FETÖ’nün Türkiye karşıtı lobiye dönüşmemesi için...

Prof. Dr. Özcan Hıdır / Rotterdam İslam Üniv. ,YTB Danışma Kurulu üyesi
10.09.2016

Etkin mücadele edilemez ve şayet içeriden bir bölünme yaşamazsa uzun vadede Türkiye’nin başını çok ağrıtabilecek “küresel bir Türkiye karşıtı lobi”ye veya küresel sisteme itiraz etmeyecek bir “mezheb”e dönüşebilecek olan FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasına yönelik yakın, orta ve uzun vadeli, teorik-pratik adımların atılması elzemdir.


FETÖ’nün Türkiye karşıtı lobiye dönüşmemesi için...

Yurtdışında FETÖ ile etkin-efektif mücadeleyi bir sistem içerisinde, uzun süreli ve koordineli yapabilmek için başka bazı stratejik adımların atılması gereği açıktır. Bu adımlardan zaruri gördüklerimizi maddeler halinde izah etmeye geçtiğimiz hafta kaldığımız yerden devam ederek tamamlayalım:

7. Yurt dışında görev yapan büyükelçi, başkonsolos ve konsoloslar ile elçilik ve konsolosluklardaki diğer görevliler içerisinde önemli oranda bu yapıya mensup veya eğilimli kimselerin olduğu-olabileceği şu veya bu şekilde dillendirilen bir husustur. Bu konuda abartılı rakamlardan kaçınmak icap etse de, stratejik konumdakiler başta olmak üzere, devletin bütün kurumlarına sızan, yurtdışı örgütlenmesine ise özel önem veren bu yapının Dışişleri Bakanlığı’na da ciddi oranda sızmamış olabileceğini düşünmek safdillik olur. Hal böyle olunca bu minvaldeki misyon şeflerinin FETÖ ile mücadelede görevlerini ihmal edip çeşitli gizli manipülasyonlara girişmiş olabilecekleri veya girişebilecekleri hatırda tutulmalıdır. Dolayısıyla 17-25 Aralık sonrasında örgütlenmesini ve operasyonlarını daha ziyade yurtdışına kaydırmış olan bu yapı ile mücadelede Dışişleri’ndeki iltisaklı-irtibatlı kişilerin ayıklanmasının önemi ortadadır. 15 Temmuz sonrasında bu durum çok daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim 300 civarında diplomatın geri çağrılması ve “Dışişleri imamı” diye nitelenen diplomat başta olmak üzere, bağlantılı diğer birkaç büyükelçinin gözaltına alınması, Devlet’in bu konudaki kararlılığını gösteriyor. Ne var ki diğer pek çok kurumla ilgili basına yansıyan FETÖ ayıklaması Dışişlerinde henüz yeterince yapılabilmiş değildir. Dolayısıyla FETÖ yapılanması bakımından kritik öneme sahip bazı ülkeler başta olmak üzere, yurtdışındaki mücadelenin başarısının en önemli adımlarından biri, FETÖ bağlantılı diplomatik misyon şeflerine ve elçilik-konsolosluklardaki diğer çalışanlara yönelik ayıklama olacaktır.

8. Dışişleri mensupları başta olmak üzere devletin üst bürokrasisinin FETÖ ve benzeri yapılar, örgütler, gruplar hakkında yeterli oranda bilgi edinmeleri önem arz eder. Dolayısıyla bu tür bürokratlara yönelik olarak “dinler-mezhepler” ve “modern dini ve seküler hareketler” hakkında uzmanlarınca nitelikli seminerlerin yapılması uygun olacaktır. Bu tür bilgilendirmelerin zaman zaman genel toplantılarda yapıldığı düşünülebilirse de, genel gözlem olarak şunu söyleyebiliriz ki, istisnalar bir yana, bu anlamda Dışişleri başta olmak üzere, devletin üst bürokrasisinde bırakın dünyadaki bu tür örgüt ve hareketleri yapıları, jargonları, yöntem ve amaçları hakkında yeterli bilgi sahibi olmayı, Türkiye’deki dini-seküler grup ve yapılanmalar hakkında da bilgisizlik veya bilgi eksikliğinden söz edebiliriz. Bununla beraber özellikle son senelerde bu manada önemli iyileşmelerin varlığı, bu açıdan donanımlı diplomatlarımızın ve bürokratlarımızın var olduğu bir gerçekse de, “yeni devlet-yenilenmiş devlet” anlayışıyla uyumlu “yeni diplomat-bürokrat” profilinin de öne çıkması ve sayılarının arttırılması lazımdır. 

