FETÖ bir zihniyettir!

Ercan YILDIRIM / Yazar
25.03.2017

İslami kesim ile FETÖ’nün ayrışması neoliberal İslamcı tezlerin 2015 yılında iflasıyla mümkün oldu. 17-25 Aralık sürecinden sonra “dahi” FETÖ’yle “ruh-zihin” birlikteliğini hala kuran pek çok mahalle fedaisi bulunuyordu. 2015’te milli ve yerli kavramlarının piyasaya çıkması, neoliberal İslamcılık kadar “FETÖ zihniyeti”nin de tasfiyesini getirdi.


FETÖ bir zihniyettir!

15 Temmuz darbe girişimi Türk siyaseti, fikir hayatı ve dini düşüncesinde çok büyük sorunlara yol açtı; varolan meselelerin ne kadar büyük, ne kadar derin olduğunu bir anlamda yüzümüze de vurdu. FETÖ merkezliliği darbe girişiminin akim kalmasını beraberinde getirdi; o zaman darbeye dayalı siyasi geleneğimizi burada sorgulamamız için yeni bir gerekçeye de sahibiz artık. Fakat darbelerin uluslararası bağlantıları olmadan gerçekleşmeyeceği yorumunu, hem FETÖ’nün hem askerin dünya sistemiyle bağını bir kez daha tartışmaya açabiliriz. Esasında mesele biraz da Amerikan dünya sisteminin yönetim mantığıyla ilgili.

II. Dünya Savaşı boyunca bıyıkları Hitler kıvamına getiren Tek Parti idaresinin Almanya’yı kromla beslemesi İngiltere’yi çok sinirlendirmişti; Anglosaksonlar eni konu bilendiler Türkiye için... Savaşın müttefikler lehine döneceğinin anlaşılmasıyla İsmet İnönü ABD’ye “demokrasiye geçiş” için garanti veren mektuplar yazıyordu. Demokrasiye geçmek ABD dünya sistemine dahil olmak manasına geliyordu.

Tasavvuftan cemaatlere

ABD dünya sistemi “denetimli serbestlik” anlayışı çerçevesinde Türkiye’yi çevre ülkesi olarak konumlandırdı. ABD siyasi muhafazakarlığı dini serbestlikleri, ritüelleri, kültleri, her türlü muhalefeti, moral unsuru “üretimin artışı” için gerekli görüyordu. Demokrat Parti uygulamalarıyla birlikte dini alandaki yasakların kaldırılması, İslami gelişim adı altında yepyeni “cemaat”leri ortaya çıkardı.

27 Mayıs sonrasında Türkiye’de dini hayat “cemaatler” üzerinden yürümeye başladı. Cumhuriyet idaresi tasavvuf ve tarikatlara, geleneksel dini yapılara sert tedbirler getirdiği için dip akıntı şeklindeki klasik yapılar demokrasi evresinde bile geleneksel fonksiyonuna bürünemedi. Onun yerine ‹silsile›si olmayan cemaatler kamusal alanda dini hayatı, bireyi kuşatmaya başladı. Cemaatleşen dini örgütlenmeler nedeniyle ‘silsile’ takip eden tarikatlar da yavaş yavaş cemaat mantığına bürünür hale geldi. Artık cemaatler kamusal alanın dini temsiliyetini sağlayan unsurlardı.

Klasik tarikat yapısında birey dünyadan kendini sakınıp, medeniyetin baskılarından İslam’ın kanatları altına girmeye çalışırken cemaatler, bireye, dünyaya daha çok sarılmayı, kendini yetiştirip kariyer elde etmeyi salık verdi; yapının şirketleşerek yarışta öne geçmesini, daha çok para, daha çok güç, daha çok nüfuz elde etmeyi hedefledi.

Zamanla sadece varolmak amacı birinci olmaya, kamusal alanı işgal etmeye dönüştü. Cemaatlerin, bilhassa DP ile kırdan kente göçün yol açtığı taşra açlığının sonucunda nüfuz kazanma aşkını dünya sistemi çok da iyi gördü, kullandı. DP sonrası yükselen cemaat yapılanmasında elbette açık ara Nurculuk önde gitti. 1970’li yıllardaki çatallanmaya rağmen Nurculuğun farklı ekolleri farklı angajmanlar içine girdi.

İslami bir cemaat mi, cemaat mi, örgüt mü, tarikat mı, soruları FETÖ’yü tanımlamak için kullanılır. Bu açıdan siyasi mi yoksa dini bir organizasyon mu olduğunu pek çok sorgulayan da çıkar. FETÖ’nün İslami hassasiyetleri yüksek insanların bir araya geldiği cemaat yapılanması iken sonradan ‘bozulduğu’ yargısı sahici ve samimi olmadığı gibi aynı ‘operasyon’un bir sonucu.

