Fidan kampanyası, eksen kayması ve silah lobileri

Doç. Dr. Mehmet Akif Okur - Ankara Strateji Enstitüsü
26.10.2013

“Örtülü Dünya”ya ait işaret ve sembollerle bezeli özel dile aşina olanların geniş izleyici kitlesinden çok daha fazla şey gördüğü önemli bir tartışmaya şahitlik ediyoruz. Gelinen aşamada, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın şahsen hedef alındığı makaleyle başlayıp alenî ölüm tehditlerine kadar varan kampanya şüphelilerin sorulacağı olağan adresler tarafından sahipsiz bırakılmış gözüküyor. İsrail Dışişleri Bakanlığı, iddialara dayanak oluşturan bilgileri kendilerinin sızdırmadığını söylüyor. ABD sözcüleri, muhtemel kaynaklarla ilgili fikir yürütmek bile istemiyorlar. Bu manzara, dünya medyasındaki yayın zinciri üzerinde düşünenlerin çok sayıda muhtemel senaryo karşısındaki kararsızlığını perçinliyor.


Fidan kampanyası, eksen kayması  ve silah lobileri

Suud faktörü

Makul ihtimalleri yorumlarken ilk değerlendirilmesi gereken şey, iddiaların doğrudan işaret ettiği Türkiye-İsrail ilişkileri. Mavi Marmara sonrasında iki ülke arasında yeniden yakınlaşmayı temin için Obama yönetiminin sarf ettiği gayret herkesin malumu. Beyaz Saray, taraflara ilişkilerin tamirini imkansız kılacak örtülü ya da açık yeni hamleler yapmamalarını ısrarla telkin etti. ABD, dünya medyası aracılığıyla alenileştirilen iddiaları da İsrail cephesinden arzu etmediği doğrultuda atılacak bazı adımların habercisi olarak görmüş ve bunu onaylamadığını özel kanallardan göstermiş olabilir. Nitekim Washington-Tel Aviv hattındaki açıklamaların satır araları dikkatle okunduğunda bu ihtimali destekleyen ipuçları bulmak mümkün.

İhtimaller evreninde gezinirken kampanyanın zamanlamasıyla ilgili başka bir sorunun daha altını çizmek gerekiyor. Suriye’deki kıyasıya rekabete rağmen Türkiye ve İran arasında üst düzeyde istihbarat işbirliği bulunduğu iddiasının yaygınlaştırılması bu dönemde en çok kimi rahatsız eder? Washington-Tahran ilişkileri tarihi bir kavşakta. Nükleer müzakerelerin akıbeti henüz belli değil ama Batı ve İran arasında genel bir yumuşama yaşandığı algısı hakim. İngiltere ve İran’ın büyükelçiliklerini karşılıklı olarak yeniden açma kararları bunun işaretlerinden sadece bir tanesi. Mevcut atmosferin, nükleer müzakerelerin ötesinde Ortadoğu’daki dengeleri kalıcı biçimde etkileyecek bir “büyük pazarlığa” yol açacağı düşüncesi, İran’ı temel tehdit sayan Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini ciddi düzeyde tedirgin ediyor...

Silah lobileri, bölgesel ve küresel denklemi daha gerçekçi biçimde okumaya başladıklarında, bugün dikkatlerimizi istihbarat dünyasının dehlizlerine çeviren Amerikalı yazarların ittifakın geleceğine katkı sağlayacak daha parlak önerileri gündemimize taşıdıklarını görebiliriz.

Suudi istihbaratını yöneten Prens Bandar’ın ABD’yi hedef alan çıkışı, rahatsızlığın ulaştığı boyutları gösteriyor. Mısır darbesinin ilişkilerde yarattığı sarsıntı geçmemişken, Türkiye ve İran’ı perde gerisinde ittifak halinde görmek Körfez’i Ankara’dan daha da uzaklaştıracaktır. Tam bu noktada, kampanya ile aynı günlerde İsrail medyasının geçtiği bazı haberleri hatırlamakta yarar var. Netenyahu Knesset’te, Arapların artık İsrail’in kendilerine düşman olmadığını anlamaya başladıklarını söyledi. İsrail Başbakanı’nın sözleri basında Körfez’le bazı anlaşmalar için görüşüldüğü iddialarıyla birlikte yer aldı.

