkusu gemi delinir, fitne ateşi binayı sarar, mahalle tutuşur, perde yırtılır, insanlar birbirinin yüzüne bakamaz hale getirilirse hafazanallah neler kaybedilir? Kriz bölgelerine, gerilim temalarına,taraflara ve argümanlara bakınca kimsenin kendi diliyle konuşmadığı, karanlık odalardan ateşe odun atanların dilinin Müslüman mahallesini zapt ettiğive esasen dilimizin hiç de terbiye edilmediği görülür. 

Oysa biz Müslümanlar için fitne ve nifak zapt edilebilir, sürdürülebilir, yönetilebilir değildir. Fitne ve Nifaktahlil ve tetkik edilebilir de değildir. Keza, sütre ardına saklanmış, pusu kuran kimselerin kalpleri üzerindeki örtüyü teşhire de kimse muktedir değildir. Dolayısıyla fitne karşısında Müslüman acizdir, eylemsizdir. 

Zulme kafa tutulur, başkaldırılır, cihat edilir ama nifak ve fesat karşısındainsan acizdir. Nifak belki sadece ACZ ile bertaraf edilebilir. Yani münafığın süngüsü, hançeri sadece ACZ ile düşer, düşürülür. Nifak karşısında acz zavallılık değil, kölenin değil, hür adamın teslimiyetidir. Haliyle acz, çaresizlik değil, bizatihi çare olabilir. Acz boyun eğme değil; vazgeçme değil; kötülükle baş edemeyeceğini bilme hali ve vakarıdır. 

Aciz olanın, kul olanın merhamet ve adalet terazisini tersyüz etme, masayı devirme,  azmanlaşma, camı çerçeveyi kırma, pusu kurma ihtimali azdır/yoktur. Keza aciz olanın şeytanın atına binme ihtimali de azdır/yoktur. Şeytan kuşkusuz herkesi, güçlü zayıf, donanımlı donanımsız herkesi dize getirmek, terkisine almak ister. O her güç yarışını kazanmak ister ama İslam’ın kriteri güç, kudret, başarı, madalya değildir. 

Müslüman olan, kul olan, rüku ve secde eden başkalarının günahlarından kendine koleksiyon yapamaz,galeri açamaz. Öfkesini yemek, yutmak zordur. Buna karşın kaidesizin, bozguncunun, hafiyenin, fitnecinin işi kolaydır. Kulolan, ‘yar yüzüne bakan’kendinden emin olmadığı gibi başkası adına da hicap duyar. Hesaba inanan din dilini ok olarak, silah olarak kullanamaz.Mayasını bilen, dinin diline zehir katamaz. Onun vasfı acze düşmek, Allah’tan korkmak, kuldan utanmaktır. Fitne fücur, nifak ve münafıkla baş edemediğinde sükuta çekilmek, kalbine gömülmektir. 

Nifak suyu yakar 

Aczden utanmamalı, yüksünmemelidir. Aslı gibi olan aciz olandır. Nifak karşısında gazaba gelmemeli, şeytanın atına binmemelidir. Sözün,retoriğin cazibesine kapılmamalı, lafın tamamını söylememelidir.Yoksul ümmetin alın terini, emeklerini, göz nurunu kendi namı hesabına saymamalı,Müslümanların kalbini kırmamalı, kendini ve kimseyi zehirlememelidir. Nifak ile aynı aklı yürütmemelidir. Fitne kazanının dibi tutuştuğunda ateşe üflememeli, odun atmamalıdır. Zira nifak baş edilebilir, zapt edilebilir, tahlil ve analiz edilebilir değildir. Nifak suyu bile yakar. Nifak her yeri Kerbelâ kılar, her tarafı susuz bırakır. 

“Çok riyakar var veli görünür/ İbn-i Mülcem iken Ali görünür.” Nifak karşısında’acze düşecek adam mıyım’ dememeli, mümkünse sadece acze düşmelidir. Fesat karşısında “kimseye pabuç bırakmam” dememeli, mümkünse pabuç bırakmalıdır. Acze düşmeyecek kuvveti kendinde vehmetmemeli, kendini garanti kapsamında, kurtuluş beratlı, hakikate sigortalı, aşılı, zırhlanmış görmemelidir. Kendinden başka Müslümanları gayretullaha dokunan cüretkâr nabekarlar gibi görmeve gösterme insafsızlığından sakınmalıdır.

Dua etmelidir. Dua aczdir. Dua baş eğme,  boyun bükmedir. İstikamet üzere olmak için ayrı, istikamet üzere kalmak için ayrı dua etmelidir. Asıl olan kulluktur. Buğday, dane, darı, bir şey değildir. Rekorlar, ödüller bir şey değildir. Güç, kuvvet bir şey değildir. Az sütre gerisine çekilmeli, az yutmalı, yutkunmalıdır. Kendinden az şüphe etmeli. Dünya niye bize kendini sunuyor diye az biraz endişe etmelidir. Dünya hayli zamandır bize ‘ya benimsin ya kara toprağın’ diyor, niye diyor. Dünya mı bizden murad almak istiyor, biz mi ondan? Dünya bize beni al, kendini erteleme, bir daha gelmeyeceksin dünyaya diyor. 

HASILI:Acz şeytanın hevesini kursağında bırakacak yegane haldir. Aksi halde iki Müslüman kavga ederse ikisi de sadece kavgayı değil her şeyini kaybeder.