Filistin-İsrail çatışması bölgesel bir savaşa dönüşür mü?

Dr. Mehmet Rakipoğlu/Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
10.10.2023

Çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşmemesi için birçok aktör çaba sarf ediyor olsa da bu süreç daha çok İsrail'in vereceği karara bağlı gibi gözüküyor. Netanyahu, Hamas saldırılarını iç siyasette bir koz olarak kullanmak isterse İsrail'in saldırıları sadece Filistin ile sınırlı kalmayabilir.


Filistin-İsrail çatışması bölgesel bir savaşa dönüşür mü?

Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim 2023 sabahı erken saatlerde İsrail'in işgal ettiği bölgelere kapsamlı operasyonlar başlattı. Aksa Tufanı ismiyle icra edilen bu operasyonlar Filistin başta olmak üzere Ortadoğu'daki güç dengeleri açısından birçok anlam ifade ediyor. Bunlardan ilki Hamas ve Filistin direniş gruplarının kapasite ve yeteneği ile alakalı. Bu anlamda 1987'de kurulan Hamas, dakikada yüzlerce füze ateşleyebilen, mensuplarını kara, hava ve deniz üzerinden farklı yollarla işgal bölgelerine konuşlandırabilen, İsrail'in sistematik baskı ve ihlallerine rağmen insansız hava aracı ve kamikaze hava aracı üretebilen bir konuma yükseldi. Hamas'ın bu kapasite geliştirme yeteneği modern uluslararası ilişkiler açısından da var olan tartışmaları alevlendirebilir. Nitekim bir devlet dışı aktör olan Hamas, 'İsrail' gibi bir devletle mücadeleyi çok boyutlu biçimde yürütüyor. Dahası Hamas'ın bu mücadelesi İsrail ile alakalı algıları yerinden ediyor.

Operasyonların bölgesel dengeler açısından ortaya çıkardığı bir diğer mesele İsrail imajı ile alakalı. Mossad, Şin Bet, İsrail Savunma Kuvvetleri'ne bağlı istihbarat birimleri, Demir Kubbe ve diğer birçok apartı ile İsrail yıllardır 'yenilmezlik' imajı inşa ediyor. Hamas'ın bütün imkansızlıklara rağmen başlattığı bu operasyonlar, İsrail'in halkla ilişkiler (public relations-PR) kampanyalarını yerle bir etti. Nitekim İsrail güvenlik bürokrasisi Hamas'ın bu denli büyük çapta bir operasyon icra edebileceğini, operasyonları sürdürebileceğini ve ciddi zarar verebileceğini öngöremedi. Dolayısıyla her ne kadar Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede İsrail'i yenilmez gören ve onu kutsayan 'gazeteci, yazar ve akademisyenler' olsa da sahadaki gerçeklik İsrail de dahil hiçbir devletin her şeye muktedir olamayacağını ortaya koyuyor.

Operasyonların meydana çıkardığı üçüncü dinamik ise Filistin devletinin geleceği ile alakalı. İsrail, Gazze başta olmak üzere saldırılarını artırıyor. Hamas da bu saldırılara tüm gücüyle karşılık veriyor ve Filistin'deki çatışma ve kriz ortamı devam ediyor. Bu durum iki devletli çözüme tarafların yakınlaşmasına ve dolayısıyla Filistin devletinin kısa vadede tesis edilmesini zorlaştırıyor.

Operasyonun zamanlaması

Hamas'ın operasyonları zamanlama açısından çok kritik bir dönemde icra edildi. İlk olarak Yahudiler açısından kutsal görülen Şabat (Cumartesi) günü bu operasyonların başlatılması, Hamas'ın stratejik planlamalar yaptığını gösteriyor. Dolayısıyla Hamas, İsrail halkının ve güvenlik bürokrasisinin pek de sıkı önlemler almadığı bir günde karşı saldırıya geçti. Operasyonların zamanlamasının ikinci ayağı Kudüs merkezli İsrail'in hak ihlallerine bir cevap niteliğinde. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşma sırasında kullandığı haritada Filistin'in olmaması, geçtiğimiz günlerde sıklaştırılan Mescid-i Aksa baskınları ve İsrail'in yerleşimci politikaları direniş gruplarını hareket geçirdi. Dolayısıyla İsrail'in ektiği güvensizlik iklimi ters tepti ve bir anlamda siyonizmin ektiği rüzgarlar İsrail'in fırtına biçmesine neden oldu. Operasyonların zamanlaması açısından dikkate alınacak üçüncü nokta İran. İsrail'in bir süredir İran'ın nükleer faaliyetlerine odaklandığı ve İran'a karşı bir operasyon planladığı biliniyor. Halihazırda Suriye başta olmak üzere bölgedeki İran milislerine yönelik saldırılar gerçekleştiren İsrail'e karşı Hamas'ın başlattığı bu operasyonlar Tel Aviv'in Tahran planlarını alt üst etti. Son dönemde Hamas'ın İran'a daha fazla yakınlaştığı bu anlamda Esed rejimi ile normalleştiği de hesaba katıldığında Hamas'ın 7 Ekim saldırıları, İran'ın İsrail'e karşı operasyonu olarak değerlendirilebilir. Diğer bir ifade ile İran, Hamas'ın operasyonlarını destekleyerek İsrail'in olası saldırı planlarını ertelemek ve mümkün mertebe önüne geçmek istiyor. Böylelikle İran, halihazırda protestolarla Netanyahu hükümetinin birincil önceliği olmaktan kurtulmayı hedefliyor.

