Fethullah Gülen’in 28 Şubat mütalaaları...

İsmail Müftüoğlu/Adalet Eski Bakanı
22.03.2014


Fethullah Gülen’in 28 Şubat mütalaaları...

Hizmet hareketinin lideri olarak bilinen Fethullah Gülen’in son günlerdeki açıklamaları ile 28 Şubat 1997 Post-Modern darbesini onaylayan açıklamaları arasında maalesef tezatlar bulunmaktadır. 

Biz burada Fethullah Gülen’in geçmişi ile ilgili açıklamalarda bulunacak değiliz. Ancak, siyasi tarihimizde önemli bir süreç olan 28 Şubat sürecindeki düşüncelerini ve Gülen cemaatinin yaklaşımlarını sıralamadan da geçemeyeceğiz. 

28 Şubat askerî darbesi o dönemin meşru ve seçilmiş Refah-Yol hükümetini iktidardan düşürmek isterken, Gülen hareketi bu girişime ve sürece haklılık payı vermekle tarihe geçmiştir. Tarihindeki bu kara lekeyi temizlemek için, bugün olduğu gibi, her fırsat doğduğunda mutlaka 28 Şubat karşıtı açıklamalar yapmaktadırlar. 28 Şubat günlerinde, neredeyse tek sorumlu olarak Erbakan’ı gösteren hareket, daha sonra operasyonun nasıl gerçekleştiğini ortaya koyan arka plan araştırmalarını görünce, ortaya çıkarılan onlarca şaibeli ilişki, mizansenler, Erbakan hükümetini güç durumda bırakan tezgâhlar bir bir ortaya konulunca, ağız değiştirmiştir.

Daha sonra, 28 Şubat sürecinin anti demokratik bir süreç olduğunu tespit ettikten sonra da, gazetelerinde 28 Şubat bir darbedir demişlerdir. Oysa daha önce ve 28 Şubat sürecinde, sivil kuvvetlerde görev yapanların darbeyi önlediklerini ileri sürüyor, 28 Şubat’ın darbe olmadığını ispata çalışıyorlardı. Böylece, yardım ve yataklık faturasını ödemekten kurtulmayı ve hatta ödüllendirilmeyi bekliyorlardı. 

28 Şubat günlerinde Erbakan’ın; “İşi yüzüne gözüne bulaştırdığı”nı iddia edip, görevi bırakması gerektiğini söyleyen hareket, yıllar sonra; “12 Mart’ta muhtıra Meclis’te okundu, 28 Şubat’ta MGK’nda görüşüldü, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti, Necmettin Erbakan ise istifaya zorlandı. Her ikisinde de parlamento ve siyasetin tabiatına aykırı hükümetler kuruldu” demek suretiyle bir nevi günah çıkartmaya çalıştı.

Gülen hareketi, acaba bu durumu bilerek mi Erbakan’ın görevi bırakması gerektiğini savunuyordu, yoksa bu durumu bilmeden, Erbakan’ın gerçekten kusurlu olduğuna, bu olan bitenin onun yüzünden yaşandığına, samimi olarak inanıyor muydu?

Eğer böyle ise, bu durumda hareket 28 Şubatçılar tarafından, tepe tepe kullanılmış olmayacak mıydı? Yok, eğer işin içinde ne olduğunu bildikleri halde, Erbakan hükümetinin çekilmesi gerektiğini söyledilerse, bu durumda da kendi grup menfaatlerini korumak için her şeyi feda edebileceklerini göstermiş olmuyorlar mıydı? Müslümanların geneli ve milletin menfaatleri ile hareketin menfaati çatıştığında, demek ki gözleri ne milleti, ne de Müslümanları görmeyebiliyordu. Gülen, 28 Şubat sürecinde darbecilerin yanında görülmesi ile ilgili meseleyi, yıllar sonra Milliyet gazetesinde yaptığı açıklamalarda; “O mevzuda üslubumu kırdığım, çatlattığım da oldu. O günkü iktidara karşı endişe ediyordum. Genel tavırları itibariyle bu düşünceyi besliyorlardı. O düşünce onların o tavır ve düşünceleri üstünde gelişiyordu. Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı kendime göre saygısızlık sayıyorum. Çünkü şimdiye kadar öyle konuşmadım, öyle düşünmedim. Ama o gün bir TV kanalında yüzlerine, gözlerine bulaştırdılar gibi yakışıksız bir lafla meseleyi ifade ettim. Onlar duyduğum endişenin ifadesi idi” diyerek ifade etmiştir. Diğer taraftan, Kanal D’de Yalçın Doğan’la yaptığı bir konuşmada; “MGK kararları belki bu şekli ile tavsiye niteliğindedir. Bazıları bunları muhtıra şeklinde algıladı. Bu kararlar bu şekli ile gelişmiş demokrasilerde anti demokratik bulunabilir. Fakat şurası da bir gerçek ki, Millî Güvenliğin hal-i hazırdaki konumu Anayasal bir takım esaslara dayandırılmıştır. Yani MGK her şeyi aşarak, kanunları aşarak, parlamentoyu aşarak, Anayasayı aşarak kendi kendine bu konuma yükselmemiş, oraya gelip oturmamış ve millete gelip karar yağdırmıyor. Yani Anayasal bir müessesedir... Bana göre onlar masumdurlar” demiştir.