Ehliyet ve sadakat

9. Yurtdışında elçilik ve konsolosluklarda görev yapan müşavir, ataşe ve koordinatörlerin durumları ve atanmasındaki kriterler gözden geçirilmelidir. Zira son yıllardaki iyileşmelere rağmen bu müşavir ve ataşelerin önemli bir kısmının hala dil konusunda yeterli olmayan, ilgili ülkelerin yapısını yeterince bilmeyen, bulundukları ülkedeki göreviyle alakalı herhangi bir etkin çalışma yürütmeden geri dönenlerin olduğu biliniyor. Üstelik bazı ülkelerde yoğun şikâyetler üzerine FETÖ bağlantısı sebebiyle görevden alınanlar bile olmuştur. Bu meyanda bu müşavir ve ataşelerin faaliyetlerinin etkin-efektifliğinin denetlenmesi kadar, bundan sonraki dönemde atama kriterlerinde yapılacak değişikliklerle, bulunulan ülkelerden de ehliyetli-liyâkatli-sadâkatli kimselerin bulunup mevzuata yönelik bir eğitimden sonra müşavir ve ataşe olarak görevlendirilmesi yoluna gidilmesi önem arz eder.

Bu anlamda basın müşavir ve ataşelerine de özel bir parantez açmak gerekir. Zira hemen her Batı’lı ülkede basın müşavirleri-ataşeleri olmakla beraber, hemen her gün Türkiye ve Cumhurbaşkanımız aleyhinde yazıların yayımlandığı Batı Avrupa ülkelerindeki -buna Arap ülkeleri ve Türki cumhuriyetleri de dahil edebiliriz- etkili gazetelerde bu müşavirler marifetiyle neden Türkiye’nin FETÖ’ye karşı tezlerini destekleyen makale-yorum veya cevaplar yayımlanamadığı sorusu önemlidir. Bu müşavir ve ataşeler içerisinde görevini nispeten iyi yapmaya çalışanlar bulunmakla beraber, önemli bir kısmı o ülkedeki Türkiye hakkında çıkan yazıları ya tercüme etmek ya da doğrudan aktarmak veyahut da elçiliklerdeki rutin hizmetlere yardımcı olmaktadırlar. Bütün bunlar da dış misyon anlamında çok önemli hizmetler, kuşkusuz; ancak hâlihazırda Batı ülkeleri başta olmak üzere yurtdışındaki en önemli sorun, Türkiye’nin kendisini yeterince anlatamaması, FETÖ ile alakalı tezlerini yeterince aktaramaması olunca, bir basın müşavir ve ataşesinin editoryal anlamda ilgili basın-yayın kuruluşları nezdinde, diplomatik kural ve teamülleri ihlal etmeksizin, usulünce lobi yapabilmesi ve Türkiye’nin tezlerini anlatması esas beklenen iş olmalı değil midir? Bunun kolay bir iş olmadığı ve Kamu Diplomasisi ile basınla ilgili kurumların ortak aklı ve stratejisine de ihtiyaç duyduğu malumsa da, şayet istenirse bunun yollarının bulunacağı da aşikardır. Bu noktadaki boşluğunda etkisiyle diasporadaki Gülencilerin, Türkiye ve özellikle de Cumhurbaşkanımız aleyhine alabildiğine propagandaya devam ettiğini, negatif algı oluşturduklarını,-bu satırların yazarı da dâhil- kendileriyle demokratik hukuk devleti kuralları çerçevesinde mücadele etmeye çalışan kişi ve STK’ları, ilgili ülkeler nezdinde “Erdoğan’ın-Türkiye’nin uzun kolları”,”Erdotürk” nitelemeleriyle afişe etmeye çalıştıklarını görüyoruz.

10. Diasporada özellikle lobicilik ve negatif algıyı pozitife döndürecek ve FETÖ’nün bu yöndeki etkisini boşa çıkaracak nitelikli çalışmalar yapmak icap eder. Bu anlamda da uzun süreli bir faaliyet planlaması yapmak, güçlü STK yapılanmalarına öncülük etmek, gerek yerel gerekse sözü edilen ülkelerin ulusal medyasında etkin olacak stratejiler geliştirmek lazımdır. Hâlihazırda en önemli problem, 15 Temmuz’da Türkiye’de ne olduğunun ve FETÖ’nün gerçek niyeti, örgüt yapısı, görünen, görünmeyen yüzü ve Türkiye’deki himmet toplama yöntemi, şantajları-montajları ilgili ülkelerin diliyle anlatılamamış olmasıdır. Nitekim son dönemde Türkiye’yi ziyaret eden bazı AB devlet ve hükümet yetkililerine Ankara’da ilk elden yapılan bilgilendirmelerden sonra tutum ve beyanlarda nispeten değişimlerin olduğu gözlerden kaçmamıştır. Yine Cumhurbaşkanımız’ın G20 zirvesinde SETA tarafından hazırlanmış İngilizce kitapçığı, görüştüğü devlet başkanlarına takdim etmesi yerinde olmuştur. Bu bağlamda 15 Temmuz’u ve FETÖ’yü anlatmak üzere AA, SETA ve YTB gibi kurumların İngilizce dokümanlarının başlangıç için faydalı olduğunu da belirtmek gerekir. Ne var ki bu dokümanların bir kısmında kullanılan bazı görsellerin Avrupa’da ilgili çevrelerde “insan hakları” bakımından yadırgandığını da belirtmek gerekir.