Muhtemel senaryolar

7 Ekim'den bugüne yaşanan çatışmalar birçok senaryoyu da beraberinde getirdi. Operasyonların zamanlaması ile de ilintili olarak bölgesel anlamdaki ilk senaryo İsrail ile normalleşme sürecinin olumsuz etkilenmesidir. 2020'de Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn daha sonra da Fas ve Sudan, İsrail'i tanımıştı. Haziran 2023'ten beri de ABD'nin teşviki ve/veya baskısıyla Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme süreci gündeme geldi. Hamas'ın İsrail'e karşı elde ettiği başarı ve İsrail'in orantısız güç kullanımı ile iç içe geçen bu süreç, Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme sürecini olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla çatışma sürecinin devam edip etmemesinden bağımsız olarak ortaya çıkan ilk senaryo İsrail ile normalleşme sürecinin dondurulma senaryosudur. İkinci senaryo çatışma atmosferinin artarak devam etmesi ve Filistin-İsrail arasında cereyan eden çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali. Her ne kadar bu senaryonun yaşanmaması için birçok aktör çaba sarf ediyor olsa da bu süreç daha çok İsrail'in vereceği karara bağlı gibi gözüküyor. Netanyahu, Hamas saldırılarını iç siyasette bir koz olarak kullanmak isterse İsrail'in saldırıları sadece Filistin ile sınırlı kalmayabilir. Lübnan Hizbullah'ının Hamas'a verdiği destek, Esed rejiminin Hamas yanlısı açıklamaları da hesaba katıldığında İsrail'in savaşı Lübnan ve Suriye'ye taşıması olasılıklar arasında. Dahası İsrailli birçok yetkilinin saldırılardan İran'ı sorumlu tutması ve İsrail'in uzun süredir İran'ın içerisinde nükleer tesislere yönelik saldırılar planlaması da Tel Aviv'in Tahran'a yönelik küçük çaplı da olsa operasyonlar gerçekleştirebileceğini akıllara getiriyor. Bu senaryonun hayata geçirilme ihtimali oldukça düşük. Nitekim İsrail'in karşısında İran'ın liderlik ettiği Lübnan, Suriye, Yemen ve kısmen Irak'ın da bulunduğu bir 'direniş ekseni' bulunmakta. Her ne kadar İsrail sayısal olarak bu aktörlerden 'güçlü' olsa da son yaşanan gelişmeler de hesaba katıldığında psikolojik üstünlük İsrail'in aleyhine. Dolayısıyla çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali gerek İran gerekse İsrail tarafından benimsenen bir görüş değil.

Bununla birlikte İsrail'in Gazze'ye kara harekâtı başlatması da bir diğer senaryo. Nitekim İran'ın İsrail'i çevreleme stratejisinde Gazze kritik öneme haiz. Gazze'deki grupların muharip kabiliyetinin tamamen sonlanması ve İran'ın İsrail'i çevreleme stratejisinin sonlandırılması için Tel Aviv'deki güvenlik bürokrasisi Gazze'ye kara operasyonu düzenleyebilir. Bu durum ABD tarafından da ciddi anlamda destekleniyor. Dahası ABD'nin İsrail'e saldırı ihtimalini ciddiye aldığı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim ABD'ye ait USS Gerald R. Ford uçak gemisi İsrail'e destek amacıyla bölgeye gönderildi. Bu anlamda Beyaz Saray'ın bölgede İran destekli gruplar ile İsrail arasında bir çatışma beklediği ifade edilebilir.

Çatışmaların ortaya çıkardığı son senaryo Türkiye, Katar veya Mısır'ın arabuluculuğu sonucu İsrail ile Filistinli direniş gruplarının ateşkes ilan etmesidir. Öncekilere kıyasla yoğunluğu fazla ve çok fazla nokta üzerinde cereyan eden mevcut çatışmanın kısa sürede sonlanması zor. Nitekim İsrail 1973 savaşından daha fazla kayıp veriyor ve uluslararası kamuoyundaki yenilmezliğini kaybediyor. Dolayısıyla İsrail gerek intikam gerekse imaj için saldırılarını artırabilir. Filistinli direniş grupları içinse bu süreç son noktaya kadar götürülmesi gereken bir süreç olarak görülüyor. Dolayısıyla çatışmanın iki tarafının da kısa vadede ateşkese veya uzlaşıya varma ihtimali düşük. Fakat özellikle Gazze'de yaşanan insani kriz göz önünde bulundurulduğunda Türkiye, Katar ve Mısır'ın ortak hareket ederek sürecin en az zararla sonlanması yönünde arabuluculuk faaliyetleri yürütmesi bekleniyor. Zikredilen üç aktörün de bağımsız özgür bir Filistin devleti kurulmadan çatışmaların sonlanmayacağına inanıyor olması bu aktörleri Filistinliler nazarında değerli kılıyor.