FETÖ Washington’a ‘hakkını’ vermek istiyor

M. Taceddin Kutay / Türk- Alman Üniversitesi
30.07.2016

“Paralel yapı mensupları 1 Dolar’ı seçerken ne gibi bir sembolizmadan medet umdu?” sorusunu cevaplamamız şu aşamada son derece zor. Ancak Matta ve Luka İncillerinde anlatılan bir kıssa üzerinden 1 Dolar ile sembolize edilen bir hareketin neticede nasıl bir sonuca varacağını tartışabiliriz...


FETÖ Washington’a ‘hakkını’ vermek istiyor

Hz. İsa’dan sonra henüz 150 yılgeçmişken Hıristiyanlık birbirinden farklı pek çok yoruma sahip bir din haline gelmişti. Ortaya çıkan Hıristiyanlık yorumları arasında Aziz Antonius’un ortaya koyduğu hareket, Hıristiyanlığın sonraki yüzyıllarını da derinden etkileyecek niteliktedir. İmanlı bir Hıristiyan olarak dünyanın hiçliğine inanan Aziz Antonius, kendisini Tanrıya adamak yolunda önündeki en önemli engel olan dünyadan kendisini tecrit etmeyi öncelikli hedef kabul etti. Bu amaçla Mısır çöllerinde münzevi bir hayat yaşamayı tercih eden Aziz Antonius’un bu yaşamı, Hıristiyan kitlelerde hayranlık uyandırdı; kitleler Aziz Antonius’u ziyaret etmeye ve duasını almaya koşar oldu. Zamanla Aziz Antonius’un münzevi hayat tarzı bir dizi Hristiyan’ı cezbetmeye başladı, kendisini çöllere vuranların sayısı arttı. İnsanlık icabı ihtiyaçlar karşılanamaz hale geldikçe çöllere çıkanlar, topluluklar oluşturmaya ve ihtiyaçlarını birlikte karşılamaya başladı. Bu topluluğa Eremitler dendi. Eremit yunanca çöl anlamına gelen “Eremos” kelimesinden türetilmiş bir isim. Eremitler kendilerini çöllere vuranlardı. Zamanla Eremitler çöldeki münzevi hayatlarını belli bir düzene koyma ihtiyacı hissetti ve çölde ördükleri surların içinde önceleri çadır kümeleri oluşturdular; bir süre sonra ise binalar inşa ederek içlerinde yaşadılar. Hiçbir düzeni kabul etmeyen Eremitler kendilerini yalnızca Tanrı’ya adamayı amaçlamaktaydı. Zaten Eremitlerin kaçtıkları da bizzat düzen ve dünyevi kurallardı. Böylelikle ilk manastırlar oluştu. Antonius’tan 100 yıl sonra yaşayan Aziz Pachomius ise manastırların bambaşka bir boyuta evrilmesiyle neticelenen bir devrime imza attı. Aziz Pachomius manastırda sürdürülen hayatta kaosun hüküm sürdüğünü, bu kaosa ise kuralsızlığın sebebiyet verdiğini iddia ederek ilk manastır kurallarını ortaya koydu. Bu kurallar bütününün kurumsallaştığı manastırlarda bir hiyerarşi tesis edildi. Şehirdeki fırınını terk ederek ibadet etmek üzere manastıra çekilen bir kimse ister istemez manastırın fırıncısı haline geldi. Dünyadan, düzenden ve maddiyattan kaçanların oluşturduğu manastırların kasası tesis edildi, bu kasadan sorumlu olan keşişin yegane hizmeti manastırın maddi ihtiyaçlarını karşılamak oldu.

Para necistir!

Doğu Hıristiyanlığının keşişlik kurumunu Avrupa’ya taşıyan Nursialı Benediktus, yazdığı Regula isimli eser ile keşişliğin kurallarını ortaya koydu ve takipçileri Regula kurallarınca bir hiyerarşi tesis etti. Keşişler çeşitli ekollere bölündü: Franziskenler, Dominkenler, Zistensiyerler vs... Fakirliği öven ve “İsa’nın hiç malı olmadı” diyen Assisili Franziskus’un yolu olan Franziskenlik Aziz Franziskus’un vefatından sadece 40 yıl sonra bir manastırdan diğerine sandıklarca altın sevk eden bir hareket haline geldi. Yayılmak ve büyümek amacı kurumsallaşmayı doğurdu, kurumsallaşma ise keşişliğin kuruluş amacından 180 derece ters bir mecraya savrulmasına sebebiyet verdi.

1968 yılında Mersin hapishanesinde 163. Madde’den hüküm giymiş altı Nurcu, aynı koğuşta yatmaktadır: Mustafa Sungur, Said Özdemir, Mustafa Türkmenoğlu, İsmail Anbarlı, Vahdettin Karaçorlu ve Şerafettin Kartal. Cumhuriyet tarihinin ilk Şafi ilmihalini yazan Ankara Merkez vaizi Said Özdemir imamete geçmiş; vakit namazını cemaatle kılmak üzeredirler. Bediüzzaman’ın “Oğlum Sungur” dediği Mustafa Sungur ansızın “Kardeşim durun” diyerek namaza başlamak üzere olan cemaati durdurur. İnsanların kendisinden fetva istedikleri molla Said Özdemir durur ve Sungur’un muradını anlamaya çalışır. “Cebimde para var, bununla vakte durulmaz, sizlerin de varsa halının altına koyun!” Abileri Sungur’un bu isteğini ikiletmezler ve ceplerindeki paraları halının altına koyarak namaza dururlar. Mustafa Sungur’un bu hassasiyeti bu halkada bir gelenek halini alır. Bu satırların yazarı bu hapis arkadaşlarından İsmail Anbarlı’nın torunudur ve dedesinin ahir ömründe de namaza dururken cebindeki parayı bir kenara, mümkünse halının altına koyduğuna defalarca şahit olmuştur. “Konuşan yalnız hakikattir” isimli fıkrasında “Anladım ki benim başıma gelen bunca musibetin sebebi hizmetimi dünyevi çıkara alet etmek değil,  belki ahiret menfaatine alet etmek olmuştur” diyecek kadar ince bir ihlas düsturu ortaya koyan Said Nursi’nin öğrencileri, Nurculuğun henüz kurumsallaşmamış olduğu bir dönemde para ile ilişkilerini bu kadar şüpheci bir zemine oturtmuşlardı. Para necis bir şeydir, dünyaya aittir ve necasetten taharet namazın şartıdır!