Karşımızdaki resmin daha geniş bağlamı içinden yorumlanmasını teşvik eden sebepler, benzer ipuçlarının işaret ettikleriyle sınırlı değil. Financial Times’ta yayınlanan ve serinin üçüncü sac ayağı kabul edilebilecek makale, Mossad ajanlarının kimliklerinin deşifre edilmesi iddiasının yanına iki tane daha başlık ekleyerek, “eksen kayması” tartışmasını güncelliyor. Çin füzeleri ve Suriye’deki Kaide bağlantılı gruplarla araya yeterince mesafe konulmadığı ithamı, okuyuculara Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığını gösteren işaretler olarak sunuluyor ve çirkin bir üslupla “sadakat ispatı” için çağrı yapılıyor.

Oysa, Amerikan ittifak sisteminin Ortadoğu’da yaşadığı kriz değerlendirilmeden tekil tartışma konularının doğru bağlamlara yerleştirilebilmesi imkansız. Bölgedeki profilini düşürmekte ısrarlı davranan ABD, geleneksel müttefiklerinin neredeyse tamamı tarafından farklı, kimi zaman da çelişen gerekçelerle eleştiriliyor. Türkiye, Washington’un Mısır ve Suriye’de izlediği politikadan şikayetçi. İsrail, İran’la yakınlaşılmasını vahim bir hata olarak görüyor. Suudi Arabistan ve Körfez monarşileri de benzer bir ruh haline sahipler. Mısır’daki darbe yönetimi, ABD’nin kısık sesli tavsiyelerini bile alternatif ittifaklara yönelme tehdidiyle cevaplıyor. Üstelik, ABD’nin Ortadoğu’daki “müttefikleri”, kendi aralarında bazıları çatışma eşiklerine yaklaşan ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bu yüzden de boşluğu dolduracak bir bölgesel düzenin paydaşları olmaktan çok uzaklar. Karşımızda, Soğuk Savaş’la birlikte inşa edilen Amerikan ittifak mimarisindeki büyük çatlağın fotoğrafı duruyor. Obama Amerikası, dış politikasının eksenini Asya’ya doğru istediği düzeyde çeviremedi. Ortadoğu’daki krizlerle arasına koymaya çalıştığı mesafe ve düşürdüğü profilinin geride bıraktığı boşluk ise tepkili müttefiklerinin hem beklentilerini hem de ittifaka bakışlarını değiştiriyor. 

Ayrıca, iç savaşlar coğrafyasına dönen bölgedeki yeni tehditleri de unutmamalıyız. Türkiye’nin iki büyük komşusu engellenmesi çok zor bir çöküşe doğru adım adım ilerliyor. Bu çözülme dinamiği, yalnızca terör vb. yollarla istikrarsızlık yaratabilecek devlet altı düzeydeki aktörleri sahneye sürmüyor. Aynı zamanda, bölgesel ve küresel güçleri, ufalanan coğrafyaların akıbetlerini belirlemek için karşı karşıya getirecek kıyasıya bir rekabet ve çatışma iklimini de hazırlıyor. Türkiye bu risk haritasını, ABD’nin Suriye’de kırmızı çizgilerine ve kuvvet kullanma tehdidine rağmen müttefiklerini açığa düşürecek biçimde politika değiştirmesinin yarattığı güven erozyonunun gölgesinde okuyor. Hâl böyle olunca, işin her an başa düşebileceği kaygısı, güvenlik ilişkilerinin ve alt yapılarının elden geçirilmesini zarurî kılıyor.

Yerli askeri teknolojilere ve silah sanayine duyulan ilgideki artışın bu gözle de değerlendirilmesi lazım. Dolayısıyla yeniden ısınan “eksen kayması” tartışması, ancak şu türden sorularla sınandıktan sonra anlamlı bir zemine oturabilir. Mısır ve Suriye’de Türkiye’nin desteklediği siyasi değerlerle Batı ittifakının temel değerleri arasında bir uçurum var mı? Hava savunma sistemi ihalesine katılan Amerikan firması, Türkiye’ye füze teknolojisi transfer etmeyi kabul etseydi Ankara yine de Çin tercihinde bulunur muydu? “Hayır” cevaplarına ikna olacak bir Washington, hasar tespiti yapıp Ortadoğu politikasında restorasyona giderken kritik teknolojiler transfer ettiği Hindistan örneğini hatırlarsa yenilenmiş bir işbirliği döneminin de önünü açabilir. Yahut silah lobileri, bölgesel ve küresel denklemi daha gerçekçi biçimde okumaya başladıklarında, bugün dikkatlerimizi istihbarat dünyasının dehlizlerine yönelten çevrelerin ittifakın geleceğine katkı sağlayacak daha “parlak” önerileri gündemimize taşıdıklarını görebiliriz. Kim bilir, belki de çok uzak olmayan bir gelecekte...

[email protected]