FETÖ ile mücadelenin sonuna mı geldik?

Doç. Dr. Serdar Gülener / Sakarya Üniversitesi
7.04.2018

Darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen OHAL ve bu çerçevede çıkarılan KHK’lar ile başta devlete sızmış unsurları olmak üzere FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklılar derhal uzaklaştırılmış; darbe girişimi ile örgütün diğer eylemlerinde rol alanlar ise hemen yargı önüne çıkarılmıştır. Peki bugün, temelleri 50 yıl önce atılmış bu örgüt ile mücadelede sona geldiğimizi söyleyebilir miyiz?


FETÖ ile mücadelenin sonuna mı geldik?

FETÖ ile mücadele, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden neredeyse iki yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, halen ülke gündemindeki yerini korumaktadır. Bunda FETÖ’ye dair ortaya çıkan yeni kanıtlar kadar muhalif kesimlerin mücadeleye dair aldıkları pozisyonların da etkisinin olduğu muhakkaktır.

15 Temmuz darbe girişimi ile FETÖ’ye karşı başlatılan mücadele stratejisi proaktif bir temele dayanmaktaydı. Aslında bunun kronolojik olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği özelinde daha eskiye dayandığını söylemeden geçemeyiz. Örgütün büyük ölçüde deşifre olduğu 17-25 Aralık yargı darbesi sürecinden hemen sonra Erdoğan’ın paralel devlet yapılanması biçiminde adlandırdığı, MGK tarafından legal görünümlü illegal yapılanma olarak devletin milli güvenlik siyasetinin bir parçası haline getirilen FETÖ, 15 Temmuz sonrası süreçte hiç almadığı kadar büyük bir yara almış ve Türkiye sınırları içinde operasyonel kapasitesini (en azından) bugün için kaybetmiş gözükmektedir. Darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen OHAL ve bu çerçevede çıkarılan KHK’lar ile başta devlete sızmış unsurları olmak üzere FETÖ ile irtibatlı, iltisaklı ve üye olanlar derhal uzaklaştırılmış; darbe girişimi ile örgütün diğer eylemlerinde rol alanlar ise hemen yargı önüne çıkarılmıştır.

Darbe ve FETÖ yargılamalarının önemli bir kısmında örgüt üyeleri hakettikleri cezaları almaya başlamıştır.

İki önemli tespit

Peki bugün geldiğimiz noktada temelleri 50 yıl önce atılmış, başka bir ifade ile Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinin yarı yaşından fazla süredir varlığını sürdüren bir örgüt ile mücadelede sona geldiğimizi söyleyebilir miyiz?  Bu soruya cevap verebilmemiz için şu iki tespitin yapılması gerekmektedir: FETÖ, hiçbir zaman dini bir yapı olmadı. Başından itibaren bir terör örgütü olarak kurgulandı.

FETÖ ile mücadele kurumsal bir yapıya kavuşturulmalıdır.

İlk tespitin bizi götüreceği nokta FETÖ’nün nasıl bir örgüt olduğunun ortaya konulmasıdır. Zira örgütün tanınması mücadelede kullanılan yöntemin belirlenmesi kadar, mücadeleyi yürüten aktörlerin mücadeleye dair verdikleri önemi de belirleyen başlıca etkendir.

Ancak bir terör örgütü olarak FETÖ’nün, Türkiye’nin hatta dünyanın bugüne kadar karşılaştığı terör konseptinden farklı bir örgütlenme ve işleyişe sahip olduğu konunun uzmanı birçok kişi tarafından da dile getirilmektedir. Fetullah Gülen’in yarattığı kült kişilik etrafında radikalleşen örgütün tanınması mücadelenin nihai başarısı üzerinde de belirleyicidir. Ancak bugün ortaya çıkan tabloda FETÖ’nün yeterince tanındığını ve anlatıldığını söylemek mümkün gözükmemektedir.

