Fırat Kalkanı Operasyonu: Bozulan denklemler ve dizayn edilen gelecek

Adnan Boynukara / Yazar
3.09.2016

Cerablus operasyonunun temel amacının terör örgütleriyle mücadele ve bölge insanını terör örgütlerinden korumanın yanı sıra, Suriye’nin toprak bütünlüğüne hizmet edecek politikaları güncellemek olduğu açık. Türkiye, bazılarının yaptığı gibi kapalı kapılar ardından terör örgütlerine alan tahsisi yapmıyor. Suriye’yi bölmeyi amaçlayanların üzerimize saldığı terör örgütleriyle mücadele ediyor. ‘Otonom bölge’ ve ‘koridor’ dayatmalarını kabul etmeyeceğini ilan ediyor.


Fırat Kalkanı Operasyonu: Bozulan denklemler ve dizayn edilen gelecek

Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’na verilen tepkilere bakılırsa, birden fazla aktörün bölgede kurduğu ve geleceğini de planladığı denklemleri bozan bir anlama ve etkiye sahip olduğu görülür. Operasyonun, bölge ile hiçbir organik bağı olmayan ülkelerin, daha fazla kan dökerek kaos oluşturma ve bu kaostan yararlanma çabalarını boşa çıkaran bir nitelikte olduğu da açıktır. Türkiye’nin sınır ötesine geçmesi sonrasında oluşan atmosferden, operasyonun küresel güçler ve kullandıkları terör örgütlerinin bu sonucu beklemedikleri ve hazırlıksız yakalandıklarını anlıyoruz.

Kaostan beslenen sistem

Öncelikle Batı ifadesini, şemsiye bir kavram olarak ele aldığımızın, halkları tanımlamanın dışında tuttuğumuzun, devletlerin gizli, derin, kirli ve kanlı politik plan ve uygulamalarına vurgu yapıp olgusal olarak kullandığımızın altını çizelim. Soğuk Savaş’ın bitişi ve tek kutuplu dünyaya geçiş iddiası, daha iyi ve yaşanılabilir bir dünyanın ortaya çıkmasına hizmet etmiyor. Küresel sisteme egemen olan güç/güçler, Soğuk Savaş sonrası yeni bir yapılanmaya geçmek yerine, eski yaklaşımıyla hegemonyalarını sürdürmeyi tercih etti. Dünyanın, ekonomik ve toplumsal yapı açısından hareketli olan bölgelerinde, ürettikleri kaos ve krizlerle konumlarını muhafaza etmeye çalıştılar. Kendi kontrollerinin dışında hiçbir gelişmenin olmaması için ise kriz bölgelerinde asimetrik savaş unsurlarını devreye soktular. Bugün dünya geneline bakıldığında; Ortadoğu, Güney Asya, Orta Asya, Kafkaslar, Afrika’nın tümü ve Güney Amerika’da kaos ve krizin egemen olduğu görülür. Sonuç şu: Milyonlarca insanın kanının akıtıldığı kanlı ve kirli bir dünya düzeni!

Bölgeler dikkate alındığında ise Müslüman halkların yaşadığı coğrafyanın, her türlü toplumsal deneylerin uygulandığı, yeni silahların, yeni savaş teknikleri ve psikolojik harp usullerinin uygulandığı bir alan olarak seçildiği görülür. Kriz ve kaos bölgeleri arasında dahi, akıtılan kan açısından, tercih, kanaat ve hümanizmanın dini anlayışlara göre değiştiği bir sistem! Müslüman halklara ilişkin özel ilginin meşrulaştırılması için ise küresel sistemin sığındığı kavram ‘İslami terör’ kavramı. Bu kavramın üretilmesi ve toplumsal karşılık bulması için SSCB’ye karşı verilen ‘Afgan cihadının’ önemli bir araç olarak kullanıldığını biliyoruz. 1990’lı yıllarda ortaya çıkan Taliban, sonrasında organize edilen El-Kaide ve DAEŞ işte bu süreçlerin ürünüdür. El-Kaide-DAEŞ’e verilen görev ise Batı tarafından hedefe konulan ülkelerin istikrarsızlaştırılmasıdır!

İngiliz anahtarı; DAEŞ...

DAEŞ, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyaların maruz kaldığı işgal süreçlerinde, işgalcilerin ortak akıl ve tecrübeyle organize ettikleri asimetrik savaşın son ürünüdür. Bölge gerçekleri ve Gladio koduyla anlamaya çalışırsak; Baas kadroları, Maliki-Esed desteği, kaostan beslenen ülkelerin lojistiği ve küresel istihbarat örgütlerinin katkılarıyla yapılandırılıp yönetilen bir terör örgütü. Bu örgütü anlamak için Ebu Garip cezaevini, cezaevinde yapılanları, bir gece cezaevinin kapısının açılıp yüzlerce insanın firar etmesine izin verilmesini, 100’e aşkın ülkeden bölgeye yönlendirilen insanlara rota çizen siyasi ve istihbarı perspektifi görmeden bu terör örgütünü anlamak mümkün değil! Bu tür terör örgütleri, ‘proje travmalar’ üzerinden inşa edilen yapılardır!

