Fetih ile fetih

İsmail Öz / Sosyolog-Yazar
4.06.2016

Fetih merkezinde yaşanan‘tarihten referans alma’nın en anlamlı yanı şudur: Yakın tarihimizdeki diğerleri gibi îcad edilmemiş olması ve kahramanlarının zaferini öne çıkarmasının yanında, iktidardakilerle milletin ortak talebini ortaya koyması. Bu sebeple, referans noktası olarak alınan bu değerler, çatıştıran değil birleştiren bir fonksiyon üretmektedir.


Fetih ile fetih

İsmail Öz / Sosyolog-Yazar

“Toplumlar, tarihlerini çökerken ya da yükselirken daha çok merak ederler.”

Karl Mannheim

Bu yazıda, “Tarih nedir?” sorusuna Edward Hallett Carr kadar güzel bir cevap veremeyeceğim için yeni bir cevap arayacak değilim. Fakat tarihsel direnç noktalarının yaşatılmasının ne denli önemli olduğu, tarihçilerin dikkatinden kaçmamıştır. Bu dikkat benim gibi tarihçi olmaya çalışan birinin de dimağına doğal olarak sokulmuştur. Bu sebeple tanımdan ziyade dikkat çekme çabası olarak değerlendirilebilecek bir yazı olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim   Tarih boyunca neredeyse bütün iktidarların yönetim anlayışlarına göre değişen, geleceğe bir projeksiyon oluşturma gayretleri, arzuları hatta mecburiyetleri olmuştur. Bu, geçmişten geleceğe tutulan aynadan yansıyanlar ya da yansıtılanlar, bazen toplumların genleriyle, inanç kodlarıyla birebir uyum içerisinde olmuş bazen de bir çatışmaya dönüşmüştür. Hiç kuşku yok ki çatışmacı eğilimde olan ve toplumların üzerine tepeden inen idareler, kendilerini köklü bir geleneğe ait-miş gibi göstermek için yine yönlendirebildikleri “tarihçileri” eliyle kendi tarihlerini yazdılar. Bunu yaparken de “Ufalanmış Tarih” diyen François Dosse’yi hatırlatan bir icranın aktörlüğüne soyundular. Toplumunun genleriyle uyumlu hareket edemeyen, tepeden inmeci ya da buyurgan anlayışlar, Batı ülkelerinin tarihinde olduğu gibi Doğu ülkelerinin tarihinde de vardır. Kendi tarihlerinden öç almak isteyenler çoğu zaman kendi milletleriyle çatışmak zorunda kaldılar. Çünkü toplumun hafızasını silmek için onlara “Hayır, siz yanlış gördünüz!” demeyi gerektiriyordu; bunun karşısında “Biz doğruyu gördük.” deme cesaretini gösterenlerin ise sindirilmesi.

Seneca haklıydı

Fakat bu tutum içerisinde olan zalim yöneticiler sanki Milâdî 1050’li yıllarda yaşamış bir düşünce adamı olan Seneca’nın söylediği ve bugünkü modern sosyolojinin dahi belki üzerine çıkamadığı şu sözü duymamış gibiler; “Öç alma sebebinden önce öç alma isteğinin ortadan kalkması gerekir; aksi halde tıpkı kesilen ağaçların pek çok dalından filiz sürmesi gibi, kralın zalimliği de düşmanların sayısını giderek artırır; zira katledilenlerin ana babaları ve çocukları, hatta yakınları ve arkadaşları da her bir katledilenin yerini alır.”

Nitekim “tarih silme” işlemi uygulayanların çoğu zaman başvurduğu yöntem, o tarihi taşıyan beyinlerin ya da kitapların yok edilmesi anlamına geliyordu. Her şeye rağmen gerçekler buldukları ilk yeşerme fırsatından yaralanarak çoğaldı çoğaldı ve nihayet, genel manada insanlık özelde ise milletler yok edilenlerinin yerini aldı. Bu, bizim yakın tarihimizin de bir gerçeği idi. Bu yeşermenin ilk nüveleri 1946 yılındaki Yalta Konferansı’yla atıldı. Daha sonra ise 1950 yılında ilk filizini Demokrat Parti’yle verdi. Sonra çoğalarak ve her bir dönemle yeni ivmeler kazanarak geldi. Nihayet bugün fetih kutlamalarında meydanları dolduranlar da aslında tarihi silmeye çalışanların bir kez daha yenildiğini gösteriyor. Yani zalim Nero’ya haykıran Seneca haklıydı dercesine, şimdi de  “Tek-Parti yanlış yaptı ve bu yanlışta bizi çoğalttı” diyorlar.    

Bu uyum ve çatışma süreçlerinin tarihi seyrini elbette uzun uzadıya ve çok daha fazla örnek üzerinden vermek gerekirdi ama bu, yazının hacmini fazlaca aşacaktı. Bu sebeple ancak çok üst bir bakışla, tabir yerindeyse teleskobik bir yaklaşımla değinip asıl söylemek istediklerimize gelmek durumundaydım.