FETÖ, içinden çıktığı yapıda, ABD’nin yeni dünya sisteminin getirdiği din yorumunu, kullanışlı olabilecek cemaat portresini en iyi anlayan, en reel, en gayretli, en organize ve yetenekli yapılanma oldu. Daha ilk günden belki de normal bir vaiz iken ‘istidatları’ farkedilen Gülen’in büyümesi yeni dini hareketler ihtiyacının bir sonucu olarak da belirdi. 27 Mayıs rejiminin İslami kesimle birlikte milliyetçi ve sosyalistlere de kancayı taktığı, yeni aktörleri, yeni grupları parlattığı dönemde, hayatı zaten “istihbarat yöntemleri”yle okuyan Gülen’in, yaşamının her aşaması, tedbire dayalı örgütlenme süreciyle geçer. Burada kıstaslardan biri darbe dönemleridir.

Neoliberalizm ve 12 Eylül

Türk düşüncesinde darbelerin fikriyata, siyasete, kadro teşkiline baktığınızda pek çok kişinin, grubun, fikri söylemin darbeyle tasfiye edildiği, yerine yeni kadroların, yeni grupların, üç tarz-ı siyaset ekseninde yeni söylemlerin kurulduğu görülür. Gülen’in hiçbir darbede zayıflamaması tam aksine güçlenmesi, hatta uluslararası bağlantılarını çok daha sıkılaştırması, dünya sisteminin aşırı desteğini aldığına işaret eder. Öyle ki 80’li yıllarda bile ‘çekirdek’ hariç üye portresinin ‘hizmet’ kalıbı etrafındaki organizasyonu, neoliberalizmle, Özal’ın cemaatleri kamusal alana taşıyan politikasıyla doğrudan etkilidir.  1990’lı yıllar neoliberalizmle klasik sistem arasındaki çatışmaları gösterir Türkiye’de. FETÖ, artık sistemin cemaati olma aşamasından FETÖ sınıfına 90’lı yıllarda geçiş yaptı. Koalisyonların verdiği ‘istikrarsız’ ortam içinde, en kalitelileri, en vasıflıları, en seçkinleri memleket evladıyla buluşturmaya da başladı. Şirketleşme, medya, sivil toplum gibi her alanda ‘kalite’yi temsil ettikçe, organizasyon yeteneğini artırdıkça, yeni yeni sahalara daldıkça cemaatin örgüte dönüşmesini gerçekleştirdi. 90’lı yılların ortasında ‘akil adam’ fonksiyonunu, İslami grupların üzerinde olduğu fikrini, gücü, zamanın ruhunu ortaya koyan Gülen, bir arada yaşama, hoşgörü söylemini icra ettikçe ‘diktatörlüğe’ evrilecek yapılanmayı geliştirdi. Bu bakımdan 90’lı yıllardaki “neoliberal İslamcılık” tezlerinin FETÖ tezleriyle örtüştüğünü söylemek de mümkün; Ali Bulaç’ın ‘zihnen’ aynı yerde bulunması bir tesadüf olmasa gerek!

Esasına bakılırsa İslami kesim ile FETÖ’nün ayrışması neoliberal İslamcı tezlerin 2015 yılında iflasıyla mümkün oldu. 17-25 Aralık sürecinden sonra ‹dahi’ FETÖ’yle “ruh-zihin” birlikteliğini hala kuran pek çok mahalle fedaisi bulunuyordu. 2015’te milli ve yerli kavramlarının piyasaya çıkması, “neoliberal İslamcılık” kadar “FETÖ zihniyeti”nin de tasfiyesini getirdi.

FETÖ kimliği ve üç sorun

İşin bam teli de burada kopuyor esasında... FETÖ nedir? FETÖ dünya sisteminin, NATO-Gladyo’nun, Amerika’nın bir örgütüdür, maşadır, ihanet şebekesidir, cemaattir, gruptur... bunların hepsi doğru fakat aslında FETÖ bir zihniyettir.

ABD dünya sisteminin belirlediği İslami anlayışın çok daha istihbarat, çok daha örgüt hiyerarşisi barındıran sonucudur. Bu açıdan FETÖ’nün “isteyip de elde edemediği” kişi, grup, cemaat, partinin ‘çok az’ olduğu müşahede edilebiliyor.

