İsrail'de, İsrail vatandaşı olan hâlihazırda yüzde 20 civarındaki Müslüman nüfus artma eğilimde. Bunların üzerine milyonlarca Filistinlinin daha -öyle veya böyle- İsrail tebaası haline gelmesi İsrail için kabul edilebilir bir durum değil, bunu bir milli güvenlik riski olarak görüyorlar. Hâsılı kelam bugün için İsrail'in sorunu Filistin'in işgal edilmemiş son topraklarını da işgal ve fethetmenin ötesinde; buraları büyük ölçüde boş olarak ele geçirmek.
Dr. Mehmet Yahya Çiçekli/ Yazar
Filistin ile İsrail arasında 9-10 Ekim tarihlerinde ilan edilen ateşkes takip eden haftalarda defalarca ihlal edildi. Filistin'de siviller hayatını kaybetmeye devam ederken bu ateşkesin bölgede barış ve istikrara temel olması, ABD Başkanı Donald Trump'un arzularına rağmen oldukça şüpheli. Vaat edilmiş topraklara inanan Siyonist ve binlerce yıl önceki yurtlarına dönmek isteyen kadimci çevrelerin dışında da, 2000'li yıllarda Gazze açıklarında bulunduğu basına yansıyan doğalgaz yatakları İsrail'in iştahını kabartıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Filistin toprakları Birleşmiş Milletler himayesinde yabancı güçler eliyle İsrail ile Araplar arasında paylaştırılırken Filistinlilere ayrılan alan ile kıyaslandığında Gazze Şeridi ve Batı Şeria bölgeleri çok dar alanlar. Gazze şeridi/bölgesi ve Gazze şehri yakın tarihte oldukça çalkantılı süreçlerden geçti. Son iki yılda kana boyanan Gazze şeridinin toplam yüzölçümü küçük bir ilçeye denk sayılabilecek büyüklükte, 400 kilometrekare bile değil. Ancak bu dar alanda oldukça büyük bir nüfus var. 2023 verilerine göre 2 milyonu aşan bir nüfusun mevcut olduğu Gazze Şeridinde kilometrekare başına düşen insan sayısı 6000 civarında. Böylece Gazze, dünya çapında oldukça yüksek nüfus yoğunluklu bir bölge. Kıyaslama bakımından bu değer Ankara'nın Keçiören, İzmir'in Karşıyaka ve İstanbul'un Sancaktepe ilçelerine yakın.
Dünü hatırlamak
1990'lı yılların ilk yarısında dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat tarafından imzalanan 1. ve 2. Oslo Anlaşmaları İsrail ve Filistin arasında barış için bir zemin arayışının sonucu idi. Bu anlaşmaların ilkinin ardından Başbakan Rabin, bir yandan Yaser Arafat ile birlikte Nobel Barış Ödülünü almıştı, diğer yandan hem ABD'deki Yahudi lobisinin ve kendi ülkesindeki Siyonist çevrelerin tepkisini çekmekteydi. İkinci Anlaşmanın imzalanmasından kısa süre sonra Başbakan İzak Rabin (görev süresi devam ederken) radikal bir İsrailli tarafından sokak ortasında tabanca ile vurularak suikaste kurban gitti.
İsrail tarihindeki en laik/seküler başbakan olan İzak Rabin'i bu talihsiz sona gönderen Oslo mutabakatının uygulamaya geçişi ile önce Gazze şehrindeki bilahare de Gazze şeridi/bölgesindeki İsrail mevcudiyeti hem asker hem de sivil olarak sona erdirilmişti. Bu kapsamda Gazze bölgesindeki Yahudi yerleşimciler de geri çekilmişti. Böylece 1967-1970'lerden beri işgal altında olan ve işgalcilerin yerleşimler inşa ettiği Gazze özgürleşmişti. Buradaki İsrail askeri varlığı kademeli olarak ortadan kalktı ve 2005 yılında tamamen sona erdi. Ancak 2007 yılında Hamas'ın Gazze'de yönetimi ele geçirmesi ve çatışmaların alevlenmesi ile bölgenin akıbeti tekrar belirsizleşti.