Kült hareketlerin tanımlayıcı ilk özelliği, otoriter bir liderin varlığı ve onun üyeleri, tarafından kutsallaştırılmasıdır. Örgütünü kurduğu andan itibaren Gülen’in başarıyla gerçekleştirdiği en önemli özelliği bu kutsallaştırmadır. “Seçilmiş kişi” olmanın emareleri olarak kimi zaman kendini Peygamber Efendimiz ile kıyaslamış, kimi zaman ise onun emirlerinin uygulayıcısı olarak sunmuştur. Bunu yaparken örgütü üzerindeki bütün kontrolü sağlaya-cak önlemleri de almıştır. Üyelerinin evliliklerinden çocuklarına koyulacak isimlere hatta en yakınındakilerinin telefonlarını dinletmeye varacak kadar paranoyak bir ruh haliyle bütün gücü tek merkezde yani kendisinde toplamıştır.

Endoktrinasyon 

Kült bir hareketin ikinci özelliği olan “endoktrinasyon kabiliyeti” de FETÖ’nün güçlü olduğu bir diğer alandır. FETÖ, elebaşı Gülen’in bir yansı-masıdır. Örgütün karakteri dikkatle incelendiğinde Gülen’in sergilediği kişilik özelliklerinin birebir kopyası olduğu görülecektir. Gülen profilinin sahip olduğu sinsilik, efsaneleşme arzusu, ölüm korkusu, ötekileştirme, takiyye, özgüven eksikliği vb. tüm kişilik özellikleri FETÖ’nün birer karakteristiğidir. Gülen bunu, güçlü bir endoktrinasyon ağı ile gerçekleştirmiştir. Kasetler, dershaneler ve okullar bu ağın en önemli taşıyıcıları olmuş, bu sayede küçük yaşlardan itibaren elemanlarının zihinlerini kontrol altına almıştır. Zihinleri ele geçirilen bu mensuplar, ilerleyen süreçte paralel bir devlet yapılanmasının ana aktörleri halini almıştır. Bunlar mutlak bir adanmışlık hissiyle, Gülen’in ve Örgütün her türlü söylem ve eylemini tereddütsüz kabul etmektedirler. Açık kanıtlar olmasına rağmen bugün birçok FETÖ’cü mutlak adanmışlık ile kendisine vaadedilen “güzel günlerin” geleceği ümidiyle işledikleri suçları inkâr yoluna gitmektedir.

FETÖ’nün karakteri aslında onu ortaya çıkaran aklın da ne yapmayı amaçladığı ile şekillendirilmiştir. Örneğin birçok kişi ya da kaynak FETÖ’yü “dini bir hareketin zaman içinde zehirlenmesi” biçiminde değerlendirmektedir. FETÖ hiçbir zaman bir dini hareket olmamıştır, başından beri bir terör örgütü olarak kurgulanmıştır. Klasik bir terör örgütü gibi silahlı bir mücadele ile devleti ele geçirmeyi değil, devlete sızdırdığı elemanları aracılığıyla oluşturduğu paralel bir yapılanma ile (zamanı geldiğinde) devleti yönetmek üzere hazırlanmıştır. Ancak hemen hemen FETÖ ile ilgili hazırlanan bütün kaynaklar FETÖ’nün nihai amacını ortaya koymasına rağmen, onun ortaya çıkışını açıklamak konusunda tutarlı bir analiz yapmaktan uzak-tır. Dikkatli bir gözle bakıldığında FETÖ ile ABD’nin anti-komünizm politikasının ürünü olan ve Türkiye’deki faaliyetlerine 1960’ların ilk yarısında (tam da FETÖ’nün ilk tohumlarının atıldığı yıllarda) başlayan Barış Gönüllüleri Hareketi arasındaki ilişkiyi konu edinen ya da Gülen’in Edirne yılla-rında Amerikan Lokali’nde nasıl zaman geçirdiğini, askerliğini yaparken istihbarat ile içli-dışlı ilişkisini çok az çalışmanın incelediği görülecektir.

FETÖ, geçirdiği bütün aşamalarda hem dünyada hem de Türkiye’de siyasal her türlü gelişmeye kolayca ayak uydurabilecek bir örgütlenme modeline sahip olmuş, “içinde bulunduğu kabın şeklini” kolayca almıştır. Dini bir yapı olmayı sadece kamuflaj için kullanmış ve bunun sağladığı avantajlardan faydalanmıştır.

