Fırtına öncesi sessizlik

Tuğrul Çamaş / Yazar
23.10.2020

Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Uzak Doğu'da ABD dış politikasının nasıl bir siyasi yol izleyeceği ABD seçimlerinde kimin iktidara geleceğine bağlı olarak şekillenecektir. Ya oğul Bush'la 11 Eylül sonrası başlayan ve Obama'nın demokratikleşme sloganıyla sürdürdüğü yayılmacı şahin dış politikası Biden'la devam edecek ya da Trump'ın iç politika ağırlıklı korumacı tutumu sürecek.


Fırtına öncesi sessizlik

Son dönemde her ne kadar tüm dünyanın dikkati Covid-19 salgınıyla mücadeleye odaklansa da, 3 Kasım’da yapılacak olan ve tüm dünyayı yakından ilgilendiren ABD başkanlık seçimleri gündemde sıklıkla yer almaya başladı. Türk siyasi yaşamında da büyük öneme sahip “3 Kasım” tarihi, ABD siyasi yaşantısı için de çok önemli bir dönemeç olacak.

Dış politikanın seyri

Özellikle; Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Uzak Doğu’da ABD dış politikasının nasıl bir siyasi yol izleyeceği ABD seçimlerinde kimin iktidara geleceğine bağlı olarak şekillenecektir. Başka bir deyişle ABD dış politikasının yakın gelecekteki yaklaşımlarını belirleyecek olan bu seçimler tüm dünyayı özellikle de Türkiye’yi her zamankinden daha çok ilgilendiriyor. Başkanlık yarışına giren adaylara baktığımızda ise ABD dış politikası iki yönlü seyredeceğe benziyor. Ya oğul Bush’la 11 Eylül sonrası başlayan ve demokrat Obama’nın demokratikleşme sloganıyla sürdürdüğü yayılmacı şahin dış politikası Biden’la devam edecek ya da Cumhuriyetçi Trump’ın siyasi, ekonomik ve askeri anlamda iç politika ağırlıklı korumacı tutumu sürecek. Ancak şu an küresel konjonktür içerisinde ABD dış politikasının 11 Eylül sonrası geliştirilen yaklaşımlarının kısmen dondurulmuş, yani beklemeye alınmış hali olduğunu görmekteyiz. Başkan Trump’ın seleflerinin dış politikasını aynen sürdürdüğünü söylemek mümkün değil. Ancak Trump’ın dış politikada geliştirdiği söylemler ve eylemler arasındaki farka bakılırsa bu dış politikaya kati suretle karşı olduğunu da söyleyemeyiz. Bunun iki nedeni olabilir. Birincisi; dış politikada kurumsal yapı itibariyle işlerin başkan ya da lidere göre değişmiyor olması, ikincisi ise; dış politika yapıcıları arasında iki başlılığın söz konusu olmasıdır.

Pentagon hoş karşılamadı

Bu durum kendi içerisinde ayrı bir tartışma konusu. Ancak hemen söylemek gerekirse; Trump dış politikaya kişisel olarak ilk anda müdahale edemese de zamanla inisiyatifi ele aldığı görülüyor. Bu inisiyatifin gösterdiği eğilimler ise Pentagon tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Bunun en güzel örneği PKK/YPG/PYD terör örgütlerine Türkiye’ye rağmen verilen silahlardır.

Silah yardımıyla ilgili olarak Pentagon tarafından önüne konulan belgeyi 2017 yılında onaylayan Trump, daha sonra bunun bir hata olduğunu ifade etmiştir. Dahası YPG/PKK/PYD terör örgütleri ile olan ilişkilerde sürekli olarak tutarsız açıklamalarda bulunmuştur. Bir yandan Türkiye ile olumlu ilişkiler geliştirirken diğer taraftan küstah açıklamalarda da bulunmuştur.