Gazze'nin çalkantılı yakın tarihi
Gazze'nin bir ucu Mısır'a yaslandığından geçmişte bir süre (1949-1956 ve 1957-1967) Gazze'nin yönetimi de Mısır ordusunun elinde idi. Mısır'ın ardından 25 yılı aşan bir süre Gazze'yi İsrail kontrol altında tuttu. Bu dönemin sonlarında, Aralık 1987'de Gazze'de Filistinlilerin "intifada" olarak bilinen isyanı Filistinlilerin İsrail kontrol ve baskısına karşı tepkisini tüm dünyaya duyurdu. İzak Rabin döneminde gerçekleştirilen Oslo Görüşmeleri bölgede barış ve istikrar için umut ışığı olmuştu. Bu dönemde, 1990'ların ortalarında İsrail, Gazze şehrini Filistin Hükümetine (Filistin Kurtuluş Örgütü -FKÖ-, El Fetih) devretti. Ancak Rabin'in suikaste uğramasının ardından yerine geçen siyasetçiler onun kadar barışçı veya yapıcı değildi.
Bölgedeki gerginlik 2000 yılında İkinci İntifada'nın gerçekleşmesine neden oldu. Gazze şehrinin boşaltılmasından on yıl kadar sonra, İsrail tüm Gazze'yi boşalttı. 2006 yılında Filistin hükümeti "Filistin yasama şurası" için tarihindeki ikinci seçimleri gerçekleştirdi. Bu seçimlerde Hamas çoğunluğu kazandı. Kurulan koalisyon hükümeti, Hamas'ın uluslararası camiadaki tartışmalı durumu nedeniyle yaptırımlara maruz kaldı. Hamas ile El Fetih arasında çıkan gerginlik şiddet olaylarına dönüştü. Sonuçta Gazze bölgesi Hamas'ın kontrolüne geçti.
İsrail, 2007 yılında Hamas'ın kontrolündeki Gazze'yi "düşman unsur" ilan etti ve yaptırımlar başlattı. Takip eden süreçte Hamas'ın roket saldırıları gerekçe gösterilerek bu yaptırımlar genişletildi. Dönemin Mısır yönetimi de İsrail yaptırımlarını destekledi. 2008, 2012 ve 2014'te bölgede gerginlik ve çatışmalar arttı. 2011'de Mısır'da yönetimin devrilmesi ile sınır kapısı kısmi olarak açılsa da birkaç yıl içinde kapı tekrar kapatıldı. Dönemsel olarak bilahare tekrar açılsa da istikrarlı bir ulaşım bağlantısı olamadı.
Gazze iktisadi olarak, istikrarlı dönemlerde İsrail kontrolündeki bölgelere günübirlik işgücü ihraç ederek önemli gelir sağlıyordu. Bu işgücünün Gazze nüfusunun yaklaşık yüzde 10'una kadar vardığı gözetilirse, çalışma yaşındaki nüfusun kayda değer bir kısmının Gazze dışında çalıştığı anlaşılmakta. İsrail ablukası bu durumu engellediği gibi, Gazze'nin dışarıdan ikmal yollarını da uzun zamandır kapatması veya baskı altına alması anlamına geliyor.
İsrail'in nazarında Gazze
Aslında farklı görüşlerin de az çok yaşama alanı bulduğu İsrail'de tüm Filistin'i ele geçirmek isteyenler, bunu savunan veya bu gibi görüşlere sempati duyanlar pek de az değil. Bu görüşteki üst düzey kişiler için sorun Gazze'nin veya Batı Şeria'nın işgal ve ilhakı değil. Zira yakın tarih tüm dünyaya İsrail'in zalimliğini sergiledi; kan dökmeyi, savaş hukukunu, insancıl hukuk veya uluslararası hukukun başka alanlarını pek de umursamadığını gösterdi. Asıl mesele işgal ve ilhak öncesinde buralardaki yerli halkın başka ülkelere sığınmasını sağlamak, çok sayıda Filistinlinin yoğun olarak yaşadığı bu alanları boşaltmak, böylece İsrail nüfusuna kitlesel bir Arap/Müslüman katılımını önlemek. İsrail'de, İsrail vatandaşı olan hâlihazırda yüzde 20 civarındaki Müslüman nüfus artma eğilimde. Bunların üzerine milyonlarca Filistinlinin daha -öyle veya böyle- İsrail tebaası haline gelmesi İsrail için kabul edilebilir bir durum değil, bunu bir milli güvenlik riski olarak görüyorlar. Hâsılı kelam bugün için İsrail'in sorunu Filistin'in işgal edilmemiş son topraklarını da işgal ve fethetmenin ötesinde; buraları büyük ölçüde boş olarak ele geçirmek.
