Filistin ihtilalini alevlendiren Suriyeli alim

Prof. Dr. Vasfi Aşur Ebu Zeyd/ Akademisyen, Yazar
21.11.2025

İzzeddin el-Kassam'ın ıslah çizgisi iki sütun üzerine kuruluydu: Cehaleti kırmak için ilim, Zalime boyun eğmeyen bir şuur için izzet. Kassam'a göre ilim, sadece medreselerin duvarları arasında kalamazdı; tarlaya, pazara, sokağa inmeliydi.


Filistin ihtilalini alevlendiren Suriyeli alim

Prof. Dr. Vasfi Aşur Ebu Zeyd/ Akademisyen, Yazar

20 Kasım 1935... Ya'bed ormanlarında İzzeddin el-Kassam'ın şehadetinin üzerinden tam doksan yıl geçti. Aradan on yıllar geçti ama Kassam'ın adı hâlâ yaşıyor: ilimle cihadı birleştiren, hutbeyi silaha dönüştüren, sözü isyana, imamlığı öncülüğe çeviren bir şahsiyet olarak; Lazkiye sahilindeki Ceble'den, Filistin'in kuzey dağlarına uzanan bir direniş hikâyesinin adı olarak.

Ceble'den Ezher'e: Şahsiyetin ve şuurun inşası

Muhammed İzzeddin b. Abdi'l-Kadir el-Kassam, 1882 yılı civarında Suriye'nin Lazkiye vilayetine bağlı Ceble kasabasında doğdu. Babası ve dedesi, Abdülkadir Geylanî'ye nispet edilen Kadiriyye tarikatında "mukaddem" konumundaydı; Irak'tan gelen dervişler Ceble'ye uğrar, yıllarca onların türbelerini ziyaret ederlerdi. Fakat bu tasavvufî çevrede yetişen Kassam, ilerleyen yıllarda bizzat türbelere yönelik aşırılıkları tenkit etti; kabirlere adak adanmasını, onlardan medet umulmasını haram sayarak insanları tevhîde çağırdı.

İlk eğitimini köyündeki mektepte ve İmam Gazalî Zâviyesi'nde aldı; Kur'an'ı ezberledi, okuma–yazma ve hesap öğrendi. Şeyh Sâlim Tıyâre ve Ahmed el-Urâdî'nin dizinin dibinde temel şer'î ilimleri tahsil etti. Babası onda ilme karşı derin bir iştiyak görünce, 1896 yılında henüz on dört yaşındayken onu Kahire'ye, Ezher'e gönderdi.

Ezher'de sekiz yıl boyunca serbest usulde ders halkalarına devam etti; henüz sınıflı–kademeli sisteme geçilmemişti. Fıkıh, tefsir, hadis, usûl ve Arap dili okurken, bir yandan da Mısır'ın çalkantılı atmosferine şahit oldu: Urabi İsyanı'nın izleri, İngiliz işgalinin baskıları, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'un ıslah projeleri, İslam birliği fikrinin hararetle tartışıldığı günler... Bütün bunlar, onun zihninde net bir şemayı şekillendiriyordu: İlim, zulme karşı duruşla birleşmediği sürece, eksik ve sakattır.

Kahire yıllarından aktarılan meşhur bir hatıra bu şahsiyeti apaçık gösterir:

Kendisi ve arkadaşı Azeddin Tennuhî, Ezher'de okurken maddî yardımları kesilir. Tennuhî büyük bir utanç ve çaresizlik yaşarken, Kassam "başkasına el açmak" yerine, kendi bileğinin hakkıyla ayakta durmayı teklif eder. Tennuhî evde tatlı yapacak, Kassam sokakta satacaktır. Günlerce böyle yaparlar. Tennuhî'nin babası onları tepsi başında görünce, oğluna şöyle der:

"Arkadaşın sana hayatı öğretmiş; çalışarak kazanmayı, insanlardan istememeyi öğretmiş."

Kassam, "sırtında odun taşıma" hadisini hayat programına çevirmiş bir talebeydi.