Dünyada olduğu gibi bizde de bir gelenek îcad etmek isteyenlerin aynı şekilde bir de tarih îcad etmeleri gerekliydi. Sebebiyse tıpkı Batılıların yaptığı gibi medeniyetin tek sahibi olarak kendilerini göstermek adına, Selçuklu ve Osmanlı gerçeğini silmelerinin gerekliliğidir. Batı bunu yaparken bizdekiler de aynı gerçekleri farklı gerekçeler için inkâr ettiler; tarihin tek sahibinin kendileri olduğunu vurgulamak ve bu kurguya da tüm gelecek nesilleri inandırmak, inkârlarını gerçek-miş gibi göstermek adına yaptılar. Sadece inkâr etmekle kalmayıp bir de diğerlerini bu inkâra zorladılar.

Harflerin değişimi, dilde sadeleştirme gibi çok bilinenin detayına girmeyeceğim. Ama bu değiştirmelerin, etkileri bakımından bahsi geçen inkâr ve inkâr ettirmenin en önemli araçlarından biri olduğu gerçeğini de vurgulamadan geçemeyiz. Bazılarının ifade ettiği gibi “basit bir alfabe değişimidir” cümlesindeki kadar hafif olmadığını da çok iyi bilmemiz gerekir. Nurullah Ataç gibi isimlerin başını çektiği “dilde sadeleştirme” hareketleri ile gelinen noktada asıl tahribatın uydurma kelimeler olduğu ve devasa bir hazinenin unutturulduğu gerçeğidir. Mesele sadece “harf” olsaydı en azından eski kelimenin yeni harfle yazılması olabilirdi. Ben yeni ve uydurmaca kelimenin yeni harfle yazılmasının getirdiği cehaletten bahsediyorum.  

Tüm bu unutturma çabalarının ardından gelinen şimdiki nokta ise 2002’de “Yeni Türkiye” için yeni bir projeksiyon belirleyen bir Başbakan, bu projeksiyonunu Cumhurbaşkanlığı döneminde daha da ilerleterek Çanakkale Zaferi’nin yanına İstanbul’un fethini, Kutü’l-Amare’yi de ekleyerek yeni nesillere bir direnç noktası olarak sunuyor. Bu fethi ve zaferleri, adeta “yeni nesillerin yeniden fethi” için bir çıpa olarak öne çıkarıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan uzun bir dönemden beri Batı karşısında yenilmiş, öz saygısını kaybetmiş ruhların, bu fetihle yeniden aslına döneceğini, yüksek bir inançla öne çıkarıyor. Zira bu zeminden ilham alarak en önemli çıkışı da Davos’ta ilk olarak kendisi yaptı. Kendisine ve milletine rol biçmeye çalışanları ilk olarak orada azarladı. Bu haykırışla “hüsran olacağız” diyenler kendi iklimlerindeki mevsim dönüşünden habersizdiler ve yanıldılar. Yenilmekten korkanların Davos şiddetindeki ikinci ve en önemli korkusu bir kez daha Rus uçağının düşürülmesiyle depreşti; son gelişmeler gösteriyor ki bu raundu da iklimi değişenler ve onların önünde ilerleyen Erdoğan kazandı.

Erdoğan, Fatih’in “küçük fetih” dediği kılıçla fethin önemini de azaltmadan, en önemli vurguyu da yine onun “büyük fetih” olarak yorumladığı, İstanbul’un ilmî ve kültürel fethine yapıyor. Cumhurbaşkanı bu tavrıyla da; “Fetih, sadece yıldönümlerinde şaşaalı törenlerle kutlanan bir ‘mit’e dönüşmemeli ve hayatın içinde yaşamalıdır” diyor. Çünkü “Tarihine hükmedemeyenler geleceğine de hükmedemez” anlayışı, referansını yine tarihten alan önemli bir tecrübeye de işaret ediyor.

Yani “fetih” bizi her gün yeniden fethetmeli aslında. Bir öğrenciyi daha başarılı bir öğrenmeye motive ederken, bir mimarı her yeni inşa ettiği eserinde, bir anneyi büyüttüğü her çocukta, bir yöneticiyi attığı her adımda yeniden fethetmeli fetih.

Her milletin, yolunu kaybetmemek üzere tutunduğu tarihi değerleri vardır. “Geçmişte yaşanmış ama geçmemiş” hatta çağ kapatıp çağ açmış bir fethin, yenilmemek için yenilenmeye mutlak vurgusu da son derece önemlidir. Kendi iç yenilenmesini sürekli başarmış bir partinin de kurucusu olan bir Cumhurbaşkanının proaktif pek çok yöne vurgu yapan bir fethi bu denli önemsemesi, fethin çok katmanlı başarısının, kendi çok katmanlı hedeflerine istikamet vermesi cihetiyledir. Başkanlık ve yeni anayasa tartışmalarının ortasındaki Türkiye’nin kararlılıklarına vurgu yapması da ayrıca önemlidir.

Çatışan değil birleştiren

Ayrıca fethin bu katmanlı sosyolojik okumasının 2023, 2071 hedefleri bakımından ne ifade ettiği de çok net ifade edildi. Bu ‘tarihten referans alma’nın en anlamlı yanı ise şudur: Yakın tarihimizdeki diğerleri gibi îcad edilmemiş olması, kahramanlarının zaferini öne çıkarması yanında, iktidardakilerle milletin ortak talebini ortaya koyması. Bu sebeple, referans noktası olarak alınan bu değerler, çatıştıran değil birleştiren bir fonksiyon üretmektedir.

Dolayısıyla bu referans noktaları, onları öne çıkaran liderin toplumsal yansımasını da köklü hâle getiriyor. Hedeflerini ise daha da berraklaştırıyor.        

 

[email protected]