Filistin meselesinde sınıfta kalan küresel sistem

Engin Özekinci/ Yazar
24.09.2025

Soykırım iş birlikçisi ülkelerin vicdanlı halkları; isyan ederek, sokağa dökülerek, sadece Gazze'ye destek vermiyor, Batı'ya da net bir mesaj veriyor. Artık kendi insanlarının bile küresel sistemin demokrasi, insan hakları makyajına inanmadığını haykırıyor. Filistin Devleti'ni resmen tanıyan BM üyesi ülke sayısı 150'ye ulaştı. Filistin'i tanıyan ülkelerin daha da artması bekleniyor. Elbette bu adımların her biri önemli, ancak Filistin'in tanınması “Gazze'deki gerçek ölü sayısı 680 bin olabilir” açıklamasının korkunçluğunu değiştirmiyor.


Filistin meselesinde sınıfta kalan küresel sistem

Engin Özekinci/ Yazar

Bugün dünya kritik bir dönemeçte, önemli bir yol ayrımında.

Ülkeler arasındaki gerilimlerin, bölgeler arasındaki güç paylaşımlarının güç geçtikçe daha karmaşık hale geldiği bir dönemden geçiyoruz.

Bu tabloda sadece güç savaşları yaşanmıyor, bununla birlikte küresel düzen temelden sarsılıyor.

Neredeyse bir asra yaklaşan İsrail terörü, bölgesel barışın altına dinamit koymayı sürdürüyor. Terör devleti İsrail, sadece Filistin'in değil bütün insanlığın imtihanı olmaya devam ediyor.

Bu yönüyle ne acıdır ki; Gazze'de terör devleti İsrail'in yaptığı soykırım, yaklaşık 2 yıldır devam ediyor.İsrail'in acımasız saldırıları binlerce masumun hayatını karartırken, şehirleri de birer birer enkaza dönüştürüyor.

Üstelik tüm bunların yanında Filistin kasabı Netanyahu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik keskin ve zehirli sözleriyle Filistin'deki soykırıma en güçlü şekilde karşı çıkan Türkiye ile gerilimini zirveye taşıyor.

Çok değil, daha birkaç gün önce Netanyahu, "Burası bizim şehrimiz Sayın Erdoğan. Sizin değil, bizim şehrimiz. Her zaman bizim şehrimiz olacak. Bir daha bölünmeyecek." diyecek kadar ileri gitti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neredeyse 5 yıl önce TBMM'de yaptığı bir konuşmada "Kudüs bizden bir şehirdir." sözlerinin Netanyahu tarafından bu şekilde çarpıtılmasında, elbette kendi seçmenini konsolide etme çabası var.

Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da Netanyahu'nun bu çarpıtmasına prim vermeyerek, ilk ağızdan en yüksek tepkiyi ortaya koydu. "Elinde 65 bin Gazzeli mazlumun kanı olan canilere şunu söylüyorum: Kudüs, Müslümanlarla birlikte tüm insanlığın onurudur, izzetidir, şerefidir." şeklinde kararlı ve net bir yanıt verdi.

Ancak Netanyahu'nun bu açıklamasının zamanlaması çok manidar. Zira Netanyahu'nun Kudüs'te işgalci olan sanki kendileri değil de Türkiye'ymiş gibi demagoji yapmasının, öfke nöbeti geçirmesinin bir diğer nedeni de New York'taki 80. BM Genel Kurulu görüşmeleridir.

Umut ve hayal kırıklığı

Tam da bu noktada şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz. Gerçekte bu toplantılar, küresel sistemin garantörü olarak gösterilen uluslararası örgütler, yansıtıldığı gibi insanlığın umudu olup beklentilerini karşılayabiliyor mu?

Elbette üzerinde durulması gereken asıl konu bu. Ama ne yazık ki cevap büyük bir hayal kırıklığından ibaret.

Çünkü uluslararası örgütler, iki yıldır Gazze'de yaşanan soykırımı durduramadı, engelleyemedi. Bilakis bu vahşeti izlemekle yetindiler. Dahası Filistin'de, Gazze'de İsrail'i, Netanyahu ve çetesini soykırıma mahkum edecek bir adım atmaya cesaret edemediler.

Bu durum sadece Gazze'yle sınırlı olmadığı gibi küresel sistemin derin çöküşünü ve içten içe çürüyen yapısını gözler önüne seriyor.

İşte bu tablonun en çarpıcı örneklerinden biri Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın durumudur.

Mahmud Abbas, 80. BM Genel Kurulu için ABD'nin vize engeline takıldı. Bu karar Abbas'ı ve birçok Filistinli yetkiliyi New York'tan uzak tuttu. Gerekçe olarak da Filistin'in uluslararası mahkemelere yaptığı başvurular gösterildi.

Dahası ABD, Mahmud Abbas'a New York'a seyahat etmesi için vize vermeyeceğini açıklamasının ardından, Filistin Devlet Başkanı Abbas'ın toplantıya video konferans yoluyla hitap etmesine izin verilmesi yönünde oy kullandı.