Gülen, 28 Şubat’a mecburen gidildiğini savunup, bütün kusuru Müslümanlara yüklerken, şöyle diyebilmiştir; “İşi, ta başında böyle özür dilerim sulandırmış olacağız. Fakat din adına şov sayılabilecek davranışlara girmenin hepsini hemen bu kategoride mütalaa edebiliriz. Zannediyorum her kesimde bu tür şeyler oluyor. Daha fazla tavzihe gerek yok ama sokaklarda def çalıp, zikir yapanlar oldu. Tekkelerine kamera götürüp orada yaptıkları şeyleri tespit edenler oldu. Sonra televizyonlara verenler kim, bilemiyorum. Belki de satanlar oldu. Bütün bunları dinin ruhundaki Allah’ın rızası ile irtibatla, ihlâsla irtibatla, öz yüreklilikle irtibatla mülahaza etmemiz mümkün değil.” Fakat bilinen odur ki, Fethullah Gülen hareketi, Fethullah Gülen’in gerçek kabul edip, eleştirdiği olayları, ilerleyen günlerde mizansen olarak göstermiştir. O günlerde Gülen, Müslümanların Laik kesimlere yönelik ağır tahriklerinden bahsetmiş ve neredeyse gelen sert dalgayı makul karşılamak gerektiğini söylemiştir. 

‘Emaneti teslim etsinler’

Fethullah Gülen, 28 Şubat’ta Erbakan’ı hep uzlaşmaktan uzak durmakla suçlamış ve “Beceremedik, bağışlayın, bu işi yüzümüze gözümüze bulaştırdık diyebilirlerdi” demiş, Fethullah Gülen ayrıca; “Yapamadılar, emaneti teslim etsinler” demiştir. Erbakan hükümetini devirmek isteyen darbecilerin yardımına Gülen’in koşması, akıl kârı gibi değildir. En kritik ve en sıcak günlerde, hükümete karşı tavır alıp, hatta bununla da yetinmeyerek, aktif faaliyet içinde yer aldıktan ve her şey olup bittikten yıllar sonra; “Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı kendime göre saygısızlık sayıyorum” demek suretiyle, kenara çekilme hakkına sahip değildir. Bütün bunlara rağmen merhum Erbakan’a Gülen’le ilgili sorulan bir soru üzerine, Erbakan; “Biz Fethullah Gülen’le beş vakit namazda buluşuyoruz” demiştir. Gülen ise; “Ben Erbakan’la ruhlar aleminde bile bir araya gelmedim, ruhum ona hiç ısınmadı” diye beyanda bulunabilmiştir. Şimdi ise Erbakan’ın son partisi olan Saadet Partisi’ne sığınma gayretlerini anlamakta zorlanıyoruz. Üstelik Saadet Partisi’nin üst yönetiminin, Fethullah Gülen’in bu açıklamaları hiç olmamışçasına, hizmet hareketine kucak açması da düşündürücü değil midir? 

Fethullah Gülen’in söyleyip, bir daha nedamet duyarak, özür dilediği açıklamalar sadece bunlardan ibaret değildir. Ayrıca Fethullah Gülen, Atatürk’le ilgili yaptığı önceki bir açıklamayla ilgili olarak, 23 Haziran 1999 tarihinde; “Ulusuna, milletine laf ettirmeyen cephedeyim. Atatürk’ü hedef alan sözlerim sürç-ü lisan” demek suretiyle özür dilemiştir. Dünya çapında bir insan olduğu iddia edilen Gülen’in bu zikzaklarının altında ne yattığını, sorgulamak gerekir. Ayrıca, Gülen cemaatine ait Aksiyon dergisinde; “28 Şubat bir toplum mühendisliği projesi idi... 28 Şubat bir ekonomik vurgundu. Ülke kaynaklarını belirli kanallara akıtmak için oluşturulan puslu havaydı. Batan bankalar eliyle cebimizden çıkan milyonlarca doların buharlaşma serüveni idi. Kendi zengininin önünü açma operasyonu idi... 28 Şubat bir yalan rüzgârıydı... 28 Şubat siyâsî bir operasyondu... 28 Şubat bir cuntaydı. TSK içindeki kliklerden birinin iktidarı ele geçirme oyunuydu... 28 Şubat kendinden sonra gelecek müdahalelerin pilot uygulamasıdır” (Aksiyon, 23.02.’09) ifadelerinin yer alması da, hatadan dönülmesi anlamına gelmez. Zira, yerli yersiz açıklamalar, tarihe düşen notlardır. Hükmü verecek olan tarihtir. Gülen grubunun hükümetle paralel olarak Ergenekoncuların üzerine gidip, 28 Şubatçı darbecilerden hiç bahsetmemesi de, manidar değil midir? Hemen ifade edelim ki, son günlerde ülkemizde cereyan eden olaylardan herkes gibi biz de üzüntü duyuyoruz. Ancak üzüntümüz, nedamet açıklamaları yapmalarına rağmen, hizmet hareketinin Milli Görüş’e ve onun liderine karşı takındığı tavrı hazmetmemize yetmiyor. Diğer taraftan Saadet Partisi yönetiminin kendilerine yaklaşımlarının arka planını da anlayabilmiş değiliz.      

[email protected]