Doğalgaz meselesi
Dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak tarafından 1999'da Filistin Hükümetine (FKÖ/El Fetih) Gazze açıklarındaki doğalgaz yataklarını araştırıp değerlendirme izni verilmişti. Siyonist çevrelerin tepkisini çeken bu iznin ardından Filistin Hükümeti de İngiltere merkezli British Gas (BG) adlı firmaya Gazze açıklarında doğalgaz arama ruhsatı vermiş ve yapılan çalışmalar sonucu 2000 yılında doğalgaz kaynakları tespit edilmişti. Buradaki kaynakları İngiliz firmasının işletmesi ve Filistin Hükümeti tarafından gazın İsrail'e satılması öngörülüyordu. Böylece Gazze'de refaha önemli bir katkı sağlanması bekleniyordu. Ancak bilahare göreve gelen İsrail Başbakanı Ariel Şaron bu doğalgaz yataklarının işletmeye açılmasını engelledi.
Hamas'ın Gazze yönetimini ele geçirmesinin ardından ise İsrail tarafından bu süreç tamamen askıya alındı. Hatta 2021 yılında ABD ile İsrail ortaklığı olan bir firma BG'nin ruhsatının iptali için İsrail'de yargıya başvurdu, ancak mahkeme söz konusu bölgenin egemenliğinin tespit edilmediği gerekçesi ile görevsizlik kararı verdi. Oslo mutabakatına göre Gazze açıklarında 20 deniz mili Filistin kontrolünde ancak ötesi İsrail'in onayına bağlı. Bulunan iki doğalgaz kaynağı ise bu 20 deniz mili olarak belirlenen sınıra yakın olsa da Filistin Hükümetine bırakılan kısımda (19,4 deniz mili açıkta) yer alıyor. İsrail, Mısır ve Filistin Hükümeti (FKÖ) arasında söz konusu gaz yataklarının işletilmesi için 2023 yılın ortalarında bir anlaşmaya varılmıştı. Hamas'ı devre dışı bırakmak için Gazze açıklarında çıkarılacak gazın Mısır'a sevki ve oradan piyasaya sürülmesi planlanmıştı. Ancak 2023 Ekim ayında başlayan çatışmalar ile bu süreç akim kaldı.
ABD ve Trump'ın rolü
Filistin'de ateşkes ve istikrar için ABD ve Başkan Trump'ın tutumu önem arz ediyor. İsrail'in saldırganlıkları ABD'nin askeri desteği olmadan mümkün olmadığı gibi, İsrail üzerinde kaldıraca sahip tek aktör belki de ABD. İsrail pek çok bakımdan ABD'ye muhtaç olduğu gibi, ABD içinde de çok etkili. Bu nedenle ABD ile İsrail arasında karşılıklı bir bağlantı söz konusu. Trump diğer bölgelerde olduğu gibi buraya da bir şekilde barış getirmek istiyor ancak Trump'ın ekibinin gerçekte hangi amaç ve taraf için çalıştığı tartışmaya açık. Başkanın yakın çevresinde İsrail'e çok yakın isimler bulunuyor. Trump için, uzandığı her yere ateşkes ve barışı getiren insan olarak adeta dünya tarihine geçmek son derece önemli. Ateşkes sürecinin işletilmesi için İsrail'e baskı yapma noktasında ise yakın çevresinin öncelikleri ve kime müzahir olduğu gizli belirleyici. ABD Hükümetinde, bireysel önceliği farklı bir devletin menfaatleri ile örtüşen üst düzey isimler olduğu iddiası bir komplo teorisi olmanın çok ötesinde. Buna rağmen, farklı denklemleri gözetmeksizin, İsrail saldırılarının yavaşlaması veya sınırlandırılması yönünde Trump'ın bir etkisi olduğu veya olabileceği göz ardı edilemez.
Muhtemel sonraki perde
Filistin meselesinde son yetmiş yıldır neredeyse her gelişme Filistinlilerin aleyhine idi. Filistin'in lehine sayılabilecek Birleşmiş Milletler kararları havada kaldığı gibi, İsrail her bakımdan büyürken Filistinliler devlet sahibi olmamanın da etkisi ile git gide daha kötü şartlarla karşı karşıya kaldı. Filistin de bir devlet kurulması, BM sistemi içinde söz konusu devletin varlığı için İsrail'i tanımanın ön koşul olması nedeniyle Filistin'in iç dinamikleri bakımından zordu. İsrail'i kabul etmeme noktası, haklı veya haksız, sonuç itibarıyla Filistin için bir ayak bağı oldu. Uluslararası tanınırlığa sahip bir Filistin Devletinin olmaması İsrail'in işini kolaylaştırdı. Birleşmiş Milletler sistemi içinde başka bir devletin topraklarını fethetmek gibi bir kavram mümkün olmasa da, İsrail'in karşısında resmi bir devlet olmaması İsrail'in işgal siyasetini kolaylaştırdı. Uluslararası camia bu işgalleri kabullenmese de, İsrail'in gördüğü karşılık başka bir devleti işgal etmeye denk değildi.