Ceble'de ıslahçı hatip: Eşrafı sarsan hutbeler

Ezher'den mezun olduktan sonra Ceble'ye dönen Kassam, klasik bir "medrese hocası" olmayı reddetti. Önce çevresindeki bozuk dinî alışkanlıkları hedef aldı: Babasının çalıştığı büyük toprak sahibi "Efendi Dib"i ziyaret ederek "lütfuna" teşekkür etmeyi reddetti. Ona göre sünnet olan, sefere çıkanın değil, yerinde oturanın hareket etmesi, ev sahibinin misafirini karşılamasıydı. Bu, aslında sahil bölgesindeki eşraf düzenine karşı sessiz fakat kararlı bir isyandı.

1913'te köyünde bir mektep açtı; gündüz çocuklara, akşam yetişkinlere ders verdi. Ceble'deki İbrahim b. Edhem Camii'nde tefsir ve hadis okuttu, el-Mansûrî Camii'nde cuma hutbelerine başladı. Vaazları kısa sürede çevre köylere yayıldı; çünkü o, alışıldık övgü dolu nutuklar yerine, köylünün derdini anlatıyor, "efendiler"in zulmünü teşhir ediyor, ümmet birliği ve sosyal adalet fikrini işliyordu.

Onun ıslah çizgisi iki sütun üzerine kuruluydu: Cehaleti kırmak için ilim, Zalime boyun eğmeyen bir şuur için izzet.

Kassam'a göre ilim, sadece medreselerin duvarları arasında kalamazdı; tarlaya, pazara, sokağa inmeliydi.

Trablusgarp'tan Cebel-i Sihyûn'a: Cihadın coğrafyası

30 Eylül 1911'de İtalyan donanması Trablus'u kuşatınca, Şam ve sahil vilayetleri ayağa kalktı. Ceble'nin genç hatibi Kassam da bu dalganın ön safındaydı. Hutbeleriyle halkı galeyana getirdi, bağış kampanyaları düzenledi, yüzlerce genci gönüllü yazdırdı. Osmanlı devletinden İskenderun üzerinden sevk için izin alındı; gönüllüler haftalarca limanda beklediler. Gemi gelmeyince çoğu geri döndü; fakat Kassam pes etmedi, gizlice Libya'ya geçti, toplanan yardımın bir kısmını bizzat ulaştırdı ve Ömer Muhtar'la görüştü.

1914'te Birinci Dünya Savaşı başlayınca, Osmanlı ordusuna gönüllü yazıldı; güney Şam'daki kampa gönderildi. Fakat Şerif Hüseyin'in isyanını "kardeş kavgası" olarak gördü ve Arap'ı Türk'e, Türk'ü Arap'a kırdıran bu oyunun dışında kalmayı seçti. Buna rağmen Hilafete bağlılığını korudu; Arapçılık ve Türkçülük aşırılıklarına kapılmadı.

Savaş bitip Fransız donanması 1918'de Lazkiye ve sahil boyunca işgale girişince, Kassam artık "tarihî kritik an"ın geldiğini biliyordu. İşte o zaman, evini satıp parasını silaha dönüştürdü, vaaz kürsüsünü bir "seferberlik kürsüsü"ne çevirdi, gençleri silahlı eğitim için Cebel-i Sihyûn dağlarına çıkardı. Fransız karakollarına karşı baskınlar düzenlendi; Ceble, Alevi dağları ve Halep hattı boyunca üç direniş odağı oluştu. Kassam, Amerikan "King–Crane" Heyeti'ne "mandayı" reddeden sözlü bir cevap vermekle yetinmedi; sahada fiilî mücadele ile konuştu.

Fransızlar, onu kazanmak için af, para ve makam teklif ettiler; o ise: "Geldikleri gibi gitmedikçe bu topraklarda onlara barış yok." tavrını benimsedi. Hakkında gıyabî idam kararı verildi, başına ödül kondu, köyler yakılıp yıkıldı. Yetim bırakılan, göçe zorlanan köylüleri koruyabilmek için bir karar aldı: Direnişi başka bir cephede sürdürmek üzere Filistin'e geçecekti.

Hayfa'da yeni bir cephe: Minber, cemiyet ve gizli "Kassamcı" hücreler

1921 yılı başlarında Filistin'e giren Kassam, kaldığı birkaç yerden sonra Hayfa'ya yerleşti. Çünkü Hayfa, hem liman şehri, hem İngiliz donanmasının üssü, hem de topraksız bırakılmış köylülerin ve işçilerin toplandığı büyük bir işçi havzasıydı. Aynı zamanda, Siyonist yerleşim politikasının en görünür sahnelerinden biriydi.