Pentagon etkisi

Tabii buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak Trump’ın çelişkili ve tutarsız yaklaşımlarının altında Pentagon etkisinden bahsetmek kesinlikle yanlış olmayacaktır. Bu durum aynı zamanda ABD dış politikasında iki başlılığın olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. İki başlılığın nedeni ise 2016 seçimleri ve sonrasında gelişen süreçtir. 2016 yılı ABD başkanlık seçimlerinde bir dizi sürpriz yaşandı. Obama dış politikası Pentagon’un 2001 yılı sonrası uygulamaya koyduğu şahin politikalarla son derece uyumluydu. Daha doğrusu 2001 yılı sonrası süreçte cumhuriyetçi veya demokrat bu dış politikayla uyumlu olmayan herhangi bir ABD başkanı iktidara gelmedi. Hillary Clinton da başkanlık seçimlerinin arifesinde dış politik yaklaşımlarının Obama’nın yaklaşımlarıyla aynı olacağı sinyallerini vermişti. Ancak ABD seçim anketlerinde önde olmasına rağmen sürpriz bir şekilde seçimleri kaybetti. Ülke kamuoyu ise seçimlerin böyle sonuçlanmasından Rusya’yı sorumlu tuttu. Rusya’nın Amerikan seçimlerini sosyal ağ üzerinden Trump lehine manipüle ederek seçilme ihtimali olmayan Trump’ın başkan seçilmesine yardımcı olduğunu iddia etti. Hatta seçimlerin üstünden dört yıl geçmesine rağmen hâlen gündemde olan bu iddiaların ilk ortaya atıldığı dönemde Obama yönetimi Trump’ın beyaz saray mesaisine başlayacağı 2017 Ocak ayına kadar Rusya’ya karşı sert yaptırım kararları uygulamıştı.

Rusya etkisi

Uzunca bir süre ABD kamuoyu Trump ve yakın çevresinin Rusya ile bağlantılı olduğunu gösteren deliller sunmaya çalıştı. Trump’ı ve ailesini hedef alan açıklamalar da sıkça yapıldı. Tabii bu iddiaların doğruluk payı nedir bilemeyiz. Ancak, bu seçim sonuçlarına göre Pentagon beklemediği bir başkanla çalışmak zorunda kalacaktı. Sanki Trump’ın seçilmesi bahsi geçen uyumu bozmuştu. Tabii burada daha başka meseleler de var. Eğer Rusya’nın başkanlık seçimlerini manipüle etme imkânı var ise; Rusya’nın başkanlık seçimlerinde neden Trump’ı desteklediği, başkanlık seçimlerinin sosyal medya çalışmasıyla manipüle edilebilirliği ve ABD’li seçmen algısıyla oynayarak seçmen tercihlerine yön vermenin nasıl bu kadar kolay olduğu gibi bazı sorular da karşımıza çıkmakta. Tabii eğer Amerika’nın iddiaları doğruysa Birleşik Devletlerde ciddi bir güvenlik sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Obama sonrası ABD dış politikasında şahin etkisinin azaldığı aşikârdır. Hatta Trump 11 Eylül sonrası başlayan bu savaşı “sonsuz savaş” olarak adlandırmış ve buna son vereceğini ifade etmiştir. Ancak bunun nedeni Trump’ın Rusya yanlısı olduğu veya Rusya’nın Trump’a seçim kazandırması mıdır onu bilemeyiz.

