Fetullah Gülen kimdir ve hareketinin karakteri nedir?

İhsan Aktaş / Genar Başkanı
6.08.2016

FETÖ, Haricilik’ten de izler taşımaktadır. Takvada alabildiğine ileri olan Hariciler, kendilerinden olmayan bir kişiyi öldürürken gözlerini kırpmazlardı. Türksat’ı teslim almaya giden subay, önüne çıkan bir Müslümanı acımasızca öldürdükten sonra su içmiş ve bunu yaparken diz çökmüş; sünnete uygun olarak üç yudumda içmiştir. Bu ürkütücü bir tablodur.


Fetullah Gülen kimdir ve hareketinin karakteri nedir?

15 Temmuz Cuma gecesi Türk milleti büyük bir askeri kalkışmayla karşı karşıya kaldı. Çok partili siyasi döneme geçtiğimiz andan itibaren 10 yıllık aralarla kapımızı çalan bir darbe girişimi şükür ki ilk defa millet tarafından bastırılan bir teşebbüs olarak tarihe geçti. Fakat bu son darbe girişimi, amacının muğlaklığı, darbeye kalkışanların motivasyonu, son derece iyi kamufle olmuş, sinsi, masonik bir örgütlenmenin ordu içine sızma becerisi hasebiyle bütün darbelerden ve kalkışmalardan farklı bir yöntemle ele alınmayı hak ediyor.

Basit bir mantık yürütme yetisine sahip; dost-düşman, yerli-yabancı herkes şunu biliyor ki, bu girişim bir Fetullah Gülen kalkışmasıdır. İçeride veya dışarıda, öyle ya da böyle Türkiye’ye yönelik kumpasın, bu küresel projenin bir parçası olanlar çaresizce debelense, inkara yeltense de, gerçek tüm çıplaklığıyla ortadadır.

40 yıllık bir örgütlenme çabasının nereden başlayıp nereye geldiğini anlamak için işin köklerine biraz inmemiz gerekiyor. İngilizler Hindistan’ı işgal ettiğinde İslam dünyasıyla fiili olarak karşı karşıya gelmiş oldular. Osmanlı İmparatorluğu bir devlet olarak dünya sahnesinden çekildiğinde, İslam dünyasında neredeyse işgal edilmemiş bir karış toprak kalmamıştı. Ancak Batı sömürge imparatorluğu sadece teritoryal bir işgalin sürdürülemez olduğunun farkındaydı. Sömürünün kalıcı olabilmesi için, uzun vadeli bir planlamayla İslam dünyasının dini, kültürel değerlerinin tamamını ve direnç noktalarını yok etmek için hadsiz bir mücadeleye girişti. Kendilerine bağlı elitler, merkezde yer tutarken, din ve din etrafında şekillenen kültür kent hayatından ve devletten dışlandı; eğitim kurumları ve kültür taşıyıcısı kurumlar (tekkeler) yasaklandı. Entelektüelleri büyük oranda etkisizleştirilen din, önü açılan hurafeciler aracılığıyla karikatürleştirildi. Batı’daki gelişmelerin aydınlanma felsefesinin sonucu olduğu algısı bu zemin üzerinde kısa sürede taban buldu.

Hakikat bilgisi onda (!)

İngilizlerin öncülüğünde kurulan Batı sömürge imparatorluğu Hindistan’dan başlayarak Kadıyanilik, Bahailik gibi akımlara yol vererek İslam toplumunu hem köklerinden kopardı hem de sömürüye açık bir kıvama getirdi. Günümüzde de El Kaide, DAEŞ gibi örgütler eliyle, İslam dünyası içerisinde sömürge imparatorluğunun amaçlarına hizmet eden, müstevlilerle doğrudan karşı karşıya gelmeyen, aksine ümmetin enerjisini tüketen terör organizasyonları oluşturabilmektedirler. Gelenekle hiçbir biçimde temas etmeyen bu modern grupların temel özelliği, ana akım orta yol İslam anlayışından koparak, tekfirci, ayrıştırmacı ve sömürgecilerin hedeflerine ulaşmasını kolaylaştıran bir rol ifa etmeleridir.