Filistin, resmen İngiliz mandası altına girmişti. Londra, Balfour Deklarasyonu'nu adım adım hayata geçirmeyi hedefliyor; bir yandan Arapları "dostluk ve himaye" söylemiyle oyalarken, diğer yandan Yahudi göçlerini kolaylaştırıyordu. Bu tabloda pek çok lider ve aydın hâlâ İngiliz sözlerine güveniyor, "müzakereyle çözüm" umudunu taşıyordu. Kassam ise baştan şu hükmü verdi:

"İngiltere, Filistin'in düşmanıdır; Siyonizm de onun koludur."

Hayfa'da önce İslâm Kız Mektebi'nde, sonra el-Burc İslam Mektebi'nde ders verdi. Aynı anda işçilere, okuma–yazma bilmeyenlere gece sınıfları açtı. Hutbe için ise, önce şehrin büyük camilerine çıktı; 1925'te inşa edilen İstiklal Camii açıldığında da imam ve hatip olarak buranın daimi sesi oldu. 1928'de, Genç Müslümanlar Derneği'nin Hayfa şubesinin kuruluşuna öncülük etti ve başkanlığını üstlendi.

Mücadelesi üç ana hatta ilerliyordu:

1. Sosyal–eğitsel hat:

Okullar, gece kursları, işçiler ve köylülerle sürekli temas... Cehaleti kırmadan ne dinin, ne direnişin omuzlanamayacağını biliyordu.

2. Davetsel–fikrî hat:

Hutbeleriyle, Haifa'daki beşerî ve bâtıl cereyanlara –Bahailik, Kadiyanilik, misyonerlik faaliyetleri– karşı koydu. Ümmet fikrini, zulme karşı onurlu duruşu, "tek ümmet – tek dava" şuurunu anlattı.

3. Silahlı direniş hattı:

İşçi, köylü ve gençlerden oluşan küçük hücreler kurdu. Bu hücreler, sonraki yıllarda "el-Usbe el-Kassâmiyye" diye anılacaktı. Her hücre en fazla beş–on kişiden oluşuyor, diğer hücrelerin varlığından habersiz çalışıyordu. Üyeler, uzun süreli gözlemden geçiyor, iman, sadakat ve sır saklama hususunda deneniyordu.

1928'den itibaren bu gruplar, Hayfa ve çevresinde İngiliz hedeflerine yönelik silahlı eylemler yapmaya başladılar. Buna rağmen İngiliz istihbaratı bu yapıların iç yüzünü çözmeyi başaramadı; zira Kassam son derece titizdi. Nitekim 1929'daki Burak Olayları sırasında bile, bu hücrelerin varlığı geniş kitlelerce bilinmiyordu.

Kassam, her vaazında şunu vurguluyordu: Silahlı devrim, İngiliz mandasını bitirmenin ve Yahudi devletinin kurulmasını engellemenin tek yoludur. O yıllarda Filistinli milliyetçi hareketlerin çoğu, protesto ve dilekçe çizgisini aşamıyordu. Bu nedenle Kassam'ın çizgisi, hem cesur hem de "erken" bir çıkış niteliği taşıyordu.

Ya'bed Çarpışması: Bir şehadet ve ardından kopan fırtına

1935 yılına gelindiğinde, İngilizler Kassam üzerindeki takibini artırdı. Yahudi göçleri ve toprak kayıpları dramatik seviyelere ulaştı; işsiz ve topraksız Arap köylülerinin sayısı hızla arttı. Kassam, daha harekete geçmeden örgütün belinin kırılmasından endişe ediyordu. Bu yüzden, "henüz eldeyken" ipleri koparmayı, yani dağa çıkıp açık cihadı başlatmayı kararlaştırdı.

Ekim 1935'te İstiklal Camii'nde verdiği son hutbe, hafızalara şu cümlelerle kazındı:

"Ey insanlar! Size dininizin meselelerini öğrettim; artık her biriniz bu konuda âlim sayılırsınız. Size yurdunuzun meselesini anlattım; artık sizin üzerinize cihad farz oldu. Tebliğ ettim mi? Allah'ım şahit ol! Haydi cihada ey Müslümanlar, haydi cihada ey Müslümanlar!"

