Filozof hükümdarın mektupları

Murat Güzel
3.05.2015

Spinoza’nın mektuplarında karşımıza felsefesini daha iyi anlamamıza yardımcı bir filozof çıkmaz yalnızca. Kaygılanan, sevinen, mizahtan ve alaydan kaçınmayan sonlu bir varlık da çıkar.


Filozof hükümdarın mektupları

Modern felsefi söylemin kurucu figürlerinden Hegel, Spinozacı olunmadan filozof olunmayacağını iddia eder. Nietzsche’ye bakılırsa, Nietzsche’nin düşünceleri bütün önemli noktalarında Spinozacı’dır. Althusser, Marksizmi, Hegelci diyalektikten arındırmak için Spinoza’dan dolanarak okur Marx’ı. Ve Deleuze’a göre, Spinoza, “filozofların hükümdarı”dır.

Çağdaşı Leibniz’in büyük bir sinsilikle takip ettiği, kendisinden sonra yaşamış başta Alman romantikleri, Lessing ve Goethe’nin kendisine büyük bir hayranlık beslediği Spinoza kimilerine göre ateist (onu lanetleyenler arasında Locke ve Hume da vardır), kimilerine (bilhassa Hegel’e) göre panteist, kimine göre ise şaheseri Ethica’ya Tanrı’yla başlayacak kadar “Tanrı sarhoşu” bir filozoftur. Temel eseri Ethica’nın Türkçe’de üç ayrı tercümesi (Hilmi Ziya Ülken, Aziz Yardımlı ve Çiğdem Dürüşken tercümeleri) bulunuyor, ama başta bu eseri ve genel olarak Spinoza’nın yaklaşım tarzını anlamak bakımından büyük bir önem taşıyan Mektuplar’ı ilk kez Türkçe’ye çevrildi.

Özellikle “mektup” türünün bugünkü anlamından çok onyedinci yüzyıl Avrupa’sında tuttuğu “özel işlev” göz önüne alınırsa Spinoza’nın geometrik düzende yazılmış Ethica’sı ve Teolojik-Politik İncelemesi’ndeki, bazı müşkilleri anlama noktasında önemli oldukları görülür. Onyedinci yüzyılda filozof ve bilim adamlarının mektuplarını sadece muhatapları değil, entelektüel çevre de okur, istinsah ederdi. Bir anlamda mektup türü, İslam kültüründeki risalenin yerini tutardı.

Spinoza’nın bütün eserlerini Türkçe’ye çeviren Dost Kitabevi Yayınları arasında dizinin ilk kitabı olarak yayınlanan Mektuplar’da Spinoza’nın çeşitli dostlarının, bu arada Leibniz gibi hasımlarının sorularını yanıtladığı 84 mektubu yer alıyor. Mektuplar, Spinoza’nın felsefi üretkenliğinin tüm evrelerine yayıldığından, okura öncelikle onun düşüncesinin ve yönteminin gelişimini sunuyorlar.

 Spinoza’nın hiçbir eseri, Mektuplar’da sadece dostlarla değil hasımlarla da gerçekleşen fikrî alışverişten bağımsız değildir. Ama mektuplarda karşımıza felsefesini daha iyi anlamamıza yardımcı olan bir filozof çıkmaz yalnızca; gündelik kaygılarla meşgul, dostlarının yolladığı gül reçeline veya yerli biraya sevinen, yeri geldiğinde mizahtan ve nadir de olsa alaydan kaçınmayan tekil ve sonlu bir varlık da çıkıyor. Bunu sağlayan şey, bir edebi tür olarak mektubun, son hali verilmiş eserler karşısında sahip olduğu dinamizmdir. Yazarı çoktan aramızdan ayrılmış olsa bile onu şimdi ve burada duyumsatabilme gücü.

 Mektuplar tamamlanmış eserin gizlediğini, felsefi sorunsallaştırma ve kavramsallaştırmanın kökenindeki iletişimi de açığa çıkarıyor. Bu sebeple, Mektuplar dolayısıyla, Spinoza’nın sadece bir zamanlar yazıştığı kişilerle değil, tüm okurlarıyla da diyalog içinde olduğu söylenebilir.

Türk tarihi ve ulus inşası

Model olarak iki farklı geleneği birleştirmeye çalışan Türk ulus devleti; siyasal yapısını Fransız geleneğinden, toplumu ortak kültür etrafında yeniden yapılandırma özelliğini Alman geleneğinden aldı. Bu bağlamda ortak kültür, ortak dil ve ortak tarih oluşturma çabaları farklı kurumsal yapıları ortaya çıkardı. Bu durum aynı zamanda formal ve informal öğrenme/öğretme yoluyla toplumun homojenleştirilmesi anlamını taşımaktadır. Türk Tarih Tezi bu bağlamda en önemli örneklerdendir. Mustafa Oral, resmi tarih tezi olarak tanımlanan Türk Tarih Tezinin ortaya çıkış sürecini Tanzimat dönemi romantik Türkçüleri çerçevesinden, I. Türk Tarih Kongresine ve oradan Türk Tarih Tezinin kültürel etkilerine kadar geniş bir yelpazede satır aralarını okuyarak yeni bir bakış açısı sunuyor.

Türk Ulusunun İnşası, Mustafa Oral,

Yeni İnsan, 2015

Batılı gözle kayıp Şark

Türk okurlar Olivier Roy’yı ilk kez 1994’te yayımladığımız Siyasal İslamın İflası ile tanıdılar. Roy bu kitabıyla sosyal bilimlere “siyasal İslam” kavramını sokuyordu; Türkiye’de de o yıllarda yaygınlaşmaya başlayan İslami hareketleri tanımlarken bu kavram kullanılmaya başladı ve yerleşti. Batı’nın merceğinden bakıldığında Şark kayıptır: Egzotiktir, merak uyandırıcıdır ama suskundur, tarihsizdir. Roy Şark’ın çekimine cevap verebilmek için genç yaşta Farsça öğrenir ve bu ülkelerin 20. yüzyılın son çeyreğinde direnişler ve iç savaşlarla tarihe dahil oluşlarına bizzat tanık olur. Kimi zaman sadece yürüyüşçü bir gezgin, kimi zaman bir uzman, gazeteci, rehber, danışman ve haber kaynağı olarak.

Kayıp Şark’ın Peşinde, Olivier Roy, çev.

Haldun Bayrı, Metis, 2015

[email protected]