Bugün, adına Fetullahçı Terör Örgütü dediğimiz Fetullah Gülen hareketi de bu bağlamda ele alınabilir. 70’li yıllarda ana akım Nurcu mecradan ayrılıp kendisine ayrı bir yol çizmiştir. Edirne’de ve İzmir’de uzlet hayatına çekilen zatın etrafında kendisinin mehdi ya da mesih olduğuna dair yaygın bir inanç oluşmaya başlamıştır. Bu tutum çok iddialı gibi gözükse de Latif Erdoğan’ın kendisiyle yapmış olduğu mülakat nedeniyle, Mehdiyyet iddiası, kendisini dünyanın merkezine koymasından dolayı devam edemeden yarıda kalmıştır. Işık evleri ve kapalı devre cemaat örgütlenmesi ile her türlü dini, kültürel ve sosyal etkiye dirençli, dine, hayata ve hakikate dair bilgiyi kendine mahsus dikey kanallardan edinen masonik/mesiyanik bir örgütsel yapı ortaya çıkmıştır. İslam düşüncesi dairesinde olan alim ya da entelektüel her müminin bir kütüphanesi mevcuttur. Bu kütüphanede Kur’anı Kerim tefsirleri, Hadis kitapları, Akaid kitapları, Fıkıh kitapları, Gazali’nin İhya-i Ulumiddin’i, Taftazani’nin Metnül Akaid’i vs. Birçok dini kaynak bulunur. Oysa bir Fetullahçı okumuş yazmışın evinde başlangıçta risalelerden başka kitap olmadığı gibi son 10 yılda da sadece Fetullah Gülen’in yazıp çizdikleri ve konuştuklarından ibaret bir külliyat vardır. Zira olmuş olacak tüm hakikatin bilgisi onlardadır.

40 yıllık bir zaaf

1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de Kadiriler, Nakşiler gibi cemaatler siyaseten temsiliyet arayışında olmuşlardır. Fetullah Gülen Örgütü bütün sosyal tabakalara açık yaygın bir örgütlenme modeli yerine devlete sızmayı ve bünyeyi içten kuşatmayı hedef olarak belirlemiştir. İmanlı hakim, imanlı subay yetiştirme gibi kamuflaj iddialar, devlete sızma gayretinin Din-i Mübin-i İslam için olduğu algısını yerleştirmiş, bu sayede Anadolu’nun masum evlatlarından 100 binlercesi, hak yolunda varını yoğunu ortaya koymaktan çekinmeyen halkın maddi varlıkları, bu organizasyon eliyle halktan gasp edilmiştir.

Bütün terör örgütleri gibi, devletin toplusal kesimlere uyguladığı baskı ve zulümden beslenerek devlet içerisinde devlet olacak kadar semirmiştir. MHP ve CHP’ye operasyon çekmiş, Telekulak Davası’nda, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında, MİT müsteşarını hedef alan kalkışmalarında örnekleri görüldüğü gibi, kamu kuruluşlarını yıpratıcı ve yok edici faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu konuda, katliamlar yapmaktan, cinayetler işlemekten bile geri kalmadıkları artık iyice netleşmiş durumdadır. Ergenekon ve Balyoz davalarında ordu içerisinde ulusalcı ve Atatürkçü kesimi tasfiye ederken siyaset kurumunu da hipnotize etmiş, böylece sivil bürokraside ağırlık kazanmayı başarmıştır. Gerek Ergenekon ve Balyoz davalarında, gerekse hükümete yönelik tasfiye girişimlerinde, pervasızca hukuk, din, ahlak dışı metodları bir terör örgütü  gaddarlığıyla kullanabildiğini acı tecrübelerle de olsa herkese göstermiştir.

17/25 Aralık darbe girişimleriyle beraber Türkiye Cumhuriyeti Devleti iki aylık bir süreyle neredeyse devlet erkini işletemeyecek pozisyona düşmüştür. Devlet olmanın gereği yargı ve emniyetin salim ellerde bulunmasıdır. 17/25 Aralık olup bittiğinde hükümetin emrinde bir polis teşkilatı yoktu. Milletin adalet beklediği kurumların tamamı bir terörist yapı tarafından ele geçirilmişti.

Burada her ne kadar bir kesim tarafından Ak Parti hedefe konsa da 40 yıllık bir zaaf söz konusudur. Olan, koza halindeki yapının Ak Parti döneminde sahaya çıkacak gücü ve uluslararası desteği arkasına almasından ibarettir.