Yerli misyonerler

Diğer yandan bu bilgilendirmeler hızlandırılarak siyasiler ve bürokratların yanı sıra AB ve ABD’deki önemli kurumlara, etkili akademisyenlere, STK’lara, medya genel yayın yönetmenlerine de ulaştırılmalıdır. Ayrıca bu zaruret, İslam ülkeleri-Türki cumhuriyetler ve Afrika için de fazlasıyla geçerlidir. Ne var ki bu ülkelere yönelik bilgilendirmelerdeki tutum, söylem, üslup ve görsellerde, ilgili ülkelerin iç dinamiklerine göre farklılıklar olabileceği hatırda tutulmalıdır. Özellikle Türki cumhuriyetlerin her biri ayrı ayrı ele alınmalıdır. Zira Kırgızistan örneğinde olduğu gibi, bu ülkelerin bazıları büyük oranda bu yapının kontrolüne girmiş vaziyettedir. Ayrıca bu ülkeler içerisinde FETÖ ve okulları ile mücadele için söz verdiği halde göstermelik tedbirler alan veya okulları taktiksel olarak “yerli FETÖ’cülere teslim edenlerin olabileceğini de unutmamak gerekir. Zira FETÖ uzun yıllara dayanan eğitim çalışmasıyla sözü edilen ülkelerde artık yerli “misyoner”lerini yetiştirmiştir. Bu itibarla öncelikli olarak Batı, Arap-İslam dünyası, Türki Cumhuriyetler ve Afrika olmak üzere, şimdilik dört mücadele coğrafyası belirlenip buna uygun stratejiler ortaya konması uygun olacaktır. Bütün bunlar yapılırken devletin ilgili birimlerindeki sorumluların yanı sıra, sözü edilen coğrafyaları-araziyi iyi bilen farklı kesimlerden isimlerden de yararlanma yoluna gidilmelidir.

11. FETÖ’nün yurtdışındaki üniversitelerdeki yapılanması konusunda YÖK’ün etkili adımlar atması da son derece önemlidir. Bu anlamda da AB ve ABD başta olmak üzere, ilgili ülkelerdeki yüksek öğretim kurumlarının ilk elden bilgilendirilmesi önemlidir. Nitekim bu minvalde bazı adımların atıldığını görüyoruz. Zira FETÖ’nün diasporadaki tezlerini yaygınlaştırdığı en önemli platformlardan biri, özellikle ABD ve AB’deki üniversitelere stratejik hesaplarla yerleştirdikleri akademisyenleri, büyük meblağlar ödeyerek farklı isimlerle açtıkları “kürsüler”, bazı üniversitelerle işbirliği halinde açtıkları merkezler-enstitüler, Gülen’in kitapları ve fikirlerine dair düzenledikleri toplantılar ve pozisyon sahibi bazı akademisyenlere para ödeyerek Gülen hakkında hazırlattıkları kitap-makaleler-raporlardır. Özellikle 15 Temmuz sonrasında, Türkiye’deki üniversitelerden ihraç edilen bu yapıya mensup akademisyenlere kapılarını açacağını ima edip Türkiye’yi ve üniversitelerini suçlayıcı beyanlara yer veren bazı üniversitelerin varlığı da malumdur. Dolayısıyla bu üniversiteler veya bağlı oldukları üst kurumlar nezdinde FETÖ’nün Türkiye akademyasındaki örgütlenme tarzı, akademik özgürlüklerle bağdaşmayan anlayış ve faaliyetleri güçlü argümanlarla anlatılmalıdır.     