Türkiye’deki İslami grupların, cemaatlerin örgütlenme yapısı açısından FETÖ’ye öykündükleri, benzer yöntemleri birebir aldıkları bilhassa 15 Temmuz ile âyân oldu. FETÖ’den boşalan yeri doldurma talebi cemaatlerin Yalta sonrası düzenin İslam anlayışının bir sonucu. Bu açıdan Türkiye’de temelli bir din sorunu, sistem sorunu, devlet sorunu bulunuyor.

Din sorunu, bahsettiğimiz gibi dünya sisteminin, adı, “ılımlı İslam” olsun ya da olmasın doktrin boyutuyla ilgili. FETÖ lideri Gülen’in pek çok kişi tarafından dile getirdiği gibi mehdi tavrı, güce tapınma, devleti ele geçirme, kendi din yorumunu tüm İslami gruplara egemen kılma, tek olma, dünyevi iktidarı mistik iktidar üzerinden elde etme, yeri geldiğinde siyasi, istihbarat desteğini alma, uluslararası güçlere başvurma metodunu uygulama, alçakgönüllülük ile riyayı bir arada yürütebilme, kendinden olsa bile müntesiplerini bile herkesten şüpheli olmaya itme, feda kültürünü sistemleştirme pek çok grubun uhdesinde, hayallerinde zaten var. FETÖ’yü öne çıkaran, uluslararası bağlantıları, para toplama sistemi nedeniyle kaliteyi, yüksek standardı hedeflemiş olmasındır.

İkinci olarak sistem ve devlet sorunu... FETÖ devlete sızdı mı, yerleştirildi mi, meselesi... 1980’lerin ortasından itibaren yani 12 Eylül Kemalist rejiminin en koyu olduğu dönemde FETÖ elemanlarının askeriyeye girdiğini öğreniyoruz.

90’lı yıllarda bu, devletin öteki birimlerine de sirayet etmiş. Sızma ile yerleştirilme arasındaki o ince çizgide anlaşılan o ki FETÖ başarılı olabileceğini ispatlamış, 90’lı yıllardaki gelişimi bunu işaret ediyor.

Fakat görünen o ki Gülen’in ABD’ye sığınmasıyla artık yapıyı “profesyoneller” devralmış; 2000’lerde cemaatteki yeni kadrolar, teknolojik üstünlük, istihbarat yapısı, ince ince işlenen ve ihtimallere dayalı hesaplamalarla atılan adımlar, dünya sisteminin lordlarının “zamanı geldiğinde” Türkiye’yi teslim alacak organizasyona göre şekillendirildiğini gösteriyor.

El-Kaide’den daha mı yumuşak?

15 Temmuz bunun sadece bir ayağı olabilir! Devletin 15 Temmuz’da düştüğü durum, sokaktaki halk tarafından ‘kurtarılması’, yine hadisenin “bir boyutu” olabilir. Bu açıdan kadim devlet geleneğine sahip bu milletin, hali hazır devletinin elinden gelenin, ancak FETÖ’ye “erken doğum” yaptırma, yola çıkarıp “ortada bırakma” olduğu görülüyor. Devletin içinde ne kadar FETÖ mensubu olduğunu bilemiyoruz mesela!

Devletin sadece bir grup, bir cemaat, bir klik tarafından teslim alınabileceği zehabına, anlaşılan FETÖ ve benzeri yapılar itimat etmiş. Darbeye dur diyen Anadolu irfanı bunun en büyük panzehiri. ABD’nin FETÖ liderini vermek istememesi en son Alman istihbarat müdürü Bruno Kahl’ın 15 Temmuz’u FETÖ’nün yaptığına ikna olmadığını söyleyerek sivil toplum muamelesi yapması, dünya sisteminin Türkiye’ye otoriter, katı, sert bir İslami yorumu “ılımlı İslam” kılıfında getirmek istediklerini gösteriyor.

Türkiye’yi el–Kaide destekçisi gösterip FETÖ’yü meşrulaştırmaya çalışan uluslararası güçler, FETÖ’nün hiyerarşik yapısının, sert yorumuyla el–Kaide’yi aratmayacak düzeyde olduğunu hepimizden iyi biliyor.

FETÖ ile mücadele aslen dünya sistemiyle mücadele, bize Yalta sonrasında dayatılan din yorumuyla, devlet anlayışıyla mücadele demektir. Bizi biz yapan kadim kaynaklarımıza, gaza kültürüne, Anadolu’nun İslamlaştırıldığı dönemin ruhuna dönüp bunları yeniden üretmedikçe, sistem yeni gruplar, yeni aktörler, yeni paradigmalar geliştirmeyi sürdürecek!

[email protected]