Önce ticaretin ağırlığını koyanlar, ardından paranın hakimiyetini kurar. Bugün masadaki asıl soru ise daha keskindir: Kim kendi parasını ve ödeme sistemini başkasına bağımlı kalmadan yönetebilir? Cevabı verebilenler yeni finansal düzenin kurucusu olacak; veremeyenlerse, başkalarının yazdığı oyunda sadece kullanıcı kalmaya mahkûm olacak.
Dr. Makbule Yalın/ TBMM AB Uyum Komisyonu, Araştırmacı
New York'ta her yıl toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, yalnızca liderlerin diplomatik mesajlarının değil, aynı zamanda küresel ekonominin nabzının da atıldığı bir platform haline geldi. 1945'te savaş sonrası barış düzenini inşa etmek amacıyla kurulan bu yapı, bugün yeni bir meydan okuma ile karşı karşıya: küresel ekonomide derinleşen kutuplaşma.
Askeri blokların yerini, artık finansal bloklar; ideolojik sınırların yerini, para ve ticaret eksenli ayrışmalaraldı. Kimi analistler bu süreci "yeni soğuk savaş" olarak adlandırırken, aslında yaşanan şey çok daha somut: küresel sistemde yükselen finansal bir demir perde.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya, siyasi ideolojilere bölünmüştü. Bugün ise bu bölünme, finansal sistemler üzerinden yeniden inşa ediliyor. Artık cephe hattı Berlin'de değil SWIFT kodlarının geçtiği ekranlarda, dijital paraların yazıldığı blok zincirlerinde, rezervlerin yöneldiği merkez bankalarında beliriyor. Yeni bir finansal demir perde sessizce iniyor. Bu kez ne bombalar patlıyor ne duvarlar yıkılıyor; paranın yönü, sistemin sınırlarını çiziyor.
Amerikan dolarının İkinci Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods sistemi üzerinden kurduğu mutlak tahakküm, 21. Yüzyılın çok merkezli ve parçalı dünyasında sarsılmaya başladı. BRICS ülkeleri, Çin'in dijital para girişimleri, Rusya'nın yaptırımlar sonrası geliştirdiği alternatif ödeme sistemleri ve yükselen ekonomilerin ikili mutabakat arayışları tek kutuplu finansal düzenin artık sürdürülemez olduğunu ortaya koyuyor.
Ekonomide yeni savaş biçimi: Bloklaşma
Bugün küresel ekonomi, yalnızca arz-talep dengesinden ibaret değil. Ekonomik kararlar, açık biçimde jeopolitik tercihlere endekslenmiş durumda. Hangi para birimini kullanacağınız, hangi ödeme sistemine bağlı kalacağınız ya da hangi ticaret koridorundan mal taşıyacağınız artık sadece teknik değil politik bir karar.
ABD'nin ekonomik gücünün temel taşı hala dolar. Rezerv para, dış ticaretin ana birimini ve finansal işlemlerin evrensel dili konumundaki dolar, aynı zamanda ABD dış politikasının en etkili yaptırım aracı. Ancak bu güç artık rakipsiz değil. Çin'in uzun vadeli stratejik planlaması, dijital yuan ile sadece teknolojik değil, rezerv düzleminde de doların karşısına çıkma hedefi barındırıyor.
Rusya ise yaptırımlar sonrası oluşturduğu MIR ödeme sistemi ve altına dayalı rezerv para politikalarıyla Batı merkezli finansal sistemden kopuşun mümkün ve pratik olduğunu göstermeye başladı. İran, Venezuela, Hindistan gibi ülkelerle geliştirilen ikili para mutabakatları da bu alternatif düzenin zeminini geliştiriyor.
Kutuplar arası finansal soğuma
ABD, Çin ve Rusya arasındaki stratejik rekabet artık yalnızca askeri boyutta değil; finansal altyapı ve reel ekonominin derin damarlarında yaşanıyor. Çip savaşlarından veri güvenliğine, ödeme sistemlerinden tedarik zincirlerine kadar her alanda yeni bir "ekonomik bloklaşma" dinamiği ortaya çıkmış durumda. Egemenlik, artık sınırlarla değil dijital altyapı ve finansal erişim kanallarıyla korunuyor.
Ancak mesele artık yalnızca teknolojik araçların kontrolü değil; hangi sistemlerle entegre olduğunuz ve hangi partnerlerle işbirliği yaptığınız, ülkelerin uluslararası hareket alanını doğrudan belirliyor. Bugünün küresel ekonomisinde temel soru şu: "Hangi blokla çalışırsam yaptırımlardan en az etkilenirim?"Rusya'nın SWIFT'ten çıkarılması Moskova'yı Çin'in CIPS ağına yönlendirirken, İran kendi ulusal ödeme sistemiyle yaptırımların ticarete etkisini sınırlamaya çalıştı.