Oksidentalistler

12. Bütün bunların ötesinde Türkiye’deki özellikle yurtdışına ve Batı’ya yönelik nitelikli-uzman ve stratejik düşünebilen insan yetiştirilmesi zarureti bir kez daha bütün çıplaklığı ile öne çıkmıştır. Hatta bu durum, Arap ülkeleri için de aynen geçerlidir. Hemen her konuda konuşabilen kimselerin yorum ve analizleri aşamasından Türkiye artık süratle kurtulmalıdır. Bir müddettir dillendirdiğimiz, Batı ülkelerini, kurumlarını, toplumlarını, kültürlerini, norm ve değerlerini iyi analiz eden, Batı’ya reaksiyoner ve peşin hükümlü değil aksiyoner ve analitik bakabilen “oksidentalistler”e yönelmeli, bu tür kimselerin yetiştirilmesi için de özellikle master ve doktora programları açılmalıdır. Pragmatist düşünmeden, getiri-götürü hesabına girmeden üniversiteler, Batı’daki üniversitelerde örneklerini gördüğümüz, uzun vadeli planlamalarla stratejik insan yetiştirecek bölümler-kürsüler, merkezler ve enstitüler açmalıdır. Zira Arap Baharı ve DAEŞ ile alakalı tartışmalarda da görüldüğü üzere, Türkiye’de Arap Baharı vesilesi ile “İhvan Hareketi” ve DAEŞ’in dolayımında olduğı “Selefîlik” gibi hareketler ile alakalı master ve doktora tezleri yok denecek kadar azdır. Olanların da çoğu bu hareketleri genellikle Batılı literatür üzerinden anlatır. Dolayısıyla Türkiye akademyasındaki bu tür kült ve akımlarla alakalı çalışmaların önemli bir kısmındaki terim-terminoloji, tasnifler ve anlayışlarda da alabildiğine bir “yerlilik” eksikliğiyle karşılaşırız. Yine yarım yüzyıldır FETÖ ve liderine dair -ilahiyatlar başta olmak üzere- herhangi ciddi objektif-analitik değerlendirme, tez ve raporun Türkiye akademyasında yazılmamış olmasının, -çeşitli gerekçeler-mazeretler üretilebilecekse bile- üniversitelerimiz bakımından son tahlilde haklı yanı olabilir mi? Dolayısıyla bu konularda gerçek anlamda uzmanlaşmış kimseler de ülkemizde hemen hemen yok gibidir. Yine bu meyanda söylemek gerekir ki, bölge ve ülke uzmanları da üniversitelerde yeni yeni oluşmaktadır. Mesela İran, Suudi Arabistan, Mısır, Kuzey Afrika, Endonezya, Rusya ve Çin gibi ülkeler üzerine kaç kürsü ve uzmanımız vardır? Buna karşılık mesela Hollanda gibi bir ülkede bütün çalışmalarını sadece Hizbullah ve İhvan üzerine yapmış uzmanlar bulunmakta, Selefilik üzerine pek çok projeler yürütülmekte, Türkologlar, İranologlar, Arabistler yer almakta ve Endonezya başta olmak üzere pek çok ülke ile alakalı kürsüler ve iyi yetişmiş uzmanlar görev yapmaktadır. Yeri geldiğinde siyaset ve üst düzey bürokrasi de bunlardan yararlanabilmekte, basın yayında o konularda çoğunlukla bu kimseler konuşmaktadır. Bütün bunların oluşabileceği ortam da üniversitelerdir.

Bütün bunlar ve daha çoğaltılabilecek maddelerden hareketle şunu bir kez daha ifade etmeliyiz ki, 15 Temmuz önemli bir milattır. Ancak bunun gerçek manada milat olabilmesinin yolu, etkin mücadele edilemez ve şayet içeriden bir bölünme yaşamazsa uzun vadede Türkiye’nin başını çok ağrıtabilecek “küresel bir Türkiye karşıtı lobi”ye veya küresel sisteme itiraz etmeyecek bir “mezheb”e dönüşebilecek olan FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasına yönelik bir kısmından söz ettiğimiz yakın, orta ve uzun vadeli teorik-pratik adımların atılması elzemdir. Ancak her şeyden önemlisi, diaspora Türklerini de birebir etkileyen Türkiye’deki birlik-beraberlik-kardeşlik ve uzlaşma zemininin muhafazasıdır. Yine devletimizin, özellikle yurtdışına yönelik hizmet üreten kurum ve kuruluşlarının yeni bir anlayışla bir süredir dillendirilen “Yeni-yenilenmiş Devlet” ve “Devleti yeniden yapılandırma” ideal ve anlayışına uygun olarak “insan-insan onuru merkezli” yapılandırılması ve buna uygun “liyakatli-sadakatli-güvenli” insan kaynağının tespiti ve yetiştirilmesidir. İnsan kaynağına yönelik bu tespitin özellikle diasporada da yapılması, yukarıda söylediklerimizin gerçekleşebilmesi bakımından bilhassa önemlidir.  

Devletimizin her kademesinde son dönemde atılmaya çalışılan bu yöndeki adımlar ile özellikle Cumhurbaşkanımız’ın mücadele azmi-kararlılığı,vizyoner liderliği ve “Devleti yeniden-sıfırdan kuracağız” cümlesi, diasporadaki Türkler olarak da, umudumuzu arttırıyor.

[email protected]