DAEŞ’in motivasyonunu, arka planındaki gerçekleri, dini kullanış biçimini anlayan biri bu hareketi de anlayabilir. Çünkü, bu hareketler dini motivasyonu en yüksek derecede kullanırlar, adam devşirmek için ve para toplamak için dinden istifade ederler, oysa gerçekte dini bir gayesi olmayan örgütlenmelerdir. Dünyanın her yerinde örgütlü hareket eden yapıların belli bir amacı vardır. Bu amaç kimi zaman tabandaki kitlenin zannettiği amaçtır, kimi zaman amaç örgütün tepe noktası tarafından bilinebilir ancak. Fetullah Gülen örgütü o kadar profesyonelce bir örgütlenme yolu seçmiştir ki, bu örgütün nihai amacının ne olduğunu bilen tek bir fert dahi mevcut değildir. Ünlü sosyolog Şerif Mardin 2009’lu yıllarda “Fetullah Gülen’in amacı bana muğlak geliyor bir türlü çözemiyorum” demiştir. Bu kadar büyük organizasyon, bu kadar büyük gayret, bu kadar geniş insan topluluğunu bir araya getiren örgütün gerçek amacı bugün ortaya çıktı ki, Türkiye’yi zayıflatmak ve yok etmekten başka bir şey değilmiş.

Peki örgüt bu amacına nasıl ulaşıyor? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan 80’li yıllara gelinceye kadar gerçek dini akımlara kapalı bir tutumu vardı. Ordudan, bürokrasiden ve kamu yaşamından dindarları tardetmişlerdi. Devletin bu kadar dindarlara kapalı olduğu bir durumda devlete sızmayı amaçlayan FETÖ gibi yapılar Anadolu insanına sempatik geldi. Gerçek amaçlarını gizleyen bu yapı da Anadolu insanının zaafından istifade ederek büyümeyi başardı.

Mehdilik ve Mesihlik

Mehdilik ve Mesihlik öyle işlevsel bir silahtır ki, bu silahla bütün dünyayı kandırabilirsiniz. Klasik İslam geleneğinde vahiy, peygamberlerin sözleri, akaid kitapları ve dinin ortaya çıkmasından bugüne kadar ulemanın oluşturduğu müktesebat Müslümanların zihin dünyasını şekillendirir. Mehdiyet hareketlerinde peygamberin neredeyse tüm vasıfları, Cenabı Hakk’ın bazı vasıfları Mehdi denilen kişiye atfedilir. Dolayısıyla bir müminin inanç dünyası bir bilgiden başlayıp Cenabı Hakk’a ulaşacakken Mehdiyet örgütlenmesinde kişi Cenabı Hakk’a ulaşamaz ve o iman tezahürü Mehdi denilen zata takılıp kalır. Çünkü zaten o zat Peygamber ve Allah’ın bazı vasıflarıyla donatılmıştır. Müridleri ve kitleleri dinin hakikatinden uzaklaştırarak rüyalara, kerametlere yönlendirerek ve bu zatın bütün zamanlarda Hz .Peygamber’le; haşa Allahu Teala ile görüştüğü vurgusu yapılarak Mesih modunda bir sunum yapılmaktadır. İlk bakışta bilimsel gözükmemekle beraber çağımızın teknolojik imkanları yeni Mehdi ve Mesihlere büyük imkanlar sunmaktadır. Bir zamanlar örgüt içerisinde bulunup ayrılan insanlar şunu söylemektedir: “İnsanları teknolojik imkanlarla dinleyip onların özel hayatları ve sırları hakkında kendilerine beyanda bulunulduğu zaman her fert bunu keramet ve yüceliğe atfetmiş ve o insana bağlılığını daha da artırmıştır.”

Haricilik’ten de izler var

Bu şiddetli darbe görüntüsü ortaya çıktıktan sonra ülkenin sosyologları, psikologları, pedagogları, siyaset bilimcileri bu yapıyı anlamak için çokça çaba sarf etmelidir. Bazı mukayeseler için Kadıyanilik örnekleme açısından ele alınabilir. Bu hareket, Haricilik’ten de izler taşımaktadır. İbadette ve takvada alabildiğine ileri olan Hariciler, kendilerinden olmayan bir kişiyi öldürürken hiç

gözlerini kırpmazlardı. Türksat’ı teslim almaya giden subay, önüne çıkan bir Müslümanı gözünü kırpmadan vurup öldürdükten sonra su içmek istemiş ve suyu içerken diz çökmüş; sünnete uygun olarak üç yudumda içmiştir. Bu tablo gerçekten çok ürkütücüdür. Bu zavallının ibadet, itikad, hukuk, adalet ve ahlak açısından durumu analiz edilse örgütün nasıl bir inanç-motivasyonla hareket ettiği anlaşılabilir.

[email protected]