Soğuk Savaş’ın simetrisi

Diğer yandan 11 Eylül sonrası süreçte ABD dış politikası şahin yaklaşımlarıyla tüm dünyaya İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş’ın tarihi bir simetrisini yaşattığı gerçektir. Hatta Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi eş zamanlı olarak tüm Doğu Avrupa’da ve Asya’da bir çevreleme kuşağı oluşturdu. Obama dış politikası Rusya, İran, Çin ve Türkiye ilişkilerinde söylemde yumuşak eylemde ise tehditkâr bir yaklaşım sergiledi. Saydığımız tüm bu ülkelerin sınırlarında veya yakın çevresinde istikrarsızlık yaratacak dış politik eylemler gerçekleştirdi. Başta Doğu Avrupa’ya yapılan askeri yığınaklar, Suriye ve Irak’ın istikrarsızlaştırılması ve terör örgütlerine yapılan yardımlar, Hürmüz Boğazı’nda ve Çin Denizi’nde uygulanan gayri resmi abluka ve ambargolar gibi birçok alanda ABD dış politikası kuşatıcı ve baskılayıcı yaklaşımlar sergiledi. Trump ise ABD dış politikasının çevreleme politikalarıyla birlikte siyasi, askeri ve ekonomik olarak baskılamaya çalıştığı bu ülkelere karşı farklı politikalar geliştirdi. Çin’le olan ilişkilerden ABD’nin ekonomik menfaatlerini korumak adına söylemleriyle çatışmacı bir siyasi yaklaşım sergiledi. Türkiye ile kısmen de olsa karşılıklı anlayışa dayalı bir diyalog süreci oldu. Mesela doğru bulmadığı için kongrenin Türkiye’ye yaptırım kararlarını uygulamadı. Türkiye, Trump’ın kendi tabanını konsolide etmek için çok istediği Rahip Brunson’u iade ederken zaten haksız yere ABD’de tutulan Hakan Atilla’yı da geri aldı. Trump ikili ilişkilerde ekonomiyi öncelikli mesele olarak gördü. Diğer yandan ülkede var olan göçmen ve yabancılara karşı daha tutucu ve korumacı yaklaşımlar geliştirdi. Trump, ABD ordusunun çatışma ve savaş bölgelerinde varlığının nedenini de sorguladı. Dahası Afganistan’da bulunan bir kısım askeri birlikleri geri bile çekti. Suriye’de ise sadece 200 askeri bulunuyor. Almanya ile bu konuda görüşmeler de yaptığını biliyoruz. Kısaca ABD iç sorunlarına odaklanan Trump, Obama’nın “dünyanın jandarması” rolünü yüklediği ABD’yi uluslar üstü bir şirket yönetir gibi yönetmeye çalıştı. Bu bir tercih midir bilemiyoruz. Ancak Trump gerçek bir muktedir olamadığı için siyaset yapma imkânını ve hareket alanını sadece burada bulmuş olabilir. Bunu kestirmek çok zor. Ancak sonuç olarak Obama’nın ve seleflerinin şahin dış politikası Trump ile yavaşlamıştır. Bu yavaşlamaya karşı direniş ise başta dış politika yapıcı kurumlardan gelmiştir. Tabii, her ne kadar savunma bakanlığı olsa da; bunlardan biri olarak Pentagon’un özellikle 11 Eylül sonrası süreçte savunma konseptine dayalı olarak asıl dış politika yapıcı kurum olduğu da göz ardı edilmemeli.

Seçimlerden sonra ne olacak?