Cemaatçi Makyavelizm

Uzun yıllar meşruiyetini Said Nursi’nin takipçisi olmaklığa yaslayan ve kendisini Said Nursi’nin meşru varisi olarak kitlelere sunan Fethullah Gülen’in hareketini geleneksel Nurculuktan ayıran en önemli nokta şüphesiz kendine mahsus kurumsallaşmasıdır. Gözünü mehdiyet bürümüş olan ve bu iddiasını ispat etmek yolunda “Tüm dünyayı fethetme” hedefini gerçekleştirmeyi her şeyden fazla önemseyen Gülen, Nurculuk prensiplerini tamamen tersine çevirecek bir kurumsallaşma ortaya koymuştur. Pachomius sonrası para ile oynamaya başlayan Eremitler misali, “hizmet hareketi” adı verilen hareketin merkezine bu kurumsallaşmayı besleyecek himmet toplantıları oturmuş, “esnaf abilerden ne kadar himmet alacağı”nı hesap eden “kutsiler ordusu” meydana gelmiştir. Gülen’in mehdiyet iddiasını gerçeğe dönüştürecek yegâne şey güç ve paradır. Cemaat, engizisyonu yöneten Dominikenler kadar güçlü, Benediktenler kadar zengin olmalıdır. Artık Georg Simmel’in 100 yıl önce kapitalizmin karakterini ortaya koyarken dediği gibi hareketin kıyas merkezi bizzat para olmuştur. Gülen’in hedeflerine ulaşabilmek yolunda ihtiyaç duyduğu fiileri, iyi ya da kötü olsun işlenebilir hale getiren ise cemaatin en temel karakteristiği olan Cemaatçi Makyavelizmdir. 

Gülen hareketinin kurumsallaşmasının bir diğer ayrıştırıcı özelliği Gülen’in karakter özelliği olan şüphe üzerine bina edilmiş olmasıdır. Hücre tipi yapılanan hareketin sınırları bu özelliği sebebiyle hesaplanabilir olmanın çok ötesindedir. Pek çok Gülenci belki de kapı komşusu olan Gülenciyi tanımaktan acizdir; zira hücre tipi yapılanma bu insanları birbiri ile bir araya gelmeyecek şekilde kodlamıştır. Bu bakımdan 17-25 Aralık sivil darbe girişimi sonrası “Binde birini bile tanımıyorum” diyen Gülen belki yalan söylemiyordu; ama doğruyu da söylemiyordu. Zira binde biri tanınmayan bu insanların Gülen hiyerarşisi içinde bir yerde oldukları herkesçe malumken Gülen kendince hile-i şeriyye yapmakta ve bizzat tanımama yemini ile münasebetsizlik iddiasında bulunmaktaydı.

Milletin hakkı millete verildi

Birbiri ile ilişkileri bu kadar kopuk ama bir merkezden yönetilen bir hareketin 15 Temmuz darbe girişimi esnasında bir alamet ve sembol olarak parayı kullanması bu yüzden hiç de şaşırtıcı değil. Zira para zaten Gülen hareketi hiyerarşisinde çok merkezi bir yere tekabül etmektedir. Bununla birlikte seçilen paranın neden 1 Dolar olduğu ancak konspiratif bir okumayla izah edilebilir cinsten. “Paralel yapı mensupları 1 Dolar’ı seçerken ne gibi bir sembolizmadan medet umdu?” sorusunu cevaplamamız şu aşamada son derece zor. Ancak Matta ve Luka İncillerinde anlatılan bir kıssa üzerinden 1 Dolar ile sembolize edilen bir hareketin neticede nasıl bir sonuca varacağını tartışabiliriz: Yahudiler Hz. İsa’yı sınamak maksadıyla kendisine “Sezar’a vergi vermek kutsal yasaya uygun mudur?” diye sorar. Hz. İsa “Beni sınamayın ve bana bir dinar verin” diye cevap verir. Eline aldığı dinarı Yahudilere göstererek paranın üzerindeki resmin kime ait olduğunu soran Hz. İsa “Sezar” cevabını alınca “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya verin” der.

“1 Dolar’ın üzerinde kimin resmi var?” sorusunu sormak bu misali anlamlandıracaktır: George Washington! Gülen tarafından “dünya gemisinin kaptanı” olarak tanımlanan Amerika’ya, kaptanlık hakkı olarak Türkiye’yi gümüş tepside sunmak 15 Temmuz darbe girişiminin asıl amacıydı demek bu bakımdan ispata delil gerektirmeyen bir iddiadır. Darbe girişimi başarılı olsaydı Ankara, Washington’a uzun süredir gerektiği gibi vermediği kaptanlık hakkını Gülen eliyle verecekti. Washington Türk milletinin hakkını gasp edemedi, milletin hakkı millete verildi.

[email protected]