Küresel düzenin soğuyan ikliminde, esnek stratejiler geliştiren ülkeler hayatta kalmakla kalmayacak, aynı zamanda yeni sistemin kurucuları arasında da yer alacak. Fakat sadece esneklik yeterli değil. Reel ekonomide bu esnekliği sürdürülebilir kılmak için katı ve sağlam yapısal önlemler şart: dış ticaretin çeşitlendirilmesi, yerli üretim kapasitesinin güçlendirilmesi, enerji arz güvenliğinin artırılması ve finansal bağımsızlığın pekiştirilmesi gerekiyor. Bu önlemler olmadan esneklik kırılgan bir illüzyona dönüşür; ülkeler, yalnızca kısa vadeli fırsatları yönetebilir ama uzun vadede bloklar arası baskı karşısında savunmasız kalır. Kutuplaşan bir dünyada pazar payının gittikçe daraldığını hesaba katmak gerekir.
Türkiye'nin yeri
Soğuk Savaş yıllarında Türkiye, NATO üyesi olarak Batı blokunda yer alsa da, özellikle 1960'lardan itibaren Sovyetler ile ekonomik ve enerji alanındaki ilişkileri sayesinde "mutlak tarafsız olmasa da görece dengeli" bir çizgi izledi. Bu durum, jeopolitik riskleri azaltmak kadar, iki blok arasında köprü olabilme ihtimalini de güçlendirdi.
Bugün de benzer bir tablo karşımızda. Türkiye, yeni ekonomik düzende hem Batı hem Avrasya ile kurduğu dengeli ilişkiler sayesinde özgün bir konuma sahip. Gümrük Birliği üyeliği, NATO bağları ve Avrupa ile işbirlikleri sürerken; Çin ile artan dış ticaret, Rusya ile enerji bağı ve Körfez ülkeleriyle stratejik yatırım ortaklıkları, Avrasya ekseninde çok yönlü bir manevra kabiliyeti yaratıyor.
Bu karmaşık küresel denklemde Türkiye'nin avantajı, "hangi bloka bağlı olacağı" değil; bloklararası geçişi kolaylaştıran bir finansal lojistik merkez olma potansiyeli. TROY kart sisteminden dijital TL çalışmalarına, milli ödeme ağlarından enerji koridorlarına kadar atılan her adım, Türkiye'nin tek bir eksene bağımlı kalmadan hareket etme kapasitesini artırıyor.
Türkiye için mesele, yeni finansal soğuk savaşta "tarafsız" ya da "araf"ta kalmak değil; bu ara bölgeyi kendi lehine stratejik avantaja dönüştürmek olmalıdır.
Paranın yönü gücün yönünü de belirleyecek
Doların hakimiyeti henüz kırılmış değil. Ancak alternatifsiz olmadığı da bariz. Çin'in dijital altyapısı, Rusya'nın yaptırımlara rağmen geliştirdiği çözümler ve BRICS'in kurumsal açılımları, finansal kutuplaşmanın artık kalıcı bir gerçeklik olduğunu gösteriyor.
Dünya şu an iki sistemli bir finansal dönemi tecrübe diyor. Biri Batı'nın kontrolünde, diğeri yükselen ekonomilerin kurguladığı alternatif bir düzen. Bu iki sistem birbiriyle tam rekabette değil, ama işbirliği yapmak gibi bir amacı olduğu da söylenemez. Aradaki gri alanlarda ise Türkiye gibi ülkelerin pozisyonu belirleyici olacak.
Yeni küresel düzen artık yalnızca "kim daha çok üretir" sorusuyla şekillenmeyecek. Paranın gücü, doğrudan ekonomilerin ürettiği mal ve hizmetlere ve bunlara duyulan küresel talebe bağlı. Rezerv para olabilmek, işte bu gücün sonucudur. Yani önce ticaretin ağırlığını koyanlar, ardından paranın hakimiyetini kurar. Bugün masadaki asıl soru ise daha keskindir: Kim kendi parasını ve ödeme sistemini başkasına bağımlı kalmadan yönetebilir? Cevabı verebilenler yeni finansal düzenin kurucusu olacak; veremeyenlerse, başkalarının yazdığı oyunda sadece kullanıcı kalmaya mahkûm olacak.