Peki, seçimlerden sonra ABD dış politikası nasıl bir yol izleyecek. Öncelikle ABD seçmeninin önünde yaşları nedeniyle sıkça eleştiriye tabi tutulan biri 74 diğeri 77 yaşında iki başkan adayı var. Seçim yılının en başından bu yana etkili olan Covid salgını Trump için çok da iç açıcı geçmedi. Kaldı ki demokrat valilerle piyasaların açılması noktasında yaşanan uyuşmazlıklar sırasında “tesadüf müdür bilinmez” sokakta beyaz bir polisin George Floyd’u öldürmesiyle bir anda sokakların savaş alanına dönmesi gibi birçok olay yaşandı. Trump’ın yeni normal düzen diyerek piyasaları açmaya çalıştığı bir dönemde bu olayın yaşanması ABD’yi karıştırdığı gibi Trump’ın iktidarını da eleştiri oklarının merkezi yaptı. Trump iktidarı Covid sürecinin de doğurduğu ağır koşullar altında güçlü bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. Salgın koşullarında ülke yöneten Trump sıkı bir muhalefete maruz tutularak yıpratıldı. Tabii bu durum şu an için seçim anketlerinde Trump’ın geriye düşmesine neden olan sebeplerden. Şimdi, Kasım’da ABD de seçimler yapılacak. Bu seçimlerin sonuçları herhangi bir radikal olay yaşanmaz ise Biden lehine sonuçlanacağa benziyor. En azından diğer seçenekler sürpriz olarak görülüyor. Tabii, hemen belirteyim geçen seçimleri de Hillary Clinton’un kazanacağına kesin gözüyle bakılıyordu, bakıyorduk. Seçimi Biden’ın kazanması durumunda ise Obama’nın yarım bıraktığı şahin dış politikanın şiddetle devam edeceği beklentisi bizde az çok oluşmaya başladı ve oluşmalı. Öncelikle bu durum, Türkiye’yi yakından ilgilendiren dondurulmuş meselelerin yeniden aktif hâle gelmesi anlamına gelecektir. Trump’ın iktidarıyla beraber yarım kalan BOP ’un çatışmacı ve saldırgan süreci yeniden başlayacaktır. Şu an için Türkiye’nin Güney doğu sınırlarında PKK/YPG/PYD terör örgütleri ABD iç politikasına bağlı olarak var olan durumu korumak dışına bir şey yapmıyorlar. Ancak bu durum Biden’in seçilmesiyle değişecek ve bu terör örgütlerinin Türkiye’ye karşı saldırgan tutumları başlayacaktır. Burada özellikle Türkiye’nin güney ve doğu sınırlarının istikrarsızlaştırılması, terör koridorunun yeniden açılmaya çalışılması ve bu koridor açılamadığı için iptal edilen kuzey Irak’ta Kürt devleti kurma çabaları yeniden başlayacaktır. Libya’da oluşan dengeler, Doğu Akdeniz ve Halkbank davası gibi meseleler de yeniden gündeme gelecektir. Tabii Türkiye için son derece hassas olan bu konularda Türkiye asla taviz vermeyecektir. Türkiye’nin bu yönde hazırlıkları olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Özellikle Türkiye’nin yakın sınırlarında hava sahasının stratejik açıdan kontrolü çok önemli olacaktır. Irak’ta 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin uçuşa yasak bölge ilan ettiği alanın kuzeyinde bir Kürt özerk yönetimi kuruldu. Bu alanda Irak hava kuvvetlerine ait hiçbir hava aracı uçamadı. Benzeri bir durum terör koridoru açmak isteyenlerce yapılabilir. İşte bu durumda Türkiye kendi imkânlarını kullanarak aynı şekilde karşılık verecektir. Türkiye yakın sınırlarında uçuşa yasak bölgeler ilan edebilecektir. Bu anlamda S-400 hava savunma sistemleri çok önemli hâle gelecek. Bu durum S-400’lerin teknik kapasitesi göz önüne alındığında stratejik amaçlar için alındığını gösteriyor. Kaldı ki Doğu Akdeniz’de son zamanda yaşanan gelişmeler de S-400’lerin önemini arttırıyor. Belki de S-400 atış testlerinin zamanlaması da bu açıdan değerlendirilmeli.

En pasif dönem

Sonuç olarak ABD dış politikası Monreo doktrinine bağlı olarak geliştirdiği karışmazlık ilkesinden bu yana tarihinin en pasif dönemini yaşıyor diyebiliriz. Karabağ’da yaşanan savaşa bile adap gereği diplomatik açıklamalar yapmak haricinde hiçbir tepkisi yok. Ancak bu daha çok fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Bunda salgın sürecinin de etkisi büyük. Ancak bu sessizliği bozabilecek şeylerden birisi Biden ve aşı olabilir. Tesadüf müdür bilinmez ancak ABD’de Kasım ayında Covid aşısının piyasaya sürülecek olması da seçimi kazanan liderin aşıyla birlikte ülkeye ivme kazandıracağını düşündürtüyor. Belki Biden seçim zaferini aşıyla birlikte kutlayacak. Belki de son yılların demokratikleşme dışında ülke içinde tek söylem geliştirebilen lideri Trump aşıyla birlikte Amerika’yı yeniden en büyük yapacak.

[email protected]