Asıl büyük tehlike

Örgütün yeterince tanınmıyor oluşu, örgütle ilgili her geçen gün yeni yapı ve aktörlerin karşımıza çıkmasına neden olmaktadır. Nisan 2017 tarihinden itibaren örgütün mahrem yapılarının (imam-abi) deşifre edilmesi, FETÖ’nün gerçek anlamıyla ortaya çıkarılmasını sağlayacak bir hamleydi. Çünkü o güne kadar örgütün büyük ölçüde kamusal (bilinen) yüzünün ardına gizlenen ve asıl büyük tehlikeyi meydana getiren unsurlara da ulaşılmış oldu. Kaldı ki bugün için FETÖ’ye karşı yapılan operasyonların merkezinde bu mahrem yapılar yer almaktadır. Örgüte paralel karakter onun legal görünümlü illegal bir yapı biçiminde adlandırılmasını sağlayan söz konusu mahrem yapılanmanın ortaya çıkarılması bile başlı başına mücadelenin ne ölçüde ciddiyetle yapılması gerektiğinin kanıtı olarak görülmelidir.

Başta yargı ve emniyet güçleri olmak üzere FETÖ ile mücadeleyi yürüten aktörler ve bunların ardındaki siyasi irade FETÖ ile bugüne kadar hiç yapılmadığı şekliyle mücadelelerini sürdürmektedir. Ancak FETÖ’nün karakteri dikkate alındığında örgütün kısa bir sürede işlevsiz kılınmasının im-kansızlığına dikkat çekmek gerekmektedir. En azından kamuoyuna yansıdığı kadarıyla yapılan mücadelenin tüm devlet kurumlarının senkronize bir biçimde söylem/eylem birliği içinde gerçekleştirildiğini söylemek oldukça zor gözükmektedir.

FETÖ ile mücadelede moral/söylem üstünlüğünün toplumsal düzeyde zarar görmemesi de önemlidir. Bugüne kadarki bilanço dikkate alındığın-da mücadeleyi önemsemeyen, aksine bir “FETÖ muhibbi” gibi hareket eden ve sadece muhalefet etmek için muhalefet yapanları bir kenara koyar-sak, “suret-i haktan” görünen fakat devletin FETÖ’den arındırılmasındaki uygulamalara yüzeysel eleştiriler getiren sözde demokratlara da dikkat çekmek gerekir. Bunların önemli bir kısmı FETÖ ile mücadelenin abartıldığını düşünen, konformist bir demokrasi söylemini kullanarak FETÖ ile mücadeleyi itibarsızlaştırmaya çalışan kimselerken, diğer bir kısmı ise kendileri birer FETÖ mensubu olmasa da bugüne kadar FETÖ’cü unsurlarla geliştirdikleri patronaj ilişkilerinin sağladığı konforu kaybetmek istemeyenlerden meydana gelmektedir. Her iki kesimin söylem düzeyinde yarattığı olumsuz etki dikkate alınmalıdır.

Bunlar dışında, FETÖ ile mücadelede sergilenen suçlu-suçsuzun birbirinden ayrılmasını engelleyen kimi toptancı yaklaşımlar da bir diğer sorun alanı olarak görülmelidir. Bunlara dair şikayetler gittikçe azalsa da mücadelenin meşruiyetine zarar verecek bu tip yaklaşımlardan kaçınılması elzemdir.

Gerek örgütün tanınması gerekse FETÖ ile mücadelede eşgüdümün sağlanmasının başlıca yöntemi, mücadelenin kurumsal bir yapı ile gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bunun için başta devletin FETÖ’den arındırılmasından sorumlu kurum, kişi ya da aktörlerin gerçekleştirdikleri her türlü eylem ve işlemin şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir nitelikte olması gerekmektedir. Zira tüm bunlar gerçekleştirilmeden, FETÖ ile mücadele bütün kurum ve kuruluşlar tarafından bir devlet politikası olarak kabul edilmeden, FETÖ ile mücadelenin sona erdiğini söylemek çok iyimser bir yaklaşım olacaktır.

[email protected]