Filistin devleti kurulmadıkça İsrail'in yayılmacılığının dizginlenmesi mümkün değil. Yakın dönemde Filistin'i devlet olarak tanıma yönünde irade beyan eden veya ilke kararı alan devletler simgesel önem taşısa da, bu tanımanın niteliği ve içeriği tartışmaya açık. BM'nin tanıdığı Filistin Hükümeti/FKÖ ve Mahmut Abbas, 15 yıldan uzun süredir Filistin'de Hamas karşısında zayıf. Filistin'in devlet olarak tanınması eğer mevcut Filistin Hükümetinin daha geniş tanınırlığa kavuşması anlamına geliyorsa Filistin için büyük bir kazanım olmayacak. Çünkü Filistin'in kendi içindeki temsil sorunu uluslararası camiaya açılmasının önünde büyük bir engel olarak kalmaya devam ediyor.
Geçmişte İsrail'de Filistin ile birlikte yaşama sıcak bakan, Filistin'in ve Filistinlilerin yaşama hakkına saygı duyan hükümetler ve başbakanlar da oldu. Ancak Filistin'i yok etmek, işgal edip yutmak isteyen odaklar da açık ve biliniyor. İsrail kamuoyunda bu iki uç da bir yer tutuyor. İsrail dışında, bilhassa ABD'deki Yahudi Lobisinde ise saldırgan kanadın baskın olduğu veya sesinin daha çok çıktığı görülüyor. İsrail içinde doğalgaz kaynaklarını veya Siyonist idealleri gözeten çevreler Gazze'yi tamamen ele geçirmek için bir sonraki adımı atmaya giriştiklerinde bunun ilk aşaması Gazze'deki nüfusun bölgeden çıkartılması olacak.
Son iki yılda Gazze'deki bostanlara deniz suyu basılması ve balıkçılık faaliyetlerine izin verilmemesi gibi gıda ve tarım kapasitesini hedef alan İsrail eylemleri ile Gazze'deki sağlık hizmetlerinin tahrip edilmesi gibi yaşanabilirliği ortadan kaldıran adımlar aslında ambargo ve ablukadan daha yıkıcı bir etkiye sahip. Siyonist çevreler bunları salt zulüm olsun diye değil, aslında ele geçirmek istedikleri Gazze ve diğer Filistin toprakları terk edilsin diye yapıyor. Siyonist bakış açısı ile bir Yahudi karşısında Yahudi olmayan insanlar aynı değerde olmadığından veya aşağı varlıklar olarak görüldüğünden bu zulüm ve katliamlar vicdani bir durum arz etmiyor. İsrail hükümeti, zulme karşı çıkan vicdanlı kendi vatandaşlarına karşı da şiddete başvurmaktan çekinmiyor.
Başkan Trump'ın Filistin ile ilgili söylemleri incelendiğinde, ateşkes ve barışa dair ifadelerine rağmen tasavvurlarının büyük ölçüde Siyonistlerin arzularına uygun olduğu görülebilir. Ancak Siyonistlerin zulüm ve vahşette sınır tanımazlığı İsrail'e müzahir insanları bile sarstı. Dünyanın her yerinde, her din ve milletten insanların vicdanı hükümetler üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturdu. Bu durum, uluslararası baskı ile İsrail'in katliamlarına ara verdiği şeklinde okunabileceği gibi, aynı zamanda ileriki saldırganlıklar için güç toplayıp hazırlık yapacağı bir mola şeklinde de okunabilir. Çünkü İsrail'e karşı, söylemlerin ötesinde, somut mutlak caydırıcı tepkiler gelmedi. İsrail son iki yılda sivillere karşı yaptıklarından pişman değil.
Eğer uluslararası toplum Filistin'de kalıcı barış için kesin bir kararlılık ve somut adımlar ortaya koymazsa, Filistin'de daha çok kan dökülecek. Kuvvetle muhtemel ki bu kan tüm bölgeye sıçrayıp yayılacak. Dünya kana bulanmadan önce insanlığın vicdanı Siyonizm karşısında galip gelebilecek mi?