Ancak bu durum Filistin'in sesini kısmaya çalışan bir sistemin utanç verici bir yansıması olarak tarihteki yerini aldı.

Ülkesinde soykırım yapılan bir devlet başkanı düşünün ki; dünyanın en büyük diplomatik sahnesinde fiziksel olarak yer alamıyor.

Hiç şüphesiz bu karar, adaletsizliğin ta kendisidir.

Tabii ki bu ilk değildi. Aynısı 1988 yılında Yaser Arafat'a da yapılmıştı. Ona da benzer bir vize reddi uygulanmıştı. O dönem BM Genel Kurulu, toplantıyı Cenevre'ye taşımak zorunda kalmıştı.

Zalim bir döngü

Tarih, zalim bir döngüyle tekerrür ediyor. Ama her seferinde yaralar daha da derinleşiyor, acılar daha da katmerleniyor.

Bu adaletsizlik, sadece BM'yle sınırlı kalmıyor, adeta bir virüs gibi yayılmaya devam ediyor.

Benzer bir adaletsizlik de Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Orta Doğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı (UCLG-MEWA) Başkanı olan Tayseer Abu-Sneineh'e yapıldı.

Kendisi hem Filistin El Halil Belediye Başkanı hem de bu platformun başkanı.

Ama geçtiğimiz günlerde İsrail tarafından tutuklandığı için teşkilatın ekim ayında Konya'da gerçekleştireceği toplantıya katılamayacak.

Yani bir başkan, başında olduğu bir yapının toplantısına gelemeyecek.

Oysa UCLG-MEWA, belediye başkanlarını bir araya getirerek yerel yönetimlerde barış ve kalkınma için fikir alışverişi yapmayı hedefliyor.

Evet, onun yokluğu tıpkı Mahmud Abbas'ın BM'deki yokluğu gibi Konya'daki toplantıyı da eksik bırakacak. Ve bu da uluslararası platformların nasıl etkisizleştiğini, nasıl birer hayalet yapılara dönüştüğünü bizlere bir kez daha gösterecek.

Tabela örgütler

Aslında tüm bu örnekler küresel sistemin çatlaklarını değil çöküşünü simgeliyor. Yine uluslararası örgütlerin birer tabela olmaktan öteye gidemediğini ispatlıyor.

Acı bir hakikat ki; mevcut küresel sistem, uluslararası kuruluşlar bugün tüm vahşetiyle devam eden zulmü durduramıyor. Hatta durduramadığı gibi zulmün devamına hizmet eden araçlara dönüşüyor.

Bugün BM, veto mekanizmalarıyla demir bir zincire vurulmuş; güçlü devletler, kararları kendi çıkarlarının kölesi yapmıştır.

Apaçık ortadadır ki; Soğuk Savaş'tan kalan demode kurallar, bugünün karmaşık ve kanlı krizlerine cevap veremiyor. Güçlü ülkeler kuralları kendi lehlerine bükerken Filistin gibi haklı davalar sürekli dışlanıyor, yalnızlığa mahkum ediliyor. Sivillerin acımasızca katledilmesi, şehirlerin bir bir enkaza dönüştürülmesi,açlıktan ölen insanların feryadı uluslararası sessizlikle büyüyor, hatta besleniyor.

Oysa Gazze'de soykırıma sessiz kalan uluslararası kuruluşlar, adalet ve barış vaatleriyle doğmuştu. Bugün ise insanlığın kolektif hafızasında bir yüktür, küresel sistemin teorisi ve pratiği arasındaki uçurumun kanıtıdır.

Bundan dolayı da küresel egemenler, halen devam eden BM 80. Genel Kurulunda, insanlığın umudunu diri tutmak için çırpınıyor. Çünkü soykırım iş birlikçisi ülkelerin vicdanlı halkları; isyan ederek, sokağa dökülerek, sadece Gazze'ye destek vermiyor, Batı'ya da net bir mesaj veriyor. Artık kendi insanlarının bile küresel sistemin demokrasi, insan hakları makyajına inanmadığını haykırıyor.

Hal böyle olunca da BM bozulan imajını düzeltmek, ülkeler kendi vatandaşını ikna etmek için harekete geçiyor.

İşte, İngiltere, Kanada ve Avustralya'nın tanımasıyla Filistin Devleti'ni resmen tanıyan BM üyesi ülke sayısı 150'ye ulaştı. Filistin'i tanıyan ülkelerin daha da artması bekleniyor. Elbette bu adımların her biri önemli, ancak Filistin'in tanınması "Gazze'deki gerçek ölü sayısı 680 bin olabilir." açıklamasının korkunçluğunu değiştirmiyor.

Velhasıl uluslararası örgütler Filistin'i tanımakla yetinmemelidir.

Zira bu yapılar ya Gazze'de utanca boğulan insanlığı yeniden ayağa kaldıracak ya da kendi elleriyle uluslararası kuruluşları tarihe gömecek.