Küresel güçler nezdinde, eski düzenin tüm birikimini taşıyan Baas partilerinin, sosyalist örgütlerin işlevsizleştiği bir süreçte, bu parti ve örgütlerin işlevlerini güncelleyerek sahiplenen DAEŞ’e iki farklı rol yüklenmiştir. DAEŞ; bir yanıyla bölgede ortaya çıkan halka dayalı doğal değişim süreçlerinden rol çalmakta, öte yandan da bölgede olası kontrol dışı düzen kurulmasının önüne geçmek için mevcut güçler arası tahterevallide, denge oluşturmaktadır! Fark edemeyenler olabilir, ama Batı bölgedeki bütün devletleri ve halkları terör örgütleri aracılığıyla yeniden formatlanmaya zorluyor! Herhangi birinin üstün gelmeyeceği veya yenilmeyeceği kaotik bir denklemin devamı için hareketli-asimetrik terörün en organize örneği sunuluyor. Bu kirli politikanın özeti; kriz bölgeleri oluşturma, sivil tahribatlarla Moğol usulü dehşet salma, buna tepki olarak ortaya çıkan muhalefeti daha radikaliyle bölüp işgali meşrulaştıracak yeni terör unsurları peydahlama ve ortaya çıkan bu kaos ile süreci zamana yayarak sağlıklı bir düzenin kurulmasını en azından öteleme! İşte, küresel güçlerin DAEŞ üzerinden yürütmek istediği kirli ve kanlı politikanın özeti bu.

Seküler terör örgütü PYD

Küresel sistemin özellikle Müslüman topraklarda kurduğu kirli ve kanlı oyunun Batı toplumlarında alıcı bulması için ihtiyaç duyulan araçlardan birisi de ‘seküler terör’ örgütleridir. Batı için PYD/YPG seküler proje örgütleridir. PYD/YPG; Suriye’de yaşanan kaostan istifade ederek, Esed rejimiyle girdiği angajman sayesinde, kısa sürede Türkiye-Suriye sınır hattında bazı bölgeleri kontrolü altına alıp buralarda kanton ilan etti.

Türkiye ne yapıyor?

Türkiye, PYD’nin kendisiyle siyasi bir ilişki tesis etmek istiyorsa; özerklik ilan etmek gibi tek taraflı adımlar atmaktan kaçınması, PKK ile olan ilişkisini bitirmesi ve meşru Suriye muhalefetinin bir parçası olması şartlarını ortaya koyarak süreci yönetmeye çalıştı. Ancak Batı (özellikle ABD ve AB) tarafından “DAEŞ’le mücadele eden seküler örgüt” olarak kabul görmesi, Türkiye’nin bu şartlarının kabul edilmemesi gibi bir sonucu doğurdu. Örgüt, vekaletler savaşı arenasına dönen Suriye’de kendisini bölge dışı büyük güçlere kullanışlı bir aktör olarak pazarladı. Bu ilişkilerden yararlanarak bölgede etkinliğini artırdı. Olmayan devlet otoritesini fırsat bilerek örgütlendi ve ABD ve AB’den aldığı silahlar aracılığıyla örgütsel ve etnik ayıklama yaparak alan genişletti. ABD ve AB ise adeta Türkiye’nin sinir uçlarına dokunma pahasına, KCK alt örgütlenmesi olan ve Kandil’den yönetilen bu terör örgütünün PR’nı üstlendi. Bölgemizdeki kaos denkleminin derinleşmesi için alana sürülen PYD/YPG’nin, kaos merkezli politikaların bölgemizi nereye götüreceğini ve küresel güçlere hizmet etmenin ne anlama geldiğini bilmemeleri mümkün değil. Bu fotoğrafı bilerek, bu kirli oyunun içinde olanlar ile mücadele ise kaçınılmaz. Bu arada, önümüzdeki süreçte Batının PYD/YPG yerine SDG (Suriye Demokratik Güçler) adını kullanması bizi yanıltmasın. İsim farklı ama içerik aynı!

ABD’nin terör örgütleriyle kurduğu kirli ilişkinin ABD senatosunda da tartışıldığı ve Türkiye’de yaşanan darbeye ABD’li ajanların katıldığına ilişkin konuların ABD başkan adayı tarafından gündeme getirildiği bir süreçten geçiyoruz. Türkiye’nin yürüttüğü Cerablus operasyonunun temel amacının terör örgütleriyle mücadele ve bölge insanını terör örgütlerinden korumanın yanı sıra, Suriye’nin toprak bütünlüğüne hizmet edecek politikaları güncellemek olduğu açık. Türkiye, bazılarının yaptığı gibi kapalı kapılar ardından terör örgütlerine alan tahsisi yapmıyor. Suriye’yi bölmeyi amaçlayanların üzerimize saldığı terör örgütleriyle mücadele ediyor. ‘Otonom bölge’ ve ‘koridor’ dayatmalarını kabul etmeyeceğini ilan ediyor. Türkiye yürüttüğü operasyon ile sığınmacı sorununun da içinden çıkılmaz bir hal almasının önüne geçmeyi amaçlıyor. Bu anlamıyla da kaos bölgeleri oluşturma politikalarıyla dünyayı yaşanmaz kılanlara insanlık dersi veriyor. Kaostan medet umanların dahi, güvenliğini sağlamaya çalışıyor! Bunları yaparken de kendi pozisyonunu gayet açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor. Terörün, gün gelip terörü destekleyenlere de dokunacağını anlatmaya çabalıyor. Türkiye, tek başına denklem kurma şansına sahip olmayabilir. Ama Türkiye’nin içinde olmadığı hiçbir denklemin hayata geçirilme şansının olmadığını ise açıkça ortaya koyuyor! Hele, devlet içine çöreklenmiş ve yabancı istihbarat örgütlerine hizmet eden kadroların temizliği tamamlanınca gücünün bir kat daha artacağı açık. İşte o zaman, yukarıda bahsettiğimiz kaosa dayalı dünya sistemini bozmak için daha fazla çabalayacağının işaretini veriyor. Türkiye, mazlumlara sahip çıkan, onların sesi olma gayretiyle ve kaosa dayalı kanlı politikaları deşifre eden politik tutumuyla insanlık vicdanının başarı hikayesini yazıyor.

[email protected]