Bu hutbeden sonra Hayfa'da kimse onu bir daha görmedi. Silahını, azığını ve en güvendiği on kadar yol arkadaşını alıp Cenin tarafındaki dağlara yöneldi. Plan şuydu: Dağlarda saklanarak, hücreler üzerinden eylemleri sürdürmek, köy köy dolaşarak cihad çağrısını yaymak...

Fakat 7 Kasım 1935'te Zer'în köyünde bir çatışma yaşandı; bir İngiliz askeri öldürüldü. Bunun ardından, İngilizler bölgedeki bütün şüpheli hareketleri mercek altına aldı, casuslarını köylü kılığında etrafa yaydı. 19 Kasım'da, Kassam ve on arkadaşının Yabed yakınlarındaki Nezletü'ş-Şeyh Zeyd civarında olduklarını tespit ettiler.

20 Kasım sabahı, Kassam'ın sığındığı küçük koruluğu, önce onlarca, kısa süre sonra yüzlerce asker kuşattı. Kassam ve yanındaki on civarında mücahid, ağaçlar ve kayalar arasında mevzi aldı. İngiliz kumandan megafonla "Teslim olun, hayatınızı kurtarın!" diye bağırdı. Kassam'ın cevabı netti: "Teslim olmayacağız; bu Allah yolunda cihaddır!"

Arkadaşlarına dönüp, "Şehid olarak ölün!" diye seslendi. Onlar da tekbirler getirdiler. Sabahın erken saatlerinde başlayan çarpışma, ikindi vaktine kadar sürdü. Sonunda Kassam alnından vurularak şehid oldu; üç arkadaşıyla birlikte orada can verdi. İki kişi ağır yaralandı, dört kişi esir alındı. İngiliz tarafında da birçok asker öldü.

21 Kasım 1935'te, Hayfa'da on binlerce insan Kassam ve arkadaşlarının cenazesine katıldı. Gazeteler, "Suriye'nin kuzeyinden gelen bir âlimin, Filistin'in güneyinde bir isyan ruhu bırakarak gittiği"ni yazıyordu. Onun şehadeti, yalnızca bir hadise değildi; 1936'da patlak verecek Büyük Filistin İsyanı'nın ateşini tutuşturan kıvılcımdı.

90 yıl sonra Kassam: Sadece bir isim değil, bir ölçü

Bugün, İzzeddin el-Kassam'ın şehadetinin üzerinden 90 yıl geçmişken, Filistin hâlâ işgal altında; Gazze kuşatma ve yıkımlar altında; Kudüs'te statü daraltılmaya devam ediyor. Böyle bir zamanda Kassam'ı hatırlamak, sadece bir "tarih bilgisi" değil, bir "yön tayini" meselesidir.

Kassam bize şunları öğretiyor:

-İşgalci, ne kadar yumuşak konuşursa konuşsun, işgalcidir; onu dost ve hakem konumuna getirmek, davayı kaybetmenin ilk adımıdır.

-İlim, zulme karşı susan bir dille birleştiğinde, sahibini kurtarmaz; bilakis onu tarih önünde mahkûm eder.

-Silahlı direniş, öfke nöbeti değil; uzun bir hazırlık, gizli bir örgütlenme ve sonunda göze alınan bir şehadet sözleşmesidir.

İzzeddin el-Kassam, "Filistin ihtilalini tetikleyen Suriyeli bir âlim" olarak tarihe geçti. Ondan sonra gelen kuşaklar, onun adını taşıyan birlikler kurdular; "Kassamcılar" ifadesi, bir çizgiyi, bir ruhu, bir kararlılığı anlatır oldu. Bugün hâlâ Filistin'de bir direniş örgütünün askerî kanadı onun adını taşıyorsa, bu, Ya'bed ormanlarında yere düşen o kanın kurumadığının, hâlâ yeni nesillere seslendiğinin bir işaretidir.

Rahmet olsun İzzeddin el-Kassam'a...

Onun gibi âlim–mücahidler, sadece geçmişin hatırası olarak değil, mazlum coğrafyaların yarınını inşa etmek isteyen her nesil için bir kıble ve bir ölçü olarak